Hükümetlerin görevi iş yapmayı kolaylaştırmak, yeni fırsatların ortaya çıkmasına imkân sağlamak ve hayatı ucuzlatmaktır. Ekonomik sıkıntılardan kıtlıkla ve yasaklarla değil, bollukla ve serbestlikle çıkılır. Bu vesileyle, konunun sadece ekonomiyle sınırlı olmadığını da vurgulamak isterim. Deva Partisi Balıkesir Milletvekili Burak Dalgın yasakların maliyetlerini yazdı                                                                 Ekonomimizin dört yanını saran, hepimiz için hayatı zorlaştıran ve ülkemizin büyük potansiyelini heba eden yasakların karşısına dikilmek zorundayız. Şehir içi ulaşımdan uluslararası ödeme sistemlerine kadar pek çok alanda yasaklarla boğuşuyoruz. Bu keyfi uygulamalara karşı:
  • Ayağına pranga vurulan, dijital mülteci olmaya zorlanan girişimcinin;
  • Hayatı daha da pahalı hale gelen, en temel ihtiyacında zorlanan orta direğin;
  • İş bulamayan, fırsatları kaçıran gencin; ve
  • Dünyanın taşrasına savrulan Türkiye’nin
Hakkını savunmaya mecburuz. AYAĞINA PRANGA VURULAN, DİJİTAL MÜLTECİ OLMAYA ZORLANAN GİRİŞİMCİLER Sizi Handan Hanım ile tanıştırayım. Kendisi bir tasarımcı ve girişimci. Hazırladığı kilim ve yastıkları geleneksel dokuma yapan kadın zanaatkarlar üretiyor. Bu ‘yerli ve milli’ ürünler de ABD, Dubai, İspanya ve İngiltere gibi yerlerde satılıyor. Yani herkesin sürekli bahsettiği kadın istihdamı, girişimcilik ve ihracat gibi konularda çalışıyor. Ama Handan Hanım ABD‘den aldığı siparişiler konusunda dertli. Çünkü uluslararası ödeme sistemleri ile ödeme kabul edemiyor. Çünkü dünyanın 200 ülkesinde serbest olan Paypal Türkiye’de yasak. Apple Pay ve Stripe çalışmıyor. Wise ülkemizden çıkıyor. Bunları kullanamayan müşterileri de uğraşmak istemiyor, alışveriş yapmaktan vazgeçiyorlar. Bu yasaklara karar veren siyasiler ve bürokratlara sormak lazım. Kapınıza kadar gelmiş bir müşteriye mal satamamak ne demek, biliyor musunuz? Elinizde olmayan sebeplerden ötürü marka itibarınızın zedelenmesi nasıl bir his, umurunuzda mı? Açık söyleyeyim. Milletin vergisiyle alınan makam arabasına binmeye veya her ay garanti maaş almaya hiç benzemez. Elbette bu konu sadece Handan Hanım’ın problemi değil. İçerik geliştiricilerimiz, dünyaya oyun, grafik, müzik, fotoğraf ve her türlü dijital hizmetler satan arkadaşlarımız da zorda. Mesela, 15 Ağustos itibarıyla dünyanın en büyük oyun firmalarından Epic Games 100 dolar ve üzeri bakiyeler için Türkiye’deki geliştiricilere son kez ödeme yapacak. Çünkü dünyada kullanılan büyük ödeme sistemleri ülkemizde yasak. Olacak iş mi? Biliyorsunuz, geçenlerde Twitter kullanıcılara ödeme yapmaya başladı. Belli özellikteki hesaplar için, döviz cinsinden, otomatik gelir. Ancak bunun için Stripe hesabı gerekiyor ve bu uygulama ülkemizde yok! Gerçi uluslararası pazaryerlerinin ve Twitter gibi firmaların tedarikçileri için bir çözüm var. Ancak, bir Türk şirketinin kendi mal ve hizmetini bu şekilde satması, ihracat yapması mümkün değil. Bir başka örnek deprem sonrası alelacele kimseye sormadan çıkarılan emisyon primi vergisi: Bir girişim kuruyorsunuz. Uğraşıp yerli yabancı yatırımcılardan yatırım alıyorsunuz. Sonra devlet “geriye yönelik olarak” bu paranın %10’u benim diyor. Bunu kime anlatabilirsiniz? Bir daha kim burada şirket kurar, yatırım yapar? Listeyi uzatmak mümkün – yakınlarına para gönderemeyenler, kazandığı e-spor ödülünü alamayanlar, sattığı ürünün parasını tahsil edemeyenler... Zaten yüksek dijital hizmet vergisi ile girişimcimiz zorlanıyor, üzerine bir de bu sorunlar çıkıyor. Neticede bu arkadaşlarımız ikametlerini değiştirmek veya yurtdışında şirket kurmak zorunda kalıyorlar. Mesela, ‘Bir girişim deneyelim dedik, uluslararası ödeme almak için bin takla atıyoruz. En yakın vakitte başka bir ülke vatandaşlığını alacağım’ diyen gençlere ne söyleyelim? Şirketler elbette ülkemizin kurallarına uymak zorunda. Ama eğri oturup doğru konuşalım. 200 ülkenin aklı yok da sadece biz mi düzenleme yapmayı biliyoruz? Girişimcilerimizi dijital mülteci haline getirmeye, vatandaşımızın para kazanmasına düşmanlık yapmaya kimsenin hakkı yok.
Bir girişim kuruyorsunuz. Uğraşıp yerli yabancı yatırımcılardan yatırım alıyorsunuz. Sonra devlet “geriye yönelik olarak” bu paranın %10’u benim diyor. Bunu kime anlatabilirsiniz? Bir daha kim burada şirket kurar, yatırım yapar?
HAYATI DAHA DA PAHALI HÂLE GELEN, EN İHTİYAÇ DUYUĞU ANDA ZORDA KALAN ORTA DİREK Emektar oyuncu Aydemir Akbaş’ı hepimiz tanırız. Kendisinin geçen yıl ağustos ayında yaptığı bir paylaşımı hatırlayalım: ‘Kanseri 10 yıl önce yendim. Ama KOAH 11 yıldır devam ediyor. Doktorumla randevum vardı. 9'da evden çıktım. Bir buçuk saat oldu hâlâ taksi bekliyordum. Bir ara eve dönüp hastaneye gitmemeyi düşündüm. Tam dönerken karşımda bir taksi gördüm. Gelen müşterisini reddetmişti. Sonra bana döndü ‘baba gel’ dedi. Telefonunu verdi sıkışırsan beni ara dedi.’ Sayın Akbaş’a şifa diliyorum. Kendisinin dile getirdiği, aslında hepimizin hikayesi. Kucağında bebeğiyle taksi bekleyen annelerin, havaalanına yetişmeye çalışan profesyonellerin, yağmurlu havada eve dönmeye çalışan vatandaşların hikayesi. Çünkü son 30 yılda İstanbul’un nüfusu iki buçuk katına çıktı, taksi sayısı ise bin bir kavgadan sonra sadece yüzde 10 arttı. Kıtlığın rantını düşünebiliyor musunuz? Üstelik bu sadece bizim problemimiz değil. Geçen yıl İstanbul’a 16 milyon turist geldi. Dilekolay, şehrin nüfusu kadar insan! İnşallah artarak da devam edecek. Üstelik bir dünya başkenti olarak pek çok uluslararası organizasyona da talibiz. Mesela 2028 Avrupa Futbol Şampiyonası finalleri. Mesela Olimpiyatlar. Oysa taksi başına düşen nüfus İstanbul’da Paris ve New York’un iki, Singapur’un dört katından fazla. Peki, Amerika’dan Çin’e, Filipinler’den Kamerun’a, dünyanın her yerinde kullanılan uygulamaları yasaklayarak mı bunu başaracağız? İnsanları taksi kuyruklarına, pazarlıklara, korsan çözümlere mahkûm mu edeceğiz? İnternet özgürlüğünde Bangladeş ve Zimbabwe’nin gerisindeyiz. Bari bu alanda da geri kalmayalım. Şehir içi taşıma uygulamaları üzerindeki yasakları kaldırmak, rekabeti artırır, seçenekleri çeşitlendirir, fiyatları düşürür ve hizmet kalitesini yükseltir. Tercih çok açık: vatandaşımızın yararı mı, lobilerin rantı mı?
Girişimcilerimizin işlerine odaklanmak yerine ‘hangi ülkede şirket açsak’ diye düşünmesine, dijital mülteci olmasına razı değilim. Gençlerimizin ‘o ürünü alamayız, bizde Paypal yok’ deyip mahcup olmasına, dünyadaki yaşıtlarından geri kalmasına razı değilim.
İŞ BULAMAYAN, FIRSATLARI KAÇIRAN GENÇLER 15-24 yaş arası nüfusumuz 13 milyona ulaştı. Yani ülkemizdeki altı kişiden biri! Bu sayı Belçika’dan Yunanistan’a, İsveç’ten Macaristan’a, 20 Avrupa Birliği üyesi ülkenin nüfusundan fazla! Her yıl bir milyon genç arkadaşımız çalışma çağına geliyor. Yedi milyon kişi üniversitede okuyor. Her sene 900 bini mezun oluyor. En az üç milyon gencimiz ‘ne işte ne okulda’. Bu arkadaşlarımıza istihdam fırsatları yaratmaya mecburuz. Peki nasıl? 21. yüzyılda bunun parolası gig ekonomisidir. İnternetin ve akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla hayatımıza arz ve talebi çok hızlı ve etkin şekilde buluşturan platformlar girdi. Satacağınız ürünü, vereceğiniz hizmeti veya sağlamak istediğiniz finansmanı internet üzerinden müşterilere sunabiliyorsunuz. Mesela, el işlerini satan ev kadını. Mesela, yarı zamanlı kuryelik yapan üniversite öğrencisi. Mesela, proje bazlı danışmanlık yapan profesyonel. Mesela kitle fonlamasına katılan yatırımcı. Eskiden rüya gibi gelen ‘kendi kendinizin patronu olmak’, ‘evden çalışmak’, ‘çocuğum büyüyene kadar yarı zamanlıya geçmek’ veya ‘yan gelir için iş yapmak’ çok daha mümkün hâle geldi. Gig ekonomisi Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nde işlerin 10’unu sağlıyor. Benzer faaliyet alanlarını da eklediğimizde, bu oran Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 36’ya, yani 59 milyon kişilik istihdama ulaşıyor. Ülkemizde bu büyük potansiyelin açılmasının yolu, hizmetler sektöründeki yasakların kaldırılması ve aşırı regülasyonların hafifletilmesi. Çünkü, seyahatten finansa, perakendeden danışmanlığa, eğitimden sağlığa, lojistikten teknolojiye uzanan hizmetler sektörü, milli gelirimizin ve istihdamımızın yüzde 60’ını sağlıyor. Merhum Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980’de sanayimiz için yaptığı cesur serbestleşme hamlesini, bugünün gençleri için hizmet sektöründe yaparak istihdam imkanlarını çoğaltabilir, yıllardır topallayan faktör verimliliğimizin artırabilir ve ülkemizi bir katma değerli ihracat üssü yapabiliriz. Gençlerimiz ‘önümüzü tıkayan bu yasaklar niye var?’ diye soruyor – onlara makul bir cevap var mı? DÜNYANIN TAŞRASINA SAVRULAN TÜRKİYE Girişimcilerimizin işlerine odaklanmak yerine ‘hangi ülkede şirket açsak’ diye düşünmesine, dijital mülteci olmasına razı değilim. Gençlerimizin ‘o ürünü alamayız, bizde Paypal yok’ deyip mahcup olmasına, dünyadaki yaşıtlarından geri kalmasına razı değilim. Yatırımcıların başarılı start-up’lara ‘çok ilginç işler yapıyorsunuz ama merkezinizi Türkiye’den taşıyın’ demesine, beyin göçünü tetiklemesine razı değilim. Tüm vatandaşlarımız teknoloji sayesinde dünya vatandaşı olma fırsatına sahipken, bizim küresel ekonomiye giriş yöntemleri aramak zorunda kalmamıza razı değilim. En önemlisi, ülkemizin diğerleriyle yarışmak yerine kabuğuna çekilmesine, dünyanın taşrasına savrulmasına razı değilim. Türkiye’nin yeni dünyanın fırsatlarını ıskalaması gerçek bir beka meselesidir – bugün bahsettiğimiz yasaklar da milletimizin önüne çıkan duvarlardır.
Vatandaşımızın tweetlerini yazıp yazıp silmesi ile uluslararası ödeme sistemlerini kullanamaması, her gün bir festivalin iptal edilmesi ile şehir içi ulaşım uygulamalarının yasak olması, aynı madalyonun iki yüzüdür.
SONUÇ Bu yazıda ekonomik alandaki yasakları konuştuk. Ancak unutmayalım; nerede bir yasak varsa, orada ranttan yararlanan lobiler ve sırtına yük binen tüketiciler vardır. Rekabet olmazsa rehavet gelir. Akmayan su, bulanıklaşır. Hükümetlerin görevi iş yapmayı kolaylaştırmak, yeni fırsatların ortaya çıkmasına imkân sağlamak ve hayatı ucuzlatmaktır. Ekonomik sıkıntılardan kıtlıkla ve yasaklarla değil, bollukla ve serbestlikle çıkılır. Bu vesileyle, konunun sadece ekonomiyle sınırlı olmadığını da vurgulamak isterim. Daha önce de söyledim, yine söyleyeyim: siyasi, toplumsal ve iktisadi hürriyetler bir bütündür, parçalanamaz! Zira, vatandaşımızın tweetlerini yazıp yazıp silmesi ile uluslararası ödeme sistemlerini kullanamaması, her gün bir festivalin iptal edilmesi ile şehir içi ulaşım uygulamalarının yasak olması, aynı madalyonun iki yüzüdür. Önümüzdeki tercih açık: Yasaklar mı, serbestlik mi; Kısıtlar mı, bolluk mu; Hayatı zorlaştırmak mı, seçenekleri artırmak mı? Rant mı, rekabet mi; Lobiler mi, hür teşebbüs mü; Vasatlık mı, dünyayla yarışmak mı; En önemlisi: tanıdığı olanlar mı, sade vatandaşımız mı? Ben her zaman ikincisinin hakkını savunmaya devam edeceğim.