Halkların baskıcı ve yozlaşmış yönetimlere karşı meşru hak taleplerinde bulunmasına kayıtsız kalan muhalefetin sözgelimi Gezi Protestosunu hükümetin çizdiği çerçevenin dışında değerlendirmesi çelişkili bir durum yaratacaktır. Kazakistan’da geniş halk kitlelerinin, yaşam koşullarının zorluğu, yönetimdeki yozlaşma ve demokratik hakların yoksunluğuna tepki olarak sokaklara dökülmesi bu ay uluslararası politikada en çok ses getiren gelişmelerden biri oldu. Kazakistan liderliği olayları yatıştırabilmek için önce ekonomi alanındaki bazı kararları geri çekti, sonra hükümetin istifasını devreye soktu, bunun ardından ise göstericilere gerekirse şiddet yoluyla müdahale edileceğini açıkladı. Aynı zamanda, Rusya’nın güdümündeki Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne ait askeri birlikler de ülkeye davet edildi. Kazakistan olaylarının en yoğun olarak tartışıldığı ülkelerden biri Türkiye oldu. Bu yoğunluğun şaşırtıcı olmayan bir sebebi hiç şüphesiz ki Türkiye’nin Kazakistan ile olan etno-kültürel ve tarihsel bağlarıdır. Bunun diğer sebebi ise herhalde Kazakistan’da yaşananların Türkiye’deki güncel siyasi tartışmalarla ilişkilendirilebilecek bir içeriğe sahip olması. Türkiye’deki muhalif toplumsal hareketleri “dış mihrakların oyunu” olarak görmeye alışkın bazı çevreler (özellikle “Avrasyacı” olarak bilinen gruplar) Kazakistan’daki gelişmeleri de aynı çerçevede okudu ve meseleyi anti-emperyalizm konusuna bağlamayı uygun buldu. Türkiye’deki muhalif eylemselliği doğal halk hareketleri olarak değerlendiren diğer bazı çevreler ise Kazakistan’da yaşananları baskıcı ve yozlaşmış bir iktidara karşı halkın meşru hak istemleri olarak görmeyi tercih etti. Bu tartışmada ikinci gruba yakın olduğumuzu belirtiyor ve bu tür halk hareketlerine etik bir yaklaşımın nasıl olacağıyla alakalı ipucu verebilecek şu soruları sormak istiyorum:
  1. Siyaset sadece devlet yetkililerinin ya da parti liderlerinin yapacağı bir iş midir? Sivil siyaset kavramı sokağın da meşru bir siyaset alanı olduğunu bize söylemez mi? İnsanların protesto ve gösteri eylemleri düzenlemeleri katılımcı demokrasinin gereği değil midir ve bu haklar tüm gelişmiş ülke demokrasilerinde (ve Türkiye’de ve hatta Kazakistan’da) teminat altına alınmamış mıdır?
  2. Ağır geçim sıkıntısı yaşayan ve aynı zamanda fikir ve ifade hürriyeti arayışı içinde olan insanların haklarını aramak için sokağa çıkmaları çok doğal değil midir? Bunun altında mutlaka dışarıdan yönlendirme aramak en başta bu insanlara saygısızlık olmaz mı? Bu insanlar dışarıdan bir müdahale olmadığı takdirde yaşadıkları onur kırıcı şartları göremeyecek ya da buna ses çıkaramayacak kadar aciz varlıklar mıdır?
  3. Dejenere ve baskıcı bir iktidar tarafından idare edilen bir ülkede, yurttaşlar başlarındaki hükümet Batı karşıtı ya da Batı nüfuz alanının görece dışında diye haklarını aramamalı mı? O zaman illaki emperyalizmin kuklası haline mi gelirler? Bu tür durumlarda bu insanlar Avrasyacıları mutlu etmek için susup oturmalı ve kaderine razı mı olmalıdır?
Sivil siyaset kavramı sokağın meşru bir siyaset alanı olduğunu söylemez mi? İnsanların protesto eylemleri düzenlemeleri katılımcı demokrasinin gereği değil midir ve bu haklar tüm gelişmiş demokrasilerde teminat altına alınmamış mıdır?
  1. Peki bu tür eylemlere Batı ülkelerinden destek verenler olamaz mı? Olabilir, doğaldır. Batı nüfuz alanının görece dışındaki bir ülkede bu tür bir eylem başladığında bir Batı ülkesi bunu desteklemeyi kendi çıkarlarına uygun bulabilir. Bu da uluslararası siyasetin kuralıdır. Böyle bir desteğin olması kitlelerin doğal hak arayışını yanlış veya toptan geçersiz mi kılar ve onları zan altında mı bırakır?
  2. Hatta velev ki Batı merkezli bazı kuruluşlar eylemcilere doğrudan destek verdi. Benzer ilke ve değerlere inanan kişi ve toplulukların birbiriyle dayanışma içinde olması temelden yanlış olarak mı kabul edilmelidir? Burada kişisel menfaatlerin öne çıktığı art niyetli bir patronaj ilişkisi yoksa benzer değerler için mücadele eden insanların sınıraşan bir etkileşim içinde bulunmaları küreselleşmenin en doğal sonucu değil midir?
  3. Ayrıca Batı ülkelerinin farklı coğrafyalarda nüfuzunu artırma girişimine haklı olarak karşı çıkan çevreler aynı hassasiyeti Batı dışı emperyal ülkeler için de göstermekte midir? Batının emperyalist yayılımına, onun özellikle ekonomik sızma girişimlerine karşı temkinli olmak hiç şüphesiz ki gereklidir, ancak Batı ile en mütevazı düzeydeki bir etkileşimi reddeden Avrasyacıların örneğin Kazakistan yönetiminin göstericilere karşı Rusya’yı ülkeye davet etmesine bir itirazı yok mudur?
Bu soruların olası cevaplarını sadece kanaat önderleri değil aynı zamanda muhalif siyasetçiler de düşünmeli. İktidarın kendisini seçmenine sunuş tarzı ve onlarda yaratmak istediği imaj hesaba katıldığında Kazakistan meselesini Avrasyacı çizgiye yakın biçimde yorumlaması sürpriz değil. Fakat Meclis’te hazırlanan, Kazakistan yönetimini destekleyici tarzda bir metne Millet İttifakı bileşenlerinin de imza atmasının mantık örgüsüne hiç uymadığını belirtmek gereklidir. Halkların oligarşik yönetimlere karşı meşru hak taleplerinde bulunmasına kayıtsız kalan ve bu örnekte Kazakistan iktidarına yakın duran muhalefetin sözgelimi Gezi Protestosunu hükümetin çizdiği çerçevenin dışında değerlendirmesi çelişkili bir durum yaratacaktır. Dolayısıyla bu ve benzer örneklerde, silahsız ve şiddete teşvik içermeyen protesto eylemlerinin prensip olarak yanında durmak muhalefet için hem ilkesel hem de pragmatik açıdan doğrudur. İç politika ile dış politikanın hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği bir süreçteyiz. Bu süreç dahilinde inandırıcı ve sonuç alınabilir bir siyaset sürdürmek iki alan arasındaki söylemlerinizin (ve aynı zamanda eylemlerinizin) tutarlı olmasını şart koşmaktadır. Bu hususun yeterince dikkate alınmaması, muhalefetin manevra alanını daraltabileceği gibi kendi söylemini güçlendirmek konusunda iktidarın değirmenine su taşıyacaktır.