Ülkemizde milliyetçilik kitlesel gücü en yüksek ve dolayısıyla da farklı siyasi oluşumlarca en çok sahiplenilmeye çalışılan ideoloji konumundadır. Öyle ki, Türkiye’de sağ veya sol kanattan siyasetçiler çoğu kez en koyu veya en gerçek milliyetçinin kendileri olduğunu kanıtlama peşine düşebilmekte, en azından hiçbiri milliyetçi olmamayı ya da bunu doğrudan dile getirmeyi göze alamamaktadır. Nitekim, Türk anayasasının değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden birinde de Türkiye’nin milliyetçi bir devlet olduğu belirtilmektedir. Yaşadığımız dünyanın bir “ulus-devletler sistemi” olduğu düşünüldüğünde milliyetçi düşüncenin gördüğü bu teveccüh çok da şaşırtıcı olmasa gerektir. Bununla birlikte, kendisini milliyetçi olarak niteleyen siyasi oluşumların çeşitliliği hem toplum tabanında hem de siyaset düzeyinde farklı milliyetçilik anlayışlarının bir arada var olmasına sebep olmaktadır. Yani milliyetçilik sıfatını sahiplenenin çok olması “gerçek milliyetçiliğin” ne olduğu konusunda yorum farklılıklarını beraberinde getirmektedir. Örneğin bazılarına göre milliyetçilik ortak soy düşüncesine dayanmakta ve böylece etnik bir temele oturmaktadır. Türklüğü siyasal bir aidiyetten çok etnik bir kimlik olarak değerlendiren bu görüş diğer etnik gruplar için hayli dışlamacı bir yoruma sahiptir. Bazıları ise milliyetçiliği İslamiyet ile çok ilişkili bir çerçevede değerlendirmekte, hatta İslam dinini Türk olmanın önkoşulu olarak görmektedir. Bu yaklaşım, Türklük ve İslam’ın aynı potada erimesinin en somut örneği olarak kabul ettiği Osmanlı dönemine de sıklıkla atıfta bulunmakta, onu bir Altın Çağ olarak işaret etmektedir. Diğer bazıları ise milliyetçiliği sadece anti-emperyalizm ya da daha net söylemek gerekirse Batı karşıtlığında olumlamakta, ABD/AB-Rusya/Çin ekseninde Avrasya kanadında durmanın kendilerini en gerçek milliyetçi yaptığını iddia edebilmektedir. Böylesi bir tartışmada ideolojik gözlüklerden ya da siyasi tarafgirlikten olabildiğince soyutlanarak milliyetçiliğin pratik amaçları üzerinden analiz yapmak herhalde daha sağlıklı olacaktır. Milliyetçilik/yurtseverlik eğer bir ülkenin çıkarlarını korumayı veya bir ulusu yüceltmeyi hedefliyorsa bugün Türkiye’de ülkeye en fazla yarar sağlayacak yollar nedir veya toplumun eksikliğini en fazla hissettiği ilkeler nelerdir diye düşünmek gerekir. Bu sorulara yanıt olarak ise elimizde şöyle bir tablo var: Yetkilerin çok fazla merkezileştiği bir sistemde tek adamın aşırı artan gücü; fikir hürriyetinin kısıtlandığı, en basit itirazların “Cumhurbaşkanına hakaret” ya da “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gerekçesiyle soruşturulmaya uğradığı bir toplumsal hayat; israf, mantıksız kararlar ve yolsuzluklar sebebiyle darboğaza girmiş, yabancı yatırımcıya hiçbir güven veremeyen bir ekonomi ve iktidara büyük ölçüde bağımlı hale gelmiş, çoğu zaman onun tercihleri dışında adım atamayan ve dolayısıyla çifte standardı rutin hale getirmiş bir hukuk sistemi. Demek ki milliyetçiliğin en aslî amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için acilen aşılması gereken sorunlar bunlar. Ülkenin temel sorunlarını hamasetten uzak bir biçimde listelediğimizde ve yaşamsal ihtiyaçları belirlediğimizde ülkeye yarar sağlayacak siyasi yaklaşımı tarif etmek konusunda işimiz kolaylaşıyor. Zira bu saydığımız sorunlara cevap verecek gidiş yolunu belirlemek o ülke için en gerçekçi milliyetçilik/yurtseverlik yorumunu ortaya koyuyor. Türkiye için bunu düşündüğümüzde bu gidiş yolu, hiç şüphe yok ki, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden geçmektedir. Bir başka deyişle, yukarıda sıraladığımız sorunlar büyük ölçüde demokrasinin ve hukuk devleti ilkelerinin yeterince işletilmemesinden kaynaklanmaktadır. Demokrasi sorununu çözmüyor ve hukuk ihlallerini ortadan kaldırmıyorsanız, ülkedeki kronik siyasi krizleri gideremiyor, halk ile devlet arasındaki güven problemini çözüme kavuşturamıyor, ülkenizdeki talan düzeninin önünü alamıyorsunuz demektir. Dolayısıyla bu ilkeleri gözden çıkarmak, ülkenizin azgelişmişlik sarmalını kıramaması, yurttaşınızın yaşam koşullarının medeni standartlardan uzak olması anlamına gelmektedir. Bu kısa analizden hareketle şu söylenebilir: Bugün Türkiye’de, insanların etnik kökenine bakarak, Osmanlı dizileri izleyip Nizam-ı Alem hayalleri kurarak veya uluslararası politikada hamasi hamleler ve tarafgirlikler sergileyerek milliyetçilik yapılmaz. Bu ancak, devletin ve toplumun en hayati ihtiyaçlarına cevap arayarak yapılır. Bu yüzden de ülkemizde kendisini milliyetçi ya da yurtsever olarak tanımlayan insanların en acil görevi demokrasiyi savunmak ve hukuk devleti ilkelerine uygunluğu ısrarla talep etmek olmalıdır. Bunlar lüks değildir, tam aksine devletin varlık sebebidir. Zira devletin temeli adalet ise günümüz dünyasında adalet her şeyden önce demokrasiye bağlılık ve hukuk devleti ilkelerine uyumla sağlanmaktadır.