Demokrasi günümüz dünyasında tek meşru yönetim biçimidir ve bu yüzden hegemonik bir söylem gücüne sahiptir. Her devlet, siyasi parti veya örgütsel oluşum kendisinin demokratik ilkelere ne kadar uygun olduğunu kanıtlamaya çalışır. Bununla birlikte, demokratik değerleri içselleştirmiş olan ve bunlara gerçekten riayet eden siyasi aktörlerin sayısı bunu söylem düzeyinde sahiplenenlerden çok daha azdır. Söz konusu aktörler demokratik olma iddiasını evrensel meşruiyet kriterlerinin dışında kalmamak için kullanabilmekte ve demokrasiyi sadece siyasi hedeflerine ulaşmayı sağlayacak bir araç olarak görebilmektedirler. Bir devletin demokrasi alanındaki gelişkinliği, toplumun siyasi kültürü ve demokrasiye ilişkin bilinç düzeyiyle yakından bağlantılıdır. Zira toplumun demokratik değerler konusundaki hassasiyeti ve baskısı bir devletin demokrasiye yönelmesindeki başlıca etkendir. Öte yandan, demokrasi değişken bir kavramdır; demokrasinin geçmişteki örnekleri bugünün hâkim demokrasi anlayışından ciddi farklılıklar içermektedir. Dolayısıyla, bir ülkenin demokratik olabilmesi, halkın demokrasinin çağdaş yorumları konusunda bir zihin berraklığına sahip olmasına bağlıdır. Türkiye, demokrasinin bazı fikri temellerinin kitlesel olarak kabul edildiği, ancak özellikle çağdaş demokratik açılımların yeterince bilinmediği ya da içselleştirilmediği bir toplumsal yapıya sahiptir. Türk toplumunun, olumlu olarak gösterilebilecek bir özelliği iktidar olabilmek için seçim kazanmanın gerekliliğini kabul etmiş olmasıdır. Ancak ülkemizde demokrasi genellikle sadece sandıktan ibaret görülmekte ve seçimlerden zaferle çıkmanın kişilere her türlü yetkiyi verdiğine inanılmaktadır. Örneğin toplumumuzun önemli bir kısmının gözünde seçimi kazanan kişi ya da partinin erkler ayrılığı ilkesini ihlal etmesi yadırganacak bir durum değildir. Bundan dolayı da yürütme erkini elinde tutanlar, kanun hükmünde kararnamelerle yasama organının yetkisine el koyabilmekte ya da hukuk kadrolarını kendi partizanlarıyla doldurarak yargı organını herhangi bir güçlü itirazla karşılaşmadan tamamen siyasallaştırabilmektedir. Oysaki çağdaş demokrasi teorilerinin en temel kabullerinden biri sınırlı iktidar düşüncesidir. Bu düşünceye göre, seçim kazanmak sizi iktidara taşır fakat size sınırsız yönetim yetkisi sunmaz. Örneğin, en başta erkler ayrılığını gözetmeniz ve yürütme erkini elinde tutan unsur olarak yasama ve yargı erklerinin işleyişine müdahil olmamanız gerekir. Diğerlerinden daha fazla oy almanız sizi, size oy vermeyenler üzerinde mutlak otorite sahibi yapmamalıdır. Demokrasi %51’in %49’a hâkimiyeti değildir, %1’in bile hakkı ve hukukunun çoğunluk karşısında korunması demektir. Zira demokrasi azınlık haklarının çoğunluğun oyuna sunulamaması demektir. Toplumdaki küçük bir azınlığın, toplumun geneli tarafından paylaşılmayan alışkanlık ve yaşam pratiklerinin korunması çağdaş demokrasinin temelidir. Demokratik bir devletin başlıca işlevi ise insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini anlatmak ya da herkesi çoğunluğun yaşam pratiklerine yönlendirmek değil, insanların birbirlerinin hakkına tecavüz etmedikleri takdirde diledikleri gibi yaşam sürmeleri için gerekli yasal çerçeveyi kurmaktır. Bu hususun hala anlaşılamaması ve seçim kazanmanın toplum üzerinde mutlak otorite hakkı verdiğine inanılması Türkiye’nin demokrasi geleneğindeki en aslî sorundur. Aynı zamanda, demokrasinin ideal biçimde işlediği bir ülkede siyaset sadece profesyonel siyasetçilere bırakılmış bir iş değildir, sıradan yurttaşlar da siyasetin devamında daimî etki sahibidir. Böyle bir toplumda, yurttaşın siyasete etkisi sadece dört ya da beş senede bir oy kullanmaktan ibaret değildir çünkü seçimler dışında da siyasette etkili olabileceği kanallar açıktır. Yurttaşlar sivil toplum örgütlerinde faaliyet göstererek, protesto ve gösteri yürüyüşleri düzenleyerek, geleneksel ve sosyal medyada yer alarak ya da itiraz ve şikâyet dilekçeleri yazarak, kısacası her türlü meşru yolu kullanarak siyasetin gidişatına etkide bulunabilmektedir. Katılımcı demokrasi olarak bilinen bu sistem, siyasi faaliyeti profesyonel siyasetçilerin tekelinden çıkararak halk tabanına indirmekte ve böylece siyasi temsili güçlendirmektedir. Ülkemizde siyasetin “devlet büyüklerinin işi” olduğuna inanılmasına ve sivil toplum örgütlerinin eylemlerine yönelik şüphecilik ve tahammülsüzlük örneklerine bakıldığında bu konuda da aşılması gereken büyükçe bir mesafe olduğu açıktır. Kısacası ülkemizde demokrasinin çoğu kez sadece seçimlerin adil bir biçimde tamamlanması ve daha fazla oy alanın iktidara gelmesi sığlığında değerlendirilmesi önemli bir sorundur. Ülkemizin demokrasi geleneğindeki eksiklerden kaynaklanan bu sakat bakış açısı, siyasetçilerin sorumluluk duygusundan ve etik siyaset anlayışından uzak tavırları sayesinde derinleşebilme imkânı bulmaktadır. Bu serideki analizlerimiz Siyaset Biliminin diğer aslî kuram ve kavramları çerçevesinde devam edecek…