Türkiye her alanda ağır bir tahribat yaşıyor. Tarihi Cumhuriyet’ten de eski ülkemizin milli serveti diyebileceğimiz kurumların başına gelenler bu tahribatın en açık göstergesi. Parlamentodan üniversitelere, bakanlıklardan liselere; ekonomiden eğitime, Merkez Bankası’ndan TUİK’e çorap söküğü gibi uzayan bir liste... Liyakat yerine sadakatin hakim olduğu, denge-denetleme mekanizmalarının yok edildiği bu yeni siyasal düzende asırlık kurumların işlemeyen yönlerini iyileştirmek yerine kurumlara “ganimet” muamelesi yapılıyor. “Ele geçirilen kurum” bütün değerleri, birikimi ve ülkenin menfaatleri dahi gözetilmeden dönüştürülmeye çalışılıyor. Ben bu durumu bulldozer ile bir şehre dalıp pervasızca yok etmeye benzetiyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nin kısa sürede başına gelenlere göz atmak ülkedeki tahribatın küçük bir boyutundan bize meselenin ne kadar ciddi olduğunu gösterecektir. BOĞAZİÇİ BOĞAZİÇİLİLERİN MESELESİ Mİ? Mezunu olduğum Boğaziçi Üniversitesi’nin bizlere kattığı en büyük değer “barış içinde bir arada yaşama” pratiği. Farklı kimliklerin, yönelimlerin, farklı sosyal statüden insanların birlikte öğrendiği, tartıştığı bir yaşam alanı. Bunun ötesinde bilimi, liyakati esas alan bir eğitim kurumu. Bize dünyanın kapılarını açan, evrensel standartlara erişmemizi sağlayan... 1876’da Robert Kolej olarak kuruldu. 1971’de Türkiye Cumhuriyeti’ne devredildi. Adı Boğaziçi Üniversitesi oldu. 100 yılı aşkın bir birikim, kurum içi yerleşmiş bir demokrasi... 2 Ocak 2021’de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Boğaziçi Üniversitesi’ne kurum dışından bir rektör atandı. Melih Bulu. Bulu’nun atanması, atanma biçimi bugün yaşanan tahribatın habercisiydi. 100 yılın birikimini bir gecede yok etmeye çalışan bu karar için akademisyenler 100 günü aşkın süredir seslerini duyurmaya çalışıyor. Öğrencisi, mezunu büyük bir çaba içinde... Karşılığında “vatan haini” ilan edildiler, gözaltına alındılar, okulun kapısına kelepçe takıldı. Bir avuç Boğaziçili kurumlarını koruma derdinde. Adım adım örülen sinsi otoriterliğe karşı direnç gösteriyorlar. Nisan ayının sonunda yayımlanan Boğaziçi hasar raporunu aşağıda görebilirsiniz. Boğaziçi’ni evrensel standartlarda bir üniversite yapan değerlerin nasıl yok edilmeye çalışıldığının bir göstergesi. Çoğulculuğun, liyakatin, farklılığın yok edilmeye çalışıldığının göstergesi.. Aşağıdaki görsel Nisan ayının sonunda yayımlandı. Melih Bulu yönetimindeki üniversitenin çoğulculuğunun, değerlerinin, kurumsal birikiminin nasıl tahribata uğradığının göstergesi. Geçen süre zarfında akademisyenlerin sözleşmesi keyfi ve uydurma gerekçeler ile yenilenmemeye çalışıldı, okuldaki “güvenlik” daha doğrusu “gözetleme” önlemleri artırıldı, öğrenciler darp edilmeye devam edildi. Barışın, hoşgörünün, çoğulculuğun öznesi olan bir yaşam alanı kendisi olmayan bambaşka bir şeye dönüştürülmeye çalışılıyor. Aynen Türkiye’nin dönüşümü gibi... Tam da bu yüzden Boğaziçi’nin meselesi, Türkiye’nin meselesi. Boğaziçi’ne sahip çıkmak Türkiye’ye sahip çıkmak. Türkiye önce Anadolu, Fen liselerini kaybetti. Şimdi sıra üniversitelerde. Ülkece kendi mahallelerimizden, sınıfsal bariyerlerimizden, kimlik kavgalarımızdan çıkma alanlarımız yok ediliyor. Eskiden her şey mükemmel değildi, ama kurumları iyileştirmek, demokratikleştirmek yerine onları tahrip eden bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız. “Her şehre bir üniversite” sloganının üniversiteleri beton yığını ve makam koltuklarından ibaret gördüğü bir yönetimde Türkiye giderek içe kapanıyor. Bizi dünya standartlarına eriştiren demokratik kazanımlarımız, kurumlarımız bir bir yok ediliyor. Tam da bu nedenle Boğaziçi’nden 100 günü aşkın süredir devam eden kurumsal değerlere sahip çıkma meselesi Türkiye’nin geçmişine ve geleceğine sahip çıkma meselesidir. Boğaziçi milli servettir. GEÇMİŞE VE GELECEĞE SAHİP ÇIKMAK Bu yazıyı yazdığım gün Boğaziçi’nde üstümde çok emeği olan bir hocamın da doğum günü. Türkiye’nin en iyi siyasal iktisatçılarından. 100 günü aşkındır Boğaziçi’nde duranlardan. Karda, kışta, sağlık durumu elvermiyorken bile hiçbirimizin kampüse gelmeyeceği hallerde bizleri, derslerini hiç ihmal etmedi. Meslek etiğini, işimi hakkıyla yapmayı ondan öğrendim. Hala bir şeyi eksik yapsam, hakkını vermediğimi düşünsem aklıma gelir hocanın telkinleri. Ülkesini, öğrencilerini çok seven, işini hakkıyla yapan, bugün dünyanın her yerinde en saygın kurumlarında çalışabilecekken vaktini ve ömrünü bu ülkenin geleceğine adayan hocam ve pek çok hocamız/ meslektaşımız Boğaziçi’nde dimdik duruyor. Kurumu, geçmişimizi, geleceğimizi ve demokratik değerlerimizi savunmak için... İnsan sormadan edemiyor “milliyetçilik hamaseti” yapanlar mı yoksa bu ülkenin kurumlarına, milli servetine sahip çıkanlar mı vatansever? Yapılanlar ise Tanıl Bora’nın ifadesiyle “üç kuşakta bin bir emekle zarafetle yapılmış bahçeye beton dökmektir.” Ülke bir beton yığınına dönüşmeden kurumlara, geçmişe ve geleceğe sahip çıkmanın önemini bize Boğaziçi Üniversitesi anlatıyor. Boğaziçi bir Türkiye meselesidir.