İnsanların seçim kazanmak için kendi düşüncelerini çok kolay bir şekilde feda ettiği bir toplumda siyasetin seviyesi vasatı geçemez. Geçmiyor da zaten. Türk siyaseti anormallik içinde tükeniyor. Peki ya gelecek? Başkanlık sistemine geçiş ile birlikte hem iktidar hem de muhalefet için zorunlu bir seçeneğe dönüşen ittifaklar sistemi Türk siyasetini giderek anormal bir yapıyı doğru sürükledi. Şöyle ki, Türkiye toplumunda birden fazla sorun boyutu var. Burjuva sınıfının yaratılma biçimi sıkıntılı mesela. Yaklaşık 100 yıldır devlet (hükümet) iş insanlarına kaynak ve imtiyaz dağıtıyor. Bu ülkede zenginlik çoğu kez sivil toplumda sermaye biriktirerek değil, siyaset kurumuna yakınlıkla elde ediliyor. Ülke neo-liberalizme geçtikten sonra gelir dağılımı bozukluğu çok daha belirgin hâle geldi. Emeğin zenginlikten aldığı pay sürekli bir şekilde azalıyor. Tarım toplumunun tasfiyesi son derece acılı ve çarpık oldu. Türkiye modernleşirken köylü sınıfını tasfiye etti, ama bu bedel karşısında sanayi toplumu standartlarına da ulaşamadı. Ayrıca köyden kentte hızlı iç göç şehirleri mahvetti. İmar düzenimiz ilk gecekondunun yapıldığı günden bugüne kaotik bir içeriğe sahip. Görüldüğü üzere sosyolojik durum hiç de istikrarlı değil. Bu başlangıç siyasal sosyolojik eğilimleri de derinden etkiliyor. Çok fazla siyasi akım ve partinin ortaya çıkması bu nedenle tesadüfi değil. Kabaca II. Meşrutiyetten bugüne Türk Milliyetçiliği, Kürt Milliyetçiliği, Sosyalizm, Sosyal Demokrasi, Atatürkçülük, Muhafazakârlık ve İslamcılık birer siyasi akım olarak zemin kazandı. Hatta bu akımların altında minör düzeyde başka akımlar da var. Siyasi ideoloji sayısındaki çeşitlilik pek çok şeye işaret ediyor. Her şeyden önce de kafa karışıklığına. Bu ülkede insanlar Türkiye’nin geleceğini tasavvur ederken birbirinden taban tabana zıt bir şekilde farklı ideolojik haritalar kullanıyor. Sosyolojideki ve ideolojideki bu doğal çeşitlilik ister istemez siyasi hayatı da etkilemekte. Kapatma davası açma geleneğine rağmen siyasi parti sayımız fazla. Sadece bugün değil, her zaman fazla oldu. Elitler çok kolay bir şekilde rakip elitlerle kavga edip kendi partilerini kuruyorlar. Evet, partilerin çoğu kitleselleşmiyor. Ama yine de bölünme ve parti kurma noktasındaki eğilim güçlü bir şekilde devam etmekte. İttifaklar sistemi ise sosyolojik yapımız, ideoloji tarihimiz, hatta siyasi parti kültürümüzle taban tabana zıt bir içeriğe sahip. Ülke siyaseti seçime doğru kabaca ikiye bölündü. Cumhur İttifakı Partisi ve Millet İttifakı Partisi. Sosyolojik ve ideolojik yapılarımız çoğulcu. Ama parti sistemimiz iki seçeneğe sıkışmış durumda. Normalde Akşener’in partisi ile Kılıçdaroğlu’nun partisi arasında Erdoğan karşıtlığı dışında pek bir ortak nokta yok. Ama Akşener “Kılıçdaroğlu’nu istemiyorum” dediğinde kendi tabanından ciddi tepki görüyor. Anomi bu kadarla da sınırlı değil. Berat Kandilinde Saadet Partisi Genel Merkezi önünde İzmir Marşı söyleyen bir kitle var. Kemal beyin adaylığı o kitleye açıklanıyor. İslamcı siyaset Harf İnkılabına karşı. Ama MHP’ye göre böyle bir şeyi tartışmak bile abes. Mahir Ünal istifa etmek zorunda kalıyor. O kadar çok böyle örnek var ki. Herkes el mahkûm birbirine tahammül ediyor. İdeolojik farklılıklar, düşünsel hassasiyetler çok kolay bir şekilde çiğnenmekte. Ne Kemalist Kemalist gibi davranıyor ne İslamcı İslamcı gibi. Tüm bu genel yozlaşma hâlinin nihayetinde vardığı yer ise yüzeysellik. İnsanların seçim kazanmak için kendi düşüncelerini çok kolay bir şekilde feda ettiği bir toplumda siyasetin seviyesi vasatı geçemez. Geçmiyor da zaten. Türk siyaseti anormallik içinde tükeniyor. Peki ya gelecek? Kamusallığın çoğulcu bir şekilde yeniden inşa edilip edilemeyeceği seçim sonuçlarının açtığı olanak çerçevesinde hep beraber göreceğiz.