Toplumun değişim ve dönüşüm talepleri siyasal bir programa dönüştürülerek, kamucu yönetim anlayışıyla, ülkemizi, barışa, demokrasiye, esenliğe ve huzura kavuşturulması için var gücümüzle çalışmalıyız. İçinde bulunduğumuz koşullar ve dinamikler bunu zorunlu kılmaktadır.
MUTLAK İKTİDAR YOKTUR!
İnsan ömrü için 10-20 yıl uzun bir zaman dilimi sayılabilir, ancak toplumsal tarih için 10-20 yıl kısa bir zamandır. AKP’ye benzer birçok siyasal parti ülkemiz siyasal tarihinde gelip gitmiştir. Uzun yıllar iktidarda kalan, Demokrat Parti ve Anavatan Partisi buna örnek gösterilebilir.
12 Eylül darbesi sonrası iktidara gelen ANAP, AKP gibi siyasi yapılar, darbenin amaçlarına uygun olarak, 24 Ocak kararlarını hızla yürürlüğe koymuşlar, özgürlüklerin, sendikal hakların ve örgütlenmenin önünü tıkayan ekonomik ve sosyal politikaların taşıyıcıları olarak ülkemizi bugün içinden çıkılmaz sorunlarla baş başa bırakmışlardır.
Bugün olduğu gibi ANAP’ın daha uzun yıllar iktidarda kalacağı düşünülüyorken, demokrasi, özgürlük ve adalet taleplerinin toplumla buluştuğu 1989 Yerel seçimlerinde SHP birçok belediyeyi alarak ANAP iktidarını sarsmış ve darbenin, baskıcı ortamında gelişip büyüyen bu siyasi parti bir süre sonra tabela partisine dönüşmüştür.
AKP iktidarı döneminde, başta toplumsal barış, özgürlük, adalet, eğitim, hukuk ve kentleşme/kentleşememe politikaları olmak üzere, ülkemiz için geri dönülmesi oldukça zor olan birçok tahribatın sorumlusu siyasi bir yapıdır. Ülke toplumun beklentileri, Anayasa ve TBMMM devre dışı bırakılarak, çağdaş demokrasi normları ile bağdaşmayan, tek adam rejimine mahkûm edilmiştir.
Siyasal iktidar toplumu baskı altına almak, en küçük demokratik talebi bile bastırmak için, özellikle emekçi kesimlere, hak arayan yurttaşlara ve üniversite öğrencilerine, meslek odalarına, iktidarı eleştiren, herkesi denetim altına almaya çalışarak baskıcı ve otoriter yüzünü göstermekten geri durmamış ve dozunu giderek daha da artırmıştır.
Toplumsal yaşamı dönüştürmek için yeni yasakçı uygulamalar devreye sokulmakta, dönemin Başbakanı “kafası kıyak dolaşan nesil istemiyoruz” söylemiyle ülkemizde kişilerin özgürlük alanlarına doğrudan müdahale ederek, anti demokratik uygulamalar devreye sokulmuş, yurttaşların yaşam tarzlarına müdahale edilmiş, toplum baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Öyle ya “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” lafı tam da bugünler için söylenmiş ve anlam kazanmıştır!
22 yıldır ülkeyi yöneten siyasi anlayış; “Demokratik Açılım” adına altında, birçok yasal düzenlemeyi hayata geçirerek başta Anayasa olmak üzere toplumsal yapıyı bozacak kararların altına imza atmıştır. İfade özgürlüğünü ve örgütlenmeyi daha da daraltacak yasal düzenlemeler, Kamuda temel hizmetlerin özelleştirilmesi, çalışanların kazanımlarını ortadan kaldıracak olan “Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı”, enerji sektörünü dışa tamamen bağımlı hâle getiren politikaların hayata geçirilmesi, ülkemizin geleceğini karartacak olan nükleer santral ihaleleri, eğitim ve sağlık Hizmetlerini piyasalaştırılması, kamu ihale yasasında yapılan değişiklikler, kentlerimizi uluslararası sermayenin pazarı hâline getiren ve deprem gerçeği yerine; “Kentsel Dönüşüm Projeleri” adında kamu arazilerinin ayrıcalıklı sermaye gruplarına devredilmesi, çevre felaketlerine, doğal varlıklarımızın yok edilmesine yol açan Kaz dağları vb. doğal yaşamın ortadan kaldırılmasına göz yuman uygulamalar, meslek odalarını etkisizleştirecek yeni düzenlemelere yoğunlaştılar. Ülkemizde bunca olumsuzluk ve yaşam alanlarımıza saldırılar yaşanırken, bu ülkenin emek örgütleri, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, mahalle dernekleri, sivil inisiyatifler, yurtsever insanları bulundukları alanlarda saldırılar karşısında adeta “Direniş Hattı” oluşturmuş baskıları savuşturmaya çalışmıştır.
Kentlerimiz, 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte yeni liberal politikaların ve serbest piyasa ilişkilerinin yeniden tesis edildiği alanlar hâline getirilmiştir.
Bu ceberut uygulamalar, 6 Şubat 2023 tarihinden sonra da devam etmiş, yaşadığımız büyük felaketin ardından, göçük altında yaşam mücadelesi veren insanların sesini duyurmaya çalışan, halkın haber alma özgürlüğüne kısıtlama getirilmiş ve Halk TV, TELE 1 gibi televizyon kanalları, özgür basın susturulmaya çalışılmıştır. Bunlar yetmezmiş gibi, barınma sorunu gerekçe gösterilerek, üniversiteler kapatılmış, KYK yurtları boşaltılmış ve eş zamanlı olarak kuran kurslarında yüz yüze eğitimin başlamasında bir sakınca görmemiştir!
YENİ LİBERAL POLİTİKALAR
Kentlerimiz, 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte yeni liberal politikaların ve serbest piyasa ilişkilerinin yeniden tesis edildiği alanlar hâline getirilmiştir. Bu politikalar sonucunda kentlerde yaşayan yurttaşlar, uygulamaya konulan kent politikaları ile evlerinden edilmiş ve adeta sürgüne tabi tutulmuşlardır. Bu uygulamalar, azgınlaşarak devam ettirilmiştir.
Üniversitelerin, bilim insanlarının ve meslek odalarının bütün uyarılarına rağmen, yurttaşlarımızın depreme uyarlı/dirençli sağlıklı, güvenli çevrelerde ve konutlarda yaşama hakkı göz ardı edilerek, deprem riski göz ardı edilerek, yasa yağma ve talanın aracı hâline getirilmiştir. TOKİ eliyle yapılan yüz binlerce yapıya rağmen anayasal bir hak olan barınma hakkı hâlâ çözülememiştir. Milyonlarca yurttaşımızın hayatını altüst eden ve ülkemizi derin bir üzüntüye sevk eden yaşadığımız büyük yıkım sonrasında iktidarın aynı hataları sürdürdüğünü üzülerek izlemekteyiz.
MESLEK ODALARI VE KENT
Kentlerimizdeki yağmaya, usulsüz gerçekleşen plan değişikliklerine, kamu arazilerinin, iktidar çevresinde kümelenmiş çıkar ve menfaat gruplarına peşkeş çekilmesine, TOKİ eliyle yaratılan haksızlıklara karşı çıkan, kurulduğu günden bugüne, kamu yararını ve bilimi savunan, TMMOB ve bağlı odalar AKP iktidarını ve rant çevrelerini hep rahatsız etmiştir ve bugüne kadar TMMOB, kamusal sorumluluğu gereği, yayınladığı rapor ve uyarılarla halkımızı ve kamuoyunu bilgilendirmiştir. O nedenle TMMOB siyasal iktidar tarafından hedefe konarak etkisiz hâle getirilmek istenmektedir.
SERMAYE İLE YAPILAN BARIŞ
TMMOB, kamusal sorumluluğu gereği, bu uygulamaların yanlışlığını ve çözüm yollarını, deprem gerçeğini, bilimsel raporlarla sürekli kamuoyu ile paylaşmıştır. İmar Barışı Yasasının ardından (6 Haziran 2018), yayınladığı raporda yasayı, tüm açılarıyla irdeleyerek kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Raporda;
“Yurttaşların/toplumun sağlıklı ve güvenli barınma hakkının sağlanması devlete Anayasa’yla verilmiş temel görevlerdendir. Bu toplumsal görevi yerine getirmenin, mekânsal ve yapılaşmaya ilişkin koşulları planlama, mimarlık ve mühendislik süreçlerinin düzenlendiği yasalarla belirlenmiştir. Temel yasa niteliğindeki Anayasa, devletin yurttaşları ile ilişkilerini düzenleyen ve devlet erkinin yetki sınırlarını çizen toplumsal bir uzlaşı belgesidir. Çağdaş yönetim ve hukuk devleti anlayışının gereği olarak devlet, anayasa ve yasalarla tanımlı kurallara uymak ve uyulmasını sağlamakla yükümlüdür.
TOKİ eliyle yaratılan haksızlıklara karşı çıkan, kurulduğu günden beri kamu yararını ve bilimi savunan, TMMOB ve bağlı odalar AKP iktidarını ve rant çevrelerini hep rahatsız etmiştir.
İmar Kanunu’nun 21. Maddesi ile kanunda sayılan istisnalar haricinde, yapılaşma faaliyetlerinin tamamı için yapı ruhsatı alınması zorunlu kılınmış, “belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar” kanun kapsamına alınmıştır. Hâl böyle iken son çıkarılan imar affı kanunu ile daha öncekilerde de olduğu gibi, İmar Kanunu’na aykırı olarak, hiçbir ruhsat sürecine girmemiş veya ruhsat ve eklerine aykırı her türlü yapıya, (tek katlı-gökdelen, konut, liman, enerji tesisi, tarımsal yapı, her türlü ticaret, sanayi yapıları) arazinin niteliğine/mülkiyetine bakılmaksızın “kayıt altına alma adı altında” hukuki geçerlilik, toplum nezdinde de meşruluk kazandırılması amaçlanmaktadır.” diye ifade edilmişti.
DEPREM ŞURASI / EKİM 2004
2004 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından, ülkemizin depremlere hazırlıklı olması amacıyla düzenlenen ve bilim insanlarının katılımı ile gerçekleşen “Deprem Şurası”na, TMMOB’nin uzmanları katılarak bir rapor sunmuş ve raporun sonuç kısmında şu tespitlerde bulunmuştu:
“Afet, merkezinde insan olan sosyal, ekonomik teknik ve siyasal boyutları olan bir olgudur. Afeti yalnız bilimsel olarak anlamaya ve açıklamaya çalışmak sorunu çözmeye yeterli değildir. Her türlü kaygıdan uzak işbirliği, bilgi ve beceri paylaşımının sağlanması gereklidir. Afet araştırmaları yapan ve veri toplayan kurumlar genel anlamda işbirliği yapmaktan kaçınmakta, ellerinde var olan cihaz, yazılım, donanım ve diğer olanakları diğer kurumlarla paylaşmamakta, elde ettikleri verileri araştırmacıların kullanımına açmamaktadırlar. Veri toplayan kurumlar, Ulusal Afet Veri Merkezi olarak adlandırılabilecek tek bir kurumda birleştirilmeli, verilerin araştırmacılara açık, özerk bir yapıya sahip olarak devlet güvencesinde olması esas olarak kabul edilmelidir. Yurtiçi ve yurtdışı niteliklere sahip, proje veya araştırmalarda elde edilen veriler belirli kurallara uygun olarak bu Merkezde toplanmalıdır.”
O günden bugüne değişen bir şey olmamış ve akıl ve bilimin yerini tevekkül almıştır!
GEZİ PARKI/TOPÇU KIŞLASI
Kentlerimizdeki yağmaya, usulsüz gerçekleşen plan değişikliklerine, kamu arazilerinin, iktidar çevresinde kümelenmiş çıkar ve menfaat gruplarına peşkeş çekilmesine, TOKİ eliyle yaratılan haksızlıklara karşı çıkan, kurulduğu günden beri kamu yararını ve bilimi savunan, TMMOB ve bağlı odalar AKP iktidarını ve rant çevrelerini hep rahatsız etmiştir. O nedenle TMMOB siyasal iktidar tarafından hedefe konarak etkisiz hâle getirilmek için mali açıdan zayıflamasının önünü açan düzenlemeler getirilmiştir.
İstanbul Gezi Parkı’nda, AVM yapma girişimi üzerine başta Mimarlar Odası olmak üzere, birçok TMMOB bileşenleri, demokratik ve sivil kuruluşlar, gençler, kadınlar ve toplumun bütün kesimleri ayağa kalkmış ve Dünyanın ve Türkiye’nin en büyük toplumsal muhalefetini ortaya koymuşlardır. İktidarın baskıcı ve otoriter tavrı sonucu tepki bütün ülkeye yayılmıştır.
Gezi Parkına dönük haksız ve hukuksuz müdahale, mahallesine, yeşil alanına, kentine, özgürlüklere sahip çıkan toplumun bütün katmanlarından insanlar bir araya getirmiş ve ülke tarihinin en büyük sivil direnişine sahne olmuştur. TMMOB bileşenlerinin de içinde olduğu, bu direniş, ağırlıklı olarak 90 kuşağı gençlerin ve kadınların, toplumun ezilen, horlanan, bütün toplumsal kesimlerini kucaklayan haklı bir eyleme dönüşmüş ve yaşanan olaylar ve tepkiler sonucunda “Gezi Parkı” Park olarak kalmıştır.
Gezi Parkına dönük haksız ve hukuksuz müdahale, mahallesine, yeşil alanına, kentine, özgürlüklere sahip çıkan toplumun bütün katmanlarından insanlar bir araya getirmiş ve ülke tarihinin en büyük sivil direnişine sahne olmuştur.
Yaşanan olaylar sonucunda birçok yurttaşımız hayatını kaybetmiş, yaralanmış ve yargılanmıştır. Barışa, özgürlüklere, kentine, çevreye sahip çıkan insanlar “Terörist” ilan edilerek hukuksuz bir şekilde cezaevlerine konulmuştur. TMMOB Mimarlar Odası Yöneticisi ve kent mücadelesinin önemli ismi, Mimar Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Hak mücadelesinin ve soma işçilerinin savunucusu Av. Can Atalay, Şehir Plancısı Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi, TCK 312’deki “yardım” suçlamasından 18’er yıl hapis cezası ile cezalandırılmışlardır.
Cezalandırılan dostlarımız, Hatay ve 11 ilimizi etkileyen deprem gerçeğini defalarca dile getirmişler ve ilgilileri uyarmışlardı. Ne yazık ki bu siyasal anlayış, aklın, bilimin, uzmanların ve TMMOB’nin uyarılarına kulak tıkayarak bugün ortaya çıkan kötü tablonun sorumluluğunu taşımaktadırlar.
Onlarca canımızın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının yaşam alanlarını kaybederek göç etmek zorunda kalan insanlarımıza karşı insanlık borcumuzu ödemek zorundayız. Hâl böyle olunca, kentleşme meselesi, kent topraklarının yeniden üleşimi-paylaşımı, barınma sorunu, kent yoksulları, işini gelirini kaybedenler açısından bu politikaların gözden geçirilmesi için, aklı, bilimi, meslek insanlarını önceleyecek, toplumcu bir yaklaşımla, çözüme dönük politikalar geliştirmemiz hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır.
Cumhuriyetimizin 100. Yılında, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu önderliğinde oluşturulan “Demokrasi Bloğu” ve bir araya gelen toplumsal dinamiklerin desteği ile yaşadığımız “krizlerin” üstesinden gelinecektir. Toplumun değişim ve dönüşüm talepleri siyasal bir programa dönüştürülerek, kamucu yönetim anlayışıyla, ülkemizi, barışa, demokrasiye, esenliğe ve huzura kavuşturulması için var gücümüzle çalışmalıyız. İçinde bulunduğumuz koşullar ve dinamikler bunu zorunlu kılmaktadır.