Samet Altıntaş, 'Subcomandante Marcos ya da Bayramî-Melamîler'in neden ihtilal yapamadığını' kaleme aldı.
SAMET ALTINTAŞ
Abdülhak Şinasi Hisar, “Hemen hiç kimse, zamanın kendine mahsus çerçevesi içinde kalmaya razı olmaz. Hâl içinde yaşayanların bir kısmı istikbale vurgun, bir kısmı da maziye âşıktır” diye konuşur anılarında. Ben 15'inci yüzyılda yaşamış büyük mürşit Hacı Bayram Veli’nin müridi Bıçakçı Emir Dede eliyle silsilesi başlayan Bayramî-Melamîlerle, 1 Ocak 1994’te (aslında 31 Aralık 1993’te) Meksika’da devrim yürüyüşü başlatan Subcomandante Marcos ve Zapatistaları; ‘tarihte çatlak açtıkları’, ömür sürdükleri ‘şimdiki zaman’a çentik attıkları için birbirlerine benzetiyorum. Ne coğrafya ne kültür ne inanç ne de aralarında tarihsel bir rabıta olmasına rağmen adını andığım ‘tarikat’ ve ‘örgüt’ün kendi iç elleri, üslupları ve hayatı müdanasız kavrayış biçimleri şaşırtıcı derecece aynı. Bu menentleri pek tabi seslendireceğim; ama iki grubu kısaca tanıtmama müsaade edin. Öyleyse kronoloji ve vesikanın izinde konuşmaya başlayalım:
Tekkeleri İşgal Eden Hiyerarşi!
Bir kere melamet; sözlükte ‘kınamak, kötülemek, ayıplamak’ anlamına gelen tasavvufî bir ıstılah. Nihat Azamat’ın tespiti ile 9'uncu yüzyılda Horasan’da ortaya çıkıp özellikle Nişabur’da yaygınlık kazanan, etkileri de bugüne uzanan bir sufi perspektif. Siz bunu; tarikatların ‘holding’leşmeye başlamasına, hiyerarşik tabuların tekkeleri işgal etmesine bir tepki, bir reaksiyon olarak da okuyabilirsiniz. Günümüzde kimi tasavvuf tarihçilerince tenkit edilse de Abdülbaki Gölpınarlı’nın şemalandırdığı bir küme söz konusu. Bu tasnife göre; 884 yılında vefat eden Hamdun Kassar, Melametiyye akımının ilk temsilcisi olduğundan onun şahsında şekillenen bu anlayışa ‘Birinci Devre Melamileri’, Erdebil Ocağı’nın son mezunlarından Somuncu Baba’nın halifesi Hacı Bayram’ın yoldaşı Bıçakçı Emir Dede’nin sistemleştirdiği yola ‘İkinci Devre Melamileri’, 1888’de Makedonya’nın tarihî kasabası Ustrumca’da ahrete doğan Muhammed Nurü’l-Arabî’nin etrafında teşekkül eden tarza da ‘Üçüncü Devre Melamileri’ denegeliyor.
‘İmparatorluğun İç Nizamını Yapan’ Şeyh
Bize burada lazım olansa Tanpınar’ın deyişiyle ‘İmparatorluğun iç nizamını yapan’ Hacı Bayram Veli’nin nefesi. Beş Şehir müellifinin çizdiği portrede; bu Ankaralı sufi, sade Hakla Hak olan bir veli değil. Adını verdiği Bayramîyye; esnaf ve çiftçinin, yani emekçinin tarikatı aynı zamanda. Üstüne üstlük 1240 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı giriştiği büyük siyasî-içtimaî ayaklanma hareketine adını veren Baba İlyas’ın halkasında genişleyen köylü aksiyonuyla ahilik teşkilatı onun etrafında birleşiyor. İşte, menkıbelere yansıyan ve Hacı Bayram’ın vefatı sonrası Akşemseddin ile Bıçakçı Emir Dede arasında geçtiği serdedilen ‘post kavgası’ ‘dervişlik hırkada ve taçda değildir’ diyen Bursalı’nın kendi playground’ını belirlemesiyle son bulur.
‘Zındık ve Mülhit’lerin Yol Ayrımı
İstanbul’un zapt edilmesinden yirmi iki sene sonra, yani 1475’te vefat eden Bıçakçı Emir Dede’nin ardından usulü, bu aykırı (ayrıksı?) kılavuzun bilinen tek halifesi Bünyamin Ayaşî sürdürür. Kutupluk makamını Ayaşlı’dan devralan Pir Ali Aksarayî olur. Batılıların ‘Büyük Türk’ diye andığı Kanunî Sultan Süleyman saltanatında Bayramî-Melamîlerle müesses nizam arasında elektriklenmeler başlar. Fetvacılar tarafından sırtlarına ‘zındık ve mülhit’ damgası vurulan bu yolun yolcuları şeriata mugayir düşünce ve davranışlardan uzak durmaya gayret ederler. Aksarayî; Pir Ahmed Edirnevî, Yakup Helvayî ve Ahmed Sarban gibi halifelerinin yanı sıra sırrı, evladı İsmail Maşukî’ye uzatır. İsmail E. Erünsal’ın kaydettiğine göre; burada Bayramî-Melamîler yol ayrımına gelir ve bu neşve; yaşının genç olması sebebiyle halk arasında ‘oğlan şeyh’ diye ünlenen Maşukî’den sonra kendine farklı bir yön çizer, makamın yeni sahibi ‘ikinci devre’nin de dönüm noktası olur.
İsmail Maşukî’nin Fetvası WikiLeaks’ten Çıkar mı?
“Terkedip nâm u nişânı giy melâmet hırkasın/Bu melâmet hırkasında nice sultan gizlidir” diyen ‘Kurban İsmail’in payitahta taşıdığı vaazlar, şathiyenin sınırlarında, softaların sinirlerinde dolaşırken, dönemin şeyhülislamı İbn Kemal’in başkanlığında müderris Ebussuud Efendi ile İstanbul Kadısı Şeyhî Çelebi’nin başını çektiği ulema heyetinin vardığı konsensüs neticesinde, ‘siyaset, melamet ve şehadet’ döngüsünde, 1528’de on iki müridiyle idam edilir. Onun denize atılan başı ve bedeni bugün Bebek yakınlarındaki Kayalar Mescidi haziresinde. Bu arada Abdurrezzak Tek’in Melamet Risaleleri’nde belirttiği üzere İsmail Maşukî hakkında verilen fetvanın metni günümüze ulaşmadığından şeyhin idamının dayandırıldığı gerekçeler net olarak belli değil, gerçeğe ulaşmak adına bize bir sızıntı, bir WikiLeaks belgesi lazım. Velhasıl Melamî damar; Hamza Balî (ö. 1561), Sütçü Beşir Ağa (ö.1662) gibi mürşitlerin flaş idamlarıyla iyice yeraltına çekilir. 18. asır Melamîlerinden Lalizâde Abdülbaki’nin ‘hatemülaktab’, yani ‘son kutup’ diye andığı Sadrazam Şehid Ali Paşa’nın 1716’daki vefatıyla itikada göre yol sırlanır veya tarihin tayin edemediği bir zamanda kendi yolunu bulur.
Şairler ve Silahlarla Başlayan ‘Arınma Eylemi’
Şimdi biraz da ‘Komutan Yardımcısı’ ve yoldaşlarını anlatalım: Akademisyen Nick Henck’in 2007 yılında hazırladığı biyografiye göre Rafael Sebastian Guillen Vicente, 19 Haziran 1957 tarihinde, -yüksek sınıfın değil Tampico’nun bir parçası olarak- Meksika’da dünyaya gelir. Okul yıllarında ‘siyaset teorisinin en iyi kitabı’ dediği Don Kişot’u, Emiliano Zapata’nın başı çektiği 1910 Meksika Devrimi’ni, tarih ve siyaset bilimini öğrenir. Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nde öğretmen iken 1984’te, yani 27 yaşında ilk Zapatista kampını kurar, yanında şairler ve silahlar vardır, bu bir ‘arınma eylemi’dir.
Ya Basta: Adalet, Özgürlük, Demokrasi!
Marcos; Ya Basta (Yeter Artık) diyerek, inkılap derslerini kendi nefsini ayaklar altına alan bir personayla dünyaya ilan eder: Subcomandante, yani Komutan Yardımcısı. Onun öğretisine göre, asıl kumandan halktır çünkü. Bu adlandırma, dünya sol hareketleri için de sıra dışı bir manifestodadır aslında. Çünkü Marcos’un da ilerideki mülakatlarında belirteceği üzere lider kültü etrafına dolanan ruhlar özgür olamazlar. Sol, devamlı surette ‘hayır, hayır’ diyen ve hiçbir şey önermeyen bir çizgidedir. Hâliyle Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN), ‘ilkel komünizm’e dönmeye şiddetle karşıdır. Fidel Castro biyografisi de kaleme alan İspanyol yazar Ignacio Ramonet’nin Onurlu İsyankâr’da sorduğu, “EZLN’yi bir hareket olarak tanımlar mıydınız?” sorusuna Marcos, şu cevabı verir: “EZLN harfi harfine tanımlanmış bir ideolojiye sahip olmayan bir ayaklanma hareketidir. Klasik siyasî konumların hiçbirine uymaz: Marksizm-Leninizm, toplumsal-komünizm, Kastroculuk, Gueveracılık vb. Biz devrimci hareketlerin, ne kadar devrimci olurlarsa olsunlar, esas itibariyle zorba hareketler olduğunu düşünüyoruz. Silahlı bir hareketin yapması gereken şey bir sorunu -özgürlük eksikliği, demokrasi kusuru, adalet yokluğu- ortaya koymak ve sonra kaybolmaktır. Şu anda bizim yapmaya çalıştığımız gibi.”
Saramago’ın Tarih Çizgisi, Marquez’in Röportajı
Marcos; EZLN’nin asıl silahının tüfek değil, söz olduğunu hemen her seferinde vurgular, evet bazen sözler, ihtilalden daha güzeldir. New York Bağımsız Basın Derneği eski başkanı İspanyol çevirmen Juana Ponce de Leon’un hazırladığı Sözümüz Silahımızdır kitabına, önsöz yazan Portekizli yazar Jose Saramago, “Chiapas, Acının ve Ümidin Adı” verdiği yazısında, Meksika Ordusu’nun Kızılderililere uyguladığı baskı ve baskını 1492’de vuku bulan Endülüs trajedisiyle eş tutar. Marcos’u yerli halkla seslerini duyurmaya iten saikse otokton bir hatırlatma, küreselleşmenin ve neoliberalizmin suratına bir yumruk atma arzusudur. Yine 2001’de Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in “Eğer herkes kim olduğunu biliyorsa, neden kar maskesi takıyorsun?” sorusuna, “Biraz geçmişten kalma cilveleşmenin ürünü. Kim olduğumu bilmiyorlar. Burada sahnede olan Subcomandante Marcos’un şimdi ne olduğu, geçmişte değil” yanıtını verir. (Bu arada Marcos’un Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’ya yazdığı mektubu da okuyunuz.)
Güneydoğu Meksika Dağları’nda ‘Başkasının Masalları’
Evet EZLN, otonom, özerk ve ademimerkeziyetçi bir tavır içinde olduklarının her daim altını çiziyor. Bu yüzden eşit yurttaşlık temelinde buluşma çağrılarını her zaman yineliyorlar; Güneydoğu Meksika Dağları’nda ‘başkasının masalları’ olduğunu varla yok arasında giden halkların dilinden anlatıyorlar, inatla. Bu satırları okurken aklınıza pekâlâ Türkiye’deki ‘Kürt sorunu’ gelmiş olabilir. Fakat PKK’yla EZLN arasında kanaatiacizanemce hiçbir uyuşma yok. Her iki örgütün sosyalist bir kanaat üzerinden yükselmesi, ideolojik yükünü buraya yığınak yapması onların aynı mahallenin çocukları olduğunu göstermez. (Not: Zeynep Gambetti’nin “Uzam/Mekân Politikası: Kürt ve Zapatista Hareketlerinin Uzamsal Dinamikleri” adlı makalesinde yaptığı Diyarbakır-Chiapas karşılaştırması space ve place ilişkisine doyurucu örnekler vermiyor.) Yazımın başlığını taşırmamak adına bu meseleyi sonraya havale etmek istiyorum. Ama emperyalistlerin taşeronluğunu yapan, (Marcos’un yerlilere uyguladığı alkol yasağını hatırlatayım) uyuşturucu ticareti üzerinden mit yaratan, 1984’ten beri ne idüğü belirsiz bir savaşın baronları, Marcos’un okuduğu kitapların boyuna yetişemez, dedikten sonra Subcomandante’nin Lacandona Ormanları’ndan yayınladığı Altıncı Deklarasyon’da söylediği sözleri hatırlatayım: “Meksika’da ve dünyada yapacağımız şeyi silahsız olarak, sivil ve barışçıl bir hareket aracılığıyla ve kendi cemaatlerimizi ihmal etmeden ve desteklemeyi elden bırakmadan yapacağız.”
İmgesel Performans veya İkonik Seyrisülûk
Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ta 1826’da Yeniçeriliğin ilgasından sonra Bektaşîleri, Arnavutluk Emek Partisi’nin kapısına kadar götürerek “Yedinci Bölüm: Kafdağı’nın Harfleri”nde iz sürdüğü gibi yazıyla soğuk şaka yapmak gibi bir niyetim yok. Marcos; kar maskesi, piposu ve iki koluna taktığı zamanları farklı saatleriyle bir ikona dönüşse de bir dervişin seyrisülûk esnasında karşılaştığı nefis mertebelerini geçmesi, hayret ettirmesi gibi 2006’da ‘Subcomandante’ payesinden de istifa edip, kendini ‘Delegado Zero’, yani ‘sıfırıncı delege’ ilan etmiş, 2014’teki konuşmasında da artık bir ‘hologrom’ olduğunu belirtmiş ve şu ölçüyü sabitlemişti: “Kesinliklerimiz ve pratiğimize göre, isyan liderlere ya da kişiliklere, Mesih ya da kurtarıcılara ihtiyaç duymaz. Kavga etmek için ihtiyaç duyacağınız şeyler, utanma duyusu, belirli miktarda onur ve bir sürü örgütlenmedir. Geri kalanı ya kolektife hizmet eder ya da hiçbir şeye hizmet etmez.” Tüm bu açıklamalara rağmen Marcos, bir kurgu değil, eylem ve iradesiyle gerçekti. Netflix’in “1994: Meksika’da İktidar, Suç ve İsyan” belgeselinde görünen ‘Maskeli Adam’, rütbesinin ne olduğunu soran muhabire verdiği “Subcomandante, yani komutan bile değilim” cevabını yeniden anımsatmış olayım.
Direnişin Ötesi: Her Şey
Velhasıl başlığı aşağıya çekip yazının sonuna geleyim: Bayramî-Melamîler’de diğer tarikatlardan farklı olarak tâc, hırka, zikir, virt, âyin, sema, deveran, riyazat gibi uygulamalar yok, varsa da görünür değil. Bu dervişler; keşfe ve keramete itibar etmezler, mürşide duyulan muhabbet ve ondan gelen cezbeyle, ‘kalbe bakıcılar’ın rehberliğinde yollarına devam ederler. Ayrıca her birinin kendine mahsus bir mesleği vardır ve helalinden dünya saatlerini işletirler. Yine onlar, insanlara karşı tevazu içinde olup kimseye karşı üstünlük taslamazlar. ‘Büyük insanlık ideali’ için kendi cemaat halkalarını cebren genişletmezler, politbüro kurup davaları adına sağda solda bomba patlatmazlar. Komünlerinde kendi mısır tarlalarını eken, iktidar hevesi ve hedefi olmayan, tıpkı Marcos’un ‘herkes için her şey, kendimiz için hiçbir şey’ düsturu yahut ‘güçlülerin sömürüsünden yorgun düşmüştük ve kendimizi savunmak ve adalet için savaşmak üzere örgütlendik’ sözü gibi Direnişin Ötesi: Her Şey’dir. Ve Tuna Kiremitçi’nin söylediği gibi ‘en sağlam direniş kalbi temiz tutmaktır.’
“Terimizi Silip, Tarihi İyileştirmek İçin Harekete Geçtik”
Nasıl Bıçakçı Emir Dede’nin yolundan gidenler ana akım tarikatların dışında kalıp, nevişahsına münhasır riyasetleri ile yürümüşlerse, Zapatistalar da içlerine ve tarihe baktıklarında dünya ölçeğindeki sol hareketlerden ayrı bir mukavemeti temsil ettiler. Marcos; adlarını tüm dünyaya duyurdukları eylemden daha iki ay sonra, yani 1 Mart 1994 tarihinde rüyalarında başka bir dünya gördüklerini söyleyip, ‘büyümek, çocuklarımızın kalplerini doldurmak, terimizi silmek ve tarihimizi iyileştirmek için harekete geçtik. Hepsi bu kadar. Tüm istediğimiz bu. Ne daha fazla ne daha az' dediğinde hikâyenin akışını deklare etmişti aslında: Evet, sisteme ayak bağı olundu, şairane ve soylu öfke bir kehanet gibi saklandı.
Hafıza, Anıyla (Acıyla?) Tazelenir!
Bir kamuflaj olduğunu söyleyen ‘Subcomandante’, yani isyanın dağarcığı, diğer avazelerle kendini yenileyen bir yankı, hikâyesini anlatırken başkalarını bastırmayan, direnmelerin ve umutların arasında bir iletişim ağı (bağı?) olduğunu gösteren bu adam, bugün 67 yaşında ve şiirini hâlâ bitiremedi; çünkü o ‘tamamlanmayacak bir devrim’ için yola çıkmıştı, Nurettin Topçu’nun dediği gibi ‘kalpsizlerin cenneti olan bu dünyayı vatan kabul etmeyerek’, aşağıdan doğan tarihin seslerini uzattı bize. Demem o ki otuz yılı (1994-2024) geride bırakan EZLN neden ‘zafer’ elde edemediyse, Hacı Bayram’ın çocukları da benzer duygulardan ‘ihtilal’ yapmadı.
Şimdi mataralarındaki tuzlu suyu içen, kendilerinin bile ücralarında yaşayan Subcomandante Marcos ve Bayramî-Melamîlere bir İsmet Özel şiiri ikram ediyorum; çünkü hafıza anıyla (acıyla?) tazelenir: “Cesur ve onurlu diyecekler, halbuki suskun ve kederliyim.”