Usta oyuncu Şener Şen’in “Namuslu” adlı filmini hatırlayanımız çoktur. Dört dörtlük bir toplum eleştirisi olan bu filmde Şener Şen kıt kanaat geçinen ama dürüstlüğünden asla ödün vermeyen mutemet Ali Rıza Bey olarak karşımıza çıkmaktadır. Ali Rıza Bey, elinin altından milyonlar geçmesine rağmen harama asla bulaşmayan, bu haliyle aile bireyleri de dahil olmak üzere yakın çevresinin alaylarına maruz kalan, onlar tarafından ciddiye alınmayan bir karakterdir. Ta ki başına bir soygun hadisesi gelene kadar. Ali Rıza Bey’in, yanında taşıdığı paraları hırsızlık süsü altında “iç ettiğine” inanan insanların kendisine karşı bütün tavrı değişecek ve daha düne kadar birey yerine konulmayan Ali Rıza Bey el üstünde tutulmaya başlayacaktır. Filmin verdiği mesajlar gerçekten de oldukça isabetli ve toplumumuzdaki ahlaki sorunları mizahi yönden izleyiciyle buluşturuyor. Fakat benim için bu filmin dikkat çekici yönü içeriğinden önce adı. Çünkü filmin adında namus teriminin geçmesine karşın filmde bizim bugün anladığımız manada namus ile alakalı bir hikâye yok. Senaryo dürüstlük üzerine kaleme alınmış ve görevini kötüye kullandığı, kendisine emanet edilen paraları çaldığı düşünülen bir kişinin kendisini aklama çabasından bahsedilmiş. Fakat bu hikâyeyi anlatmak için namus kavramı kullanılmış. Üstelik bu tek de değil, Türk sinemasında namus teriminin dürüstlükle ilişkili olarak kullanımına dair çok sayıda örnek var. Sözgelimi, rahmetli Kemal Sunal bir filminde, ailesi hırsız olan, kendisi de bilfiil hırsızlık yapan bir kıza âşık olur. Konuyu açtığı ailesi kızın namuslu olup olmadığını sorduğunda ise Şaban “Ehh, pek namuslu sayılmaz” cevabını verir. Kızın bugünkü anlamda namussuzlukla ilişkilendirilecek herhangi bir tavrı yoktur, hatta kadın-erkek ilişkileri konusunda hayli muhafazakârdır. Ancak hırsız olduğu için Şaban onu namuslu olarak sunamamaktadır. Veya başka bir filmde, taksi şoförü rolündeki rahmetli Tarık Akan müşterinin koltukta unuttuğu para dolu çantayı bulmuş ve uzun bir arayışın ardından bunu sahibine teslim etmiştir. Eşinin “Sana salak diyecekler” serzenişine Akan’ın cevabı ise “Namussuz demesinler de…” olmuştur. Bu örneklerde dikkat çekici olan husus, namus kavramının uğradığı anlam kayması. Geçmişte dürüstlükle ilişkili olarak kullanılan ve çalıp çırpmayan, görevini kötüye kullanmayan, kendisine verilen emanete sahip çıkan kişileri tanımlamak için kullanılan namus kavramı son çeyrek asırdır sadece kadın-erkek ilişkilerine ve hatta daha da spesifik hale getirmek gerekirse kadın bedenine sıkıştırılmış durumda. Artık namussuz dediğimizde toplumda anlaşılan, bir kişinin hırsızlığa, haksız kazanca meyilli olması değil, sadece cinsel ilişkilerini toplumsal standartlardan farklı biçimde yaşaması. Üstelik, tekrar altını çizmek gerekirse burada bu vurgu erkek üzerinden de kalkarak artık sadece kadına yoğunlaşmış; erkeğin farklı kadınlarla birlikte olması küçük bir yaramazlık hatta övünülecek bir durum gibi görülürken kadının bunu yapması namussuzluğun en kolay akla gelen tanımı olmuş. Bir toplumun yaşadığı dönüşümü görebilmek için dilin kullanımına bakmak çoğu zaman doğru sonuç verir. Kelimelere yüklenen anlamın değişimi toplumdaki belirli kültürel kabullerin de aşındığı, dönüşüme uğradığı anlamına geliyor. Anadolu kültüründe ağır bir itham olan “namussuzluğun” dürüstlük anlamından ayrılmasının verdiği mesaj da oldukça açık: Toplumumuz nezdinde hırsızlık, yolsuzluk, vurgunculuk artık bu ağır ithamı hak eder olmaktan çıkmış. İşte o yüzden de toplum olarak, hayatını kendisine dayatılan kalıplar dışında sürdüren bir kadına verdiğimiz tepki, hırsızlık, yolsuzluk, vurgunculuk yapanlara verdiğimiz tepkiden çok daha ağır hale geliyor. Toplumumuz yolsuzluğa, görevi kötüye kullanmaya karşı “Çalıyor ama çalışıyor” sözünde de kendisini belli eden bir hoşgörü ve göz yumma eğilimi içerisinde. Zira toplumun hatırı sayılır bir kesiminin o fırsatlar kendi eline geçse daha da beterini yapacağı, hatta Ali Rıza Bey gibi bu işlere bulaşmayacak insanların arkasından dalga geçeceği kesin. O zaman, şu anlamından sapmış namus terimini bir tarafa bırakıp ahlak kavramı üzerinden gidelim. Biz acaba ahlaktan ne anlıyoruz? Türk sağının modernleşme hamlemize yönelik olarak sıkça kullandığı bir kalıp vardır: “Batının tekniğini alalım ama ahlakını almayalım.” Acaba biz bunu hep yanlış mı anladık, bize lazım olan Batının tekniğinden önce Batının ahlakı olabilir mi? Kadın-erkek ilişkileri namus kavramının olsun, biz Batının çalışma ahlakına bakalım, görev ahlakına veya siyaset ahlakına bakalım. Batılı toplumlar bu konularda bizden gerçekten geriler mi, yoksa Türkiye’nin fersah fersah önünde oldukları için mi reelde de bizden bu kadar ilerdeler. Ve biz ahlakı toplumsal düzenimizin temeli haline getirmeyi ne zaman başarabileceğiz? Gelin dürüst olalım: Toplumumuzun bugünkü en acil sorunlarından biri değerler yönünden yaşadığımız çürümedir ve devlet mekanizmasındaki usulsüzlük ve suistimallerin temeli de budur. Verdiği verginin nereye gittiğini sorgulayacak, hırsızlık yapandan hesap soracak, görevini kötüye kullananı pazarlıksız mahkemeye gönderecek, siyasi aidiyeti dürüstlük arayışının önüne geçmeyecek bilinçte ve ahlaki sorumlulukta bir topluma ihtiyacımız var. Hepimiz Batı standartlarında devlet istiyoruz ama kendimizin ne kadar Batı standartlarında olduğunu hiç düşünüyor muyuz acaba? Zira formül basit; Batılı toplum olmadan Batılı devlet de olmuyor. Çuvaldızı kendimize batırmanın zamanı gelmiş olmalı artık.