12 Eylül sonrası Türkiye akademisinin önde gelen isimleri, yaşanan travmanın da yansıması olarak tek parti dönemine dair eleştirel tezler yöneltti. Bugün, post-kemalist anlatılar olarak andığımız birçok eser o dönemin ruhuyla ortaya çıktı. Günün sonunda 1920 ve 1930’ların hatta 2002’ye kadar olan periyoda dair indirgemeci yaklaşımlar içinde bulunduğumuz buhranın akademik ve entelektüel tezahürüydü. Sol mücadele sürdüren birçok entelektüel ve aydının da daha liberal bir çizgiye yönelmesiyle beraber İslamcı tarih anlatılarıyla argümanlar örtüşmeye başladı. Türkiye burjuvazisinin doğuşuna ya da yükselişine dair ortaklaşan tezler, tek partinin devletçilik anlayışına karşı eleştiriler ve burjuva sınıfının devletin etkisine açık edilgen bir halde tanımlanması birçok miti de beraberinde getirdi.

Bu mitlerden en önemlilerinden bir tanesi, “teknomilliyetçiliğin”[i] de geçmişe referansı haline getirilen Nuri Demirağ’dır. Genel anlatıya göre; Nuri Demirağ fabrikasını kurup, uçak üretimi konusunda büyük atılımlar yapmaya başlamışken CHP yönetimi önünü kesmiştir. Bugünkü CHP’nin de savunma sanayiine karşı tutumu bu geçmişle bağdaştırılmaktadır.

Aslında bu konunun Türk ve Müslüman burjuva sınıfının doğuşu ya da edilgen halde bulunuşu argümanları üzerinden değerlendirilmesi gerekir ancak bu konu başka bir uzun yazıyı gerektirmektedir. Ancak AKP iktidarına yaslanmış savunma sanayii sektörünün öncülerinin her gün tekrar ürettiği Nuri Demirağ mitinin gerçekliğini bu yazıda tartışmamız mümkündür.[ii]

Nuri Demirağ’ın hayatına dair hem akademik hem de popüler çalışmalar kaynak olarak iki kitabı göstermektedir. Bunlardan Ziya Şakir tarafından yazılmış olan Nuri Demirağ Kimdir? 1947 yılında, yalnızca Demirağ’ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi’nin kuruluşundan iki yıl sonra yazılmıştır. Diğeri ise Necmettin Deliorman’ın yazdığı Nuri Demirağ’ın Hayatı ve Mücadeleleri kitabıdır. Bu kitap ise Demirağ’ın kendi matbaası olan Nu. D Matbaası’ndan 1957 yılında çıkmıştır.

Demirağ'ın torunu Adnan Nur Baykal'a göre bu kitaplar, iş insanlarının siparişi üzerine yazılan türlerin öncüsüdür.[iii] Ziya Şakir'in kitabının alt başlığı "İş Hayatında Muvaffak Olan Müteşebbislerimizin Serisi”[iv]dir ki bu da Baykal'ın ifadesini doğrular. Tarihler de göz önünde bulundurulduğunda bu kitapların propaganda kitapları olarak değerlendirilmesi imkân dahilindedir.

Şakir'in anlatısına göre Demirağ, Divriği'de oldukça tanınmış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir; babası Mühürdaroğlu Ömer sorgu hâkimidir. Ancak Nuri üç yaşındayken şeker hastalığı nedeniyle babasını kaybeder. Şakir, Nuri'nin olağanüstü zekâsı, güçlü hafızası ve yetim olmasına rağmen ahlaki birikimi nedeniyle diğer öğrencilerden ayrıldığını söyler.

Nuri hem kendisi hem de ailesi için bir fırsatla karşılaşır. Ziraat Bankası Kangırı şubesi için bir memur arar; Nuri de başvurusunu yapar ve kabul edilir. Şakir'in bakış açısına göre, on yedi yaşında bir gencin yeni açılan bir banka şubesinin başına getirilmesi kolay değildir. Bankanın önemli miktarda bir parayı herhangi birine, özellikle de deneyimsiz bir gence emanet etmesi düşünülemez. Yine de Mühürdar ailesinin bir üyesi olarak, o yaştaki itibarı ve özsaygısı sayesinde bankaya gereken güveni sağlayabileceğini göstermiştir.[v]

Her ne kadar Şakir bankada memur olmanın yollarını açan sebep olarak aile ağlarından ziyade genç Nuri'nin meziyetlerine vurgu yapsa da Deliorman’ın kitabında bulunan aile soyağacına[vi] göre arşiv belgeleri tarandığında; Mühürdarzadelerin zaten devlet bürokrasisi içinde ikna edici ve nüfuzlu bir aile olduğu bulunabilir. Örneğin Nuri'nin kuzeni Mühürdarzade Hasan Efendi'nin oğlu Mustafa Asım Divriği'de çeşitli görevler elde etmiştir.[vii] Nuri'nin amcası Mühürdarzade Ali oğlu Mahmud Nedim de Divriği'de çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 7 Mayıs 1892'de Ziraat Bankası'nın Sivas şubesine, sırasıyla Gürün, Divriği ve Merzifon şubelerine atanır. Ardından 2 Nisan 1911'de Şebinkarahisar'da Vakıf İşleri Dairesi'nde memur olur.[viii]  

Dolayısıyla Nuri'nin Kangırı'ya atanması Mühürdarzade ailesi içinde görülmemiş bir durum değil, aksine muhtemelen bu aile içerisinde tipik bir durumdu. Ancak Demirağ, Şakir'e yazdırdığı anlatısından yararlanarak kendisini ekonomik açıdan yoksul ama ahlaki açıdan onurlu bir konumda göstermiştir.

Nuri daha yüksek rütbelere terfi ederek Osmanlı İmparatorluğu'nun farklı bölgelerinde çeşitli görevlere atanır; nihayetinde 1911'de İstanbul'da Mıntıka Mal Müdürü'nün yardımcısı olur.  Ancak daha sonra görevinden istifa eder.[ix] Bu istifa da dönemin ruhuna uygun şekilde milliyetçi diskur ile yorumlanarak aktarılır.

İstanbul'da bulunduğu sırada oldukça talihsiz bir durum yaşar, etrafı beş “palikarya” (Rum) tarafından sarılır, palikaryaların başından fesini alıp atmaları ile şahsi ve milli haysiyeti yerle bir olur. Bu aşağılayıcı olaylara izin veren devlete daha fazla hizmet edemeyeceğini düşünür.[x]  Ardından ilk girişimi olan Türk Zaferi Sigara Kağıdı'nı kurar.

Neden ilk girişim olarak kâğıt üretimini tercih etmişti? Nuri Bey bu işin kârından ziyade manevi hedefine önem verdiğini ifade eder. Rumların bu sektörde etkili olması ve kazandıkları paralarla işgalci güçleri desteklemeleri nedeniyle sigara kâğıdı üretimi düşmanların çabalarını boşa çıkaracak milli bir iş gücü olarak yorumlar.[xi]

Ayşe Buğra'nın da belirttiği gibi, Müslüman-Türk iş insanları girişimlerini sürekli olarak daha kutsal bir amaca işaret eder şekilde gerekçelendirir. Sürekli olarak milliyetçi diskur kullanılmasının da sebebi budur ve bu örüntü çoklukla Demirağ’da tekrar eder. Türk girişimciler başarılı iş yaşamlarıyla övünme eğiliminde değildir. Bunun yerine, genellikle başarılarından duydukları vicdan azabını sergilerler ve servetlerinin ulusal ekonomi üzerindeki olumlu etkilerini vurgulamaya özen gösterirler.[xii]

 

Demirağ’ın zihniyet çözümlemesini de diskuru üzerinden yapabilmek mümkündür. Örneğin Demirağ, Prof. Sadi Irmak ile yaptığı söyleşide iki ilkenin kendisi için önemli olduğunu vurgular; birincisi “her şahsi servet milletin ferd elindeki bir emanettir…”, ikincisi ise “…iffetsizlik, içki, kumar, tembellik onca öyle nakiselerdir ki bunlarla mahmul olan adam ilerleyemez.”  Bu ilkeleri kendi fabrikasının duvarlarına yazdırmıştır.[xiii]

Demirağ, Milli Kalkınma Partisi'nin kuruluşuyla ilgili bir başka söyleşisinde partisinin ilkelerini açıklarken, partide yer alacak kişilerin “…işretten, oyundan, iğrilikten, iffetsizlikten, eğrilikten, tembellikten, zulümkarlıktan sakınmak” gibi ilkelere riayet etmesi gerektiğini belirtir. Demiryolu inşaatında çalıştığı dönemde bazı ayyaş işçiler olduğunu, ancak Demirağ'ın ilkelerine uyduklarını ve sonunda hem mal hem de ahlak sahibi olduklarını söyleyerek kendisinin erdem timsali olduğuna dair örneklerde bulunur.[xiv]

Kendisi birçok girişime imza atmış olmasına rağmen asıl ününü 1924 yılında kardeşi Abdurrahman Naci ile birlikte Samsun-Sivas demiryolunun yapım ihalesini kazanmasıyla sağlayacaktır. Bu tarihten sonra demiryolu yapım projeleri bu aile ile özdeşleşecek ve soyadı olarak da kendilerine Demirağ soyadı verilecektir. Buraya kadar devletle olan ilişkisi Demirağ’ın oldukça iyidir ve kurduğu ilişkilerden sürekli olarak fayda ve çıkar sağlamaktadır.

Demirağ’ın uçak fabrikasına ilişkin girişimi ise devletin başlattığı kampanya ile başlar; yeni cumhuriyet uçak almak ya da üretmek için iş dünyasından bağış toplamak istemektedir. Ancak Demirağ bu isteği reddeder; bunun yerine bir uçak fabrikası kuracağını ilan eder. Bu noktada 1936 yılında Beşiktaş'ta bir atölyenin ve Gök Okulu'nun temelini atar. Daha sonra aynı okul ve havacılık için Yeşilköy'de bir sivil havaalanı inşa eder. Öyle ki İsmet İnönü’ün oğlu Erdal da bu okula kayıt ettirilir.[xv]

Fabrikasını makinelerle donatması için devlet kendisine döviz izni vermeye başlar; örneğin 1939 yılında Almanya'dan hangar malzemesi satın alması için devletten izin alır.[xvi]  Bu arada Demirağ, devletin teşvikiyle madencilik sektörüne de adım atar; 1942'de Sivas'ın Ömerli, Hinora ve Zimara köylerinden çıkardığı kromu eriterek değerlendirir.[xvii]

Fabrikanın faaliyete geçmesiyle birlikte devlet Demirağ'ı ödüllendirmiş, Türk Hava Kurumu da fabrikasına 12 uçak ve 65 planör siparişi vermiştir.[xviii] Özellikle 1938 yılında başmühendisinin uçağının yere çakılması ve kendisinin vefat etmesi dönüm noktalarından biri olmuş,[xix] ancak devlet ile Demirağ'ın fabrikası arasındaki ilişki devam etmiştir. Hava Kuvvetleri bünyesindeki uçaklar, motorlar ve çeşitli kara taşıtları onun fabrikasında onarılmış, yedek parçaları bu fabrikadan temin edilmiştir.[xx] Ancak Türk Hava Kurumu yaşanan kaza nedeniyle de uçakları yetersiz bulmuş; Demirağ yaptığı harcamaları tazmin etmek için hukuk mücadelesine girse de davayı kaybetmiştir.[xxi] Durumun komplo teorisi olmadan maddi gerçeklerle özeti bu şekildedir. Hiç şüphesiz daha sonra Demirağ ile ilişkilerin kesilmesinde devletçilik politikasının da etkili olduğu öne sürülebilir ki Demirağ da bunu hedef alacaktır.

Erken cumhuriyet dönemindeki çok partili sistemin başarısız deneyimlerinden sonra, Demirağ'ın Milli Kalkınma Partisi ilk uzun ömürlü muhalefet partisi olmuştur. Demirağ'ın kendine özgü altı ilkesine ek olarak, partinin öne çıkan vaatleri serbest ticaret ve serbest piyasaya öncelik vermek ve Türkiye Cumhuriyeti'nin iç ve dış bürokratik sistemini İngiltere ve ABD'yi örnek alarak Türk geleneklerine göre yeniden düzenlemekti.[xxii] Demirağ, Türkiye'deki devletçiliğin karşısına çok açık şekilde ABD örneğini koyuyordu. Partisini kururken verdiği röportajda; “Ben C. H. Partisine esasen girmemiştim. Çünkü, devletçilik prensibine şiddetle muarızım. Ben, Liberal bir sisteme taraftarım…Amerikanın siyasi zihniyetine hayranım. İnsanlığın saadetini ancak Amerikan Liberalizminde görüyorum.” Kendi kuracağı partisinin Amerika ile el ele vereceğini ifade ederek; “Amerikada bir Beyaz Saray var. Dünya milletlerine saadet dağıtacağına inandığım Beyaz Saray, ben, korumun şu sahil kısmındaki köşke Kanarya Sarayı adını vereceğim.”[xxiii] diyerek hayranlığını tekrar tekrar vurgulamıştır.

Ancak iş hayatı boyunca kullandığı milliyetçi yönünü de terk etmemiştir. Partisinin diğer kurucu üyelerinin Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rıfat Atilhan olması da bunu kanıtlar niteliktedir. İlki ilk mecliste Mustafa Kemal'e karşı en sert muhalefeti yapan kişidir; varlığı partinin liberal yönü olarak yorumlanabilir. Diğeri ise tanınmış bir milliyetçi ve hatta Nazi yanlısı bir yazardı; milliyetçi kanadı simgeliyordu. Ancak Nuri Demirağ ileride kendi partisinden de ihraç edilecek[xxiv] ve daha sonra Demokrat Parti'ye katılarak Sivas'tan milletvekili seçilecektir. Siyasi hayatı boyunca milliyetçi söylemini popülizm ve hatta İslami eğilimlerle birleştirmiş, ancak etkili bir siyasetçi olmayı başaramamıştır.

Bugün AKP tarafından sürekli düşman yaratarak ya da hayali tehlikeler işaret edilerek beslenen savunma sanayinin tekelleri, yer yer Demirağ’ın “ben” anlatılarına dayanarak bir tarih anlatısı ortaya sunmaktadır. Sol liberal ya da liberal yazarlarımız da bu anlatının temelini oluşturmakta, oldukça milliyetçi ve hatta Nazi yanlılığına kaçacak kadar sağ bir figürü sürekli yeniden karşımıza koymaktadır. İş yaşamını siyasetin içerisine yedirmiş birinden yaratılan bu mit, her sesini çıkarana karşı kullanılmaya devam edecektir. Ancak “ben” anlatısının dışına taşan gerçekler ideolojisiyle ve yaklaşımıyla ortadadır.

KAYNAKÇA VE DİPNOTLAR

 

[i] Mehmet Yaşar Altundağ ve Abdullah Esin’in terime dair önemli makalesi ve incelemesi: https://birikimdergisi.com/guncel/11614/teknofestlerin-ruhu-tekno-milliyetcilik

[ii] Bu mite dayanan paylaşımlar her yıl tekrar eder: https://x.com/teknofest/status/1591732611768094720

[iii] Fatih M. Dervişoğlu, Nuri Demirağ: Türkiye'nin Havacılık Efsanesi, s. 15.

[iv] Ziya Şakir, Nuri Demirağ Kimdir?. İstanbul: Kenan Matbaası, 1947.

[v]  Şakir, syf 3-20.

[vi] M. Necmettin Deliorman, Nuri Demiraǧʼin Hayat ve Mücadeleleri (Istanbul: Nu. D. Matbaasi, 1957), s. 145.

[vii] BOA, DHSAİDd.125/163. 8 Aralık 1847.

[viii] BOA, DHSAİDd.101/271. 27 Haziran 1878.

[ix] Dervişoğlu, s. 63. 

[x] Şakir, s. 38.

[xi] Son Posta, 5 Haziran 1935.

[xii] Ayşe Buğra, State and Business in Modern Turkey: A Comparative Study (Albany, NY: State University of New York Press, 1994), syf. 3-4.

[xiii] Son Posta, 25 Ağustos 1942.

[xiv] Akşam, 8 Temmuz 1945.

[xv] Dervişoğlu, syf. 86-104.

[xvi] BCA, 212.441.10 21 Kasım 1939.

[xvii] BCA, 100.91.19, BCA, 100.91.20 2 Kasım 1942.

[xviii] Dervişoğlu, s. 112.

[xix] Günaydın, 13 Şubat 1972.

[xx] BCA. 99.13.67, 1 Ağustos 1942.

[xxi] Dervişoğlu, s. 107.

[xxii] Akşam, 8 Temmuz 1945.

[xxiii] Vakit, 8 Temmuz 1945.

[xxiv]  Akşam, 28 Ağustos 1952.