Siyasi kültürümüzün acı gerçekleri
Can Kakışım
Siyasi kültür, bir toplumun siyasete ilişkin sahip olduğu alışkanlıklar, ilkeler, değer yargıları ve ritüeller bütünüdür. Bu kavram siyasetin doğrudan toplum tabanındaki algılanışını ve işleyişini göstermesi bakımından hayati önemdedir. Yasal ve kurumsal düzlemde ülkeler büyük oranda birbirine benzediğinden, toplumların demokrasi düzeyindeki farklılıklarını açıklayan kilit unsur budur. Ben de bu yazıda, Türk siyasi kültürünün temel gerçekliklerine kısaca bir göz atmak istedim. Sanırım devlet kavramına bakıştan başlayabiliriz.
1) Türk siyasi kültüründe devlet kutsaldır ve çoğu zaman eleştirilemezdir. Ancak burada devlet soyut bir varlık, yani kişilerden bağımsız bir kurallar manzumesi olarak ele alınmamaktadır. Devlet, iktidardaki kişi ya da siyasi partide cisimleşmekte, dolayısıyla bu kişiye ya da partiye karşı olmak, devlete karşı olmak olarak anlaşılabilmektedir. Çarpık biçimde algılanan bu devlet, milletten bağımsız, onun üstünde bir kategori, ona her alanda yön gösterecek bir otorite olarak değer kazanmaktadır.
Örnek: “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” (Atasözü)
2) Türkiye’de siyaset en kolay sınıf atlama aracıdır. Siyasetçilerin görevi kötüye kullanarak şahsi zenginlik elde etmelerinin yadırganmaması ise siyasi kültürümüzün bir diğer dikkat çekici özelliğidir. Bu zenginleşme çoğu zaman doğrudan hazineden çalmak yoluyla olmaz, genellikle makamın ağırlığı kullanılarak iş çevrelerinden maddi çıkar sağlanır. Bunun da Türk Ceza Kanunu’ndaki adı “irtikap”tır. Gelin görün ki halkın çoğu böyle bir suç olduğunu dahi bilmez ve siyasetçi az çok görevini yapıyorsa işin diğer kısmıyla ilgilenmez.
Örnek: “Çalıyor ama çalışıyor” (Yaygın halk deyişi)
3) Eğer bir ülkede siyasete girenler zenginleşiyor ve bu kitlelerce doğal karşılanıyorsa siyasetçilerin alt kademelerdeki “ufak tefek” usulsüzlüklere güçlü tepki vermeleri beklenemez. Böylece yukarıdan aşağıya bir talan zinciri oluşturulur. Üst kademedekinin “kendisi yemiyorsa başkasına da yedirmeyeceği” inancından dolayı, dürüstlüğüyle bilinen siyasetçiler Türkiye’de halk tabanında pek itibar görmez. Piyasa koşullarına daha hâkim olan siyasetçiler ise halktan kişiler olarak öne çıkar.
Örnek: “Benim memurum işini bilir” (Turgut Özal)
4) Siyaset üzerinde toplumsal baskı mekanizması etkili biçimde çalışmadığında, yasalara uyum düzeyi de iktidarın gündelik tercihlerine göre değişebilmektedir. Zira Türkiye’de yasa belirleyip onu eksen kabul etmek gibi bir yaklaşım çoğunlukla yoktur. Bunun yerine kuralları siyasi çıkar hesaplarına göre yorumlama, esnetme, hatta delme tavrı söz konusudur. Burada esas sorun, devleti yasalar çerçevesinde anlam bulan bir olgu olarak değil sadece mevcut iktidardan ve onun temsilcilerinden müteşekkil bir yapı olarak görmektir.
Örnek: “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” (Turgut Özal)
5) Devlet katında yasallık hassasiyetinin olmaması yansımasını toplum tabanında da bulmaktadır. Devletin üst kademelerinde yasalara yönelik kayıtsızlık ya da bunu ciddiye almama gibi bir eğilim olunca halkta da benzer tepkiler oluşmaktadır. Bu da Türkiye’de yazılıdan çok uygulamanın ön plana çıkmasına sebep olmaktadır. Önemli olan yasanın kendisi değil, iktidardaki kişilerin bunun ne kadarını uygulayacağıdır.
Örnek: “Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer” (Atasözü)
6) Ülkemizde insanlar genelde sınıfsal pozisyonlarına göre değil doğuştan getirdikleri kimliklerine, aile geleneklerine ya da yaşam tarzlarına göre oy kullanmaktadır. Bundan dolayı da siyaset, kitlelerin somut ihtiyaçları yerine büyük oranda kimlik meseleleri ve yaşam tarzı tartışmaları temelinde şekillenmektedir. Bağlılık duyulacak liderler de buna uygun olarak belirlenmekte ve insanlar kendi sınıfsal konumlarını temsil eden değil, kendisiyle benzer kültürel kodlara sahip olduğunu düşündüğü liderlerin peşinden gitmektedir.
Örnek: “Yapıyorsa da alnı secdeye değen adam yapsın!” (Yaygın halk deyişi)
7) Ülkemizde toplumsal hafıza oldukça zayıftır, dolayısıyla siyasetçilerin geçmiş söz ve eylemlerini hatırlama eğilimi güçsüzdür. Aynı zamanda siyasete ilişkin bilgi düzeyi düşük, duygu düzeyi ise fazlasıyla yoğundur. Lidere dönük kişisel bağlılığın güçlü olduğu durumlarda ise onun hatalarını unutma, görmezden gelme, hatta bu hatalarda bir hikmet arama eğilimi de artmaktadır. O zaman bu liderlerin dün ak dediklerine bugün kara demeleri de çok kolaydır ve taraftarlarınca ikisi de aynı derecede alkış alır. Dolayısıyla bu ani dönüşler için siyasetçilerin hesap verme yükümlülüğü de çoğu zaman olmamaktadır.
Örnek: “Dün dündür, bugün bugün” (Süleyman Demirel)
8) Bütün bu anlatılanlar ışığında Türkiye etik siyasetin temel gerekliliklerinden büyük ölçüde yoksundur. Siyasi partiler siyaseti sadece seçim kazanma yarışı olarak görmekte ve o seçimlerden galip çıkmanın kendilerine her türlü yetkiyi vereceğine inanmaktadır. Bu ise doğal olarak demokrasiye bakış açısını da çarpıklaştırmaktadır. Demokrasi, bir siyasi partiyi iktidara taşıyacak “uçan halı” gibi görülmektedir ki söz konusu parti o güce ulaştıktan sonra bunu katlayıp bir köşeye koyacak ve toplumu kendi tercihlerine göre şekillendirmeye girişecektir.
Örnek: “Demokrasi bizim için amaç değil araçtır” (Recep Tayyip Erdoğan)
Herhalde bu kadar örnek yeter, sonuca gelelim. Sonuç şu; dejenere iktidarların ülkede saltanat sürmesine engel olacak bir toplumsal bilinç devrimine acilen ihtiyacımız var.
Yorumlar
Popüler Haberler
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu