Damat Bakan krizi şimdilik halledildiğine göre ülkenin asıl gündemine, yani “sistem” sorununa geri dönebiliriz. Karşımızda şöyle bir manzara var:  AKP ve MHP’nin başını çektiği iktidar bloğu başkanlık sistemi ve şu an başkanlık görevini yürütün ve ihtimal ki bir sonraki seçimde de aday olacak Erdoğan’ın koşulsuzca yanında, CHP, İyi Parti ve HDP başta olmak üzere muhalefet partileri ise hem başkanlık sistemine hem de Erdoğan’ın başkanlığına karşı. Tabii Erdoğan çevresinde dönen tartışmanın başkanlıkla ilgili sistem eleştirisinden daha önemli olduğunu unutmamak gerekli. Yani Erdoğan olmazsa hatırı sayıda kişi başkanlığa evet demeyecek. Benzer şekilde kendi politik görüşünden birinin bugünkü başkanlık yetkilerini kullanmasına yönelik ilkesel itiraz muhalefet bloğu içinde o kadar da güçlü değil. Ama tabii özellikle muhalefet açısından şöyle bir paradoks da var. Başkanlığa karşı çıksalar da başkan adayı çıkarıyor yine de muhalefet partileri. Muhalefetin etik politik sınırı sistem, kişi ve kurum eleştirisini oyunun kurallarını tümüyle reddeden bir rejim eleştirisine doğru keskinleştirmiyor. Tabii bu son cümlenin esaslı bir istisnası var: HDP. Herkesin az çok bilgi ve fikir sahibi olduğu üzere HDP’nin muhalifliği sadece Erdoğan ve Başkanlık Sistemi karşıtlığına indirgenemeyecek kadar çok boyutlu. Kürt muhalefeti ulus devletin yapısında revizyon istiyor. HDP dışındaki muhalefet partilerinin başkanlığa karşı parlamenter sistem savunuları ise en azından pratikte bir dizi soruna gebe. Her şeyden önce başkanlık sistemini ortadan kaldırmaları için bu fikri içselleştirmiş birini başkan seçtirmeleri lazım. Muhalefetin başkan adayı başkanlık sistemini ortadan kaldırmak üzere iktidara gelen ve bir sürede bu şekilde iktidarda kalan biri olmalı. Bu plan sadece plan olarak okunduğunda bile insanın kafasını kurcalıyor. Sistemi tasfiye etmek için sistem içinden iktidara gelmeye çalışan siyasetçiye sistem ne kadar hoşgörü gösterecek? Kaldı ki başkanlığa karşı olup aynı zamanda başkan seçilen kişi ne kadar bir süre başkan olarak kalacak? Şüphesiz ki soruların doğru yanıtları seçime doğru hızlanacak olan politik pazarlıklar ve o pazarlıklar sonucu şekillenecek olan muhalefetin ortak adayının kim olacağı sorularına sıkı sıkıya bağlı. Muhalefetin başkanlık paradoksunda bir diğer husus başkan seçilmek için gereken oy ile anayasayı değiştirmek için gereken oy arasındaki farkta kristalize oluyor. Başkan seçilmek için geçerli oyların yarısından bir fazlasını almak gerekli. Muhalefet partilerinin iktidar bloğunu geriden takip ettiği düşünüldüğünde bu zaten çok yüksek bir oran. Ancak anayasa değişikliği için daha fazla oy gerekiyor. Yeni sistemde referanduma gitmeden anayasa değişikliğin kabulü için 400 milletvekilinin kabul oyu vermesi gerekli. Değişikliğin 360 milletvekili tarafından kabul edilmesi halinde ise halkoyu kaçınılmaz hale geliyor. Her iki rakam da çok yüksek. Şöyle söyleyeyim. Cumhur ittifakı başkanlık seçimini almasına rağmen anayasayı halkoyu yoluyla değiştirecek bile çoğunluk gücüne sahip değil. Demek ki, şu anki mevcut durumun da açıkça ortaya koyduğu üzere başkanlık seçimini kazanmak anayasayı değiştirip başkanlık sistemini tümüyle kaldırmaya yetmiyor. Geldiğimiz yeri özetlersek şunları söyleyebiliriz: Başkanlık sistemini kaldıracak doğru başkan adayını seçip ardından da onu seçtirmek muhalefet için başlı başına zorlu bir sınav. Ayrıca başkanlığı kazanmak anayasayı değiştirmeye yetmediği için muhalefetin olası seçim zaferinin kelimenin gerçek anlamıyla açık ara bir zafer olması gerek. Peki, bu hedeflere ulaşmak olanaksız mı? Şüphesiz ki hayır. Böyle dersek muhalefet haksızlık etmiş oluruz. Ancak anayasayı değiştirecek kadar yüksek bir oy oranına ulaşmanın sadece muhalefet için değil, iktidardaki Cumhur İttifakı için de çok zor olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Peki, neden muhalefetin başkanlık paradoksunu uzun uzadıya anlattık? Artık olan oldu bir kere. Muhalefetin gücü Türkiye’nin yönünü başkanlıktan parlamenter sisteme çeviremez mi demek istiyoruz. Tabii ki değil. Söylemek istediğimiz şey parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasında sayısızca anayasal formül olduğu ve muhalefetin bu formüllere iyi çalışarak kendisine bir “B” planı çıkarması gerektiği yönünde. Mesela başkanlık seçimleriyle meclis seçimlerinin aynı gün yapılmaması için ısrarcı olmalı muhalefet partileri. Sadece bu değişiklik bile şu anki kuvvetler birliği düzeninin yumuşamasına ve daha fazla nefes almamıza yardımcı olabilir.