PolitikYol’daki son makalemiz devlet-hükümet ayrımı üzerindeydi ve o yazıyı bitirirken Türkiye siyasetinin anomalileri ışığında Siyaset Biliminin temel konularını tartışmaya devam edeceğimizi söylemiştik. Bu serimizin ikinci yazısı, ülkemizde yine yeterince bilinmeyen ve içselleştirilememiş bir husus olan hukuk devleti-kanun devleti ayrımı üzerine olacak. Bunun için ise öncelikle hukuk ve kanun terimleri hakkında kavramsal bir netleştirme yapmamız gerekli. Kanun, toplum düzenini oluşturmak için hazırlanmış ve uyulması zorunlu olan yazılı hükümlerdir. Bunlar yaşamın her alanına dokunabilir ve makbul davranışın sınırlarını çizer. Fakat söz konusu makbul davranışlar toplumdan topluma değiştiği için kanunlar da birçok yönden birbirinden farklılık taşıyabilir. Üstelik bu kanunlar sadece, halktan kopuk anti-demokratik bir hükümetin tercihlerini yansıtıyor da olabilir veya halkın daha önce benimsediği kurallar zaman içerisinde meşruiyetini yitirebilir. Dolayısıyla bir kanunun ayırıcı özelliği onun adaleti ya da halk gözündeki meşruiyeti değil sadece yazılı bir kural olarak kayıt altına alınmış olmasıdır. Hukuk ise bundan çok daha fazlasıdır. Hukuk sadece yazılı kuralları içermekle kalmaz, bu kuralların nasıl formüle edilmesi gerektiğini ya da bunların adaleti gerçekten temsil edip etmediğiyle de ilgilenir. Dolayısıyla kanunu da içeren ama onu aşan bir kavramdır. Örneğin, bir ülkede herkesin kırmızı gömlek giymesine dair bir kanun çıkarılabilir ve böylece mavi gömlek giymek kanundışı bir eylem haline gelebilir. Ancak hukuk bunu verili bir durum olarak kabul etmez, bunun meşruiyetini sorgular. Bunun için de o kuralın hem halk nezdinde karşılığının olup olmadığına bakar hem de mevcut uluslararası normlara uygunluğunu inceler ve arada bir uyumsuzluk olduğu takdirde kanunların revize edilmesine yönelir. Bu tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, hukuk devleti kanun devletinden daha ileri bir organizmadır. Kanun devletinin olumlu yanı, yazılı kurallara bağlı kalması ve bunu ayrımcılık gözetmeden uygulamasıdır fakat bu kurallar eskimiş, irrasyonel veya anti-demokratik olabilir. Hukuk devleti olmak için ön şart yönetimin yazılı kurallara göre yapılmasıdır ama hukuk devleti olma iddiasındaki bir devlet söz konusu kuralların meşruiyet yönünden de sorunsuz olmasını sağlamak zorundadır. Böylesi bir yapıda idare de meşruiyetini hukuktan alır, hukuka bağlıdır ve gerektiğinde ona hesap vermekle yükümlüdür. Ülkemize gelince… Şurası açık ki ülkemizde kanun devletinin en aslî ilkelerinden biri olan normlar hiyerarşisi iyice terk edilmiş durumda. Genelgeler kanunlara, kanunlar anayasaya baskın gelebiliyor, hatta bizzat anayasaya göre en üst kanuni metin konumunda olan uluslararası sözleşmeler açıkça ihlal edilebiliyor. Mahkemeler fazlasıyla siyasallaşmış durumda, kanunlar iktidarın tercihlerine göre dar veya geniş biçimde yorumlanabiliyor ya da tamamen görmezden gelinebiliyor. Üstelik yine kanun devletinin olmazsa olmazlarından biri olan kanun karşısında eşitlik ilkesi de can çekişiyor, zira hukuk kurumları karşısındaki kaderimiz siyasi pozisyonumuza göre değişebiliyor. Sözün özü şu. Medeni devlet demek hukuk devleti olmak demektir ve kanun devleti olmak hukuk devleti olmanın sadece ön şartı konumundadır, oysaki biz henüz hakkıyla kanun devleti bile olabilmiş değiliz. Bu yönde bir kitlesel farkındalık ya da idarecilere yönelik toplumsal bir baskı olmayınca da bu devran böyle sürüp gidiyor. Bu şartlar dahilinde yapmamız gereken ise devletin ne olduğu kadar ne olmadığını da bilmek ve onun karşısında haklarımızın bilincinde olmak, bunları da ısrarla savunmak. Bu serideki analizlerimiz Siyaset Bilimi’nin diğer aslî kuram ve kavramları çerçevesinde devam edecek…