Tabya, stratejik önemi haiz bir yeri korumak için inşa edilen askeri savunma yeri demek. 1886-1888 yılları arasında inşa edilen ve Balkan Savaşları'nda Edirne savunmasının karargâh binası olarak kullanılan Hıdırlık Tabyası, zaman içerisinde önemini yitirmiş ve bir nevi harabeye dönmüş. Restorasyon süreci sonrasında ise bu tabya şu an etkileyici bir mimariye sahip tarih müzesi. Daha önce sizlerle paylaştığım II. Bayezid Külliyesi gezim sonrası bu müzeyi de gezme fırsatı buldum ve tecrübelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Edirne Balkan Tarihi Müzesi aslına sadık kalınarak restore edilen yapıların yayıldığı geniş alanıyla henüz kapısından girmeden sizi etkisi altına alıyor. Özellikle de küçük bir müze göreceğiniz varsayımıyla gittiyseniz. Müze temel olarak üç bölümden oluşuyor: karargah binası, topçu odaları ve dehliz odaları. Karargah binasını dehliz odalarına ise uzun bir tünel bağlıyor. Karargah binasından içeriye girdiğinizde üç ayrımla karşılaşıyorsunuz. Tarihi bilgilerin yer aldığı sağ ve sol kanatlar ve binayı dehliz odalarına bağlayan tünel. Topçu odaları ise karargahın dışını çevrelemiş durumda. Her birinde yine farklı bilgilere yer veriliyor. Müzede bilgi edindiğiniz şeylerden biri kişiler. Burada Edirne şehrini ismini veren Roma İmparatoru Hadrianus’tan (Hadrianopolis) ve Edirne müdafii Şükrü Paşa’ya, Edirne’yi fetheden I. Murat’tan yolu Edirne’den geçen komutanlar ve hükümdarlara kadar bilgi edinmeniz mümkün. Bu vesileyle Edirne’de mahalleden okula kadar birçok şeye adını veren ve müzede gezerken öğrendiğim üzere vasiyetine yazdığı “Düşman hatları geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın… Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni bu mahale gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikecekler” cümlelerinden etkilendiğim Şükrü Paşa’yı rahmetle anıyorum. Elde ettiğiniz bilgiler kişilerden ibaret değil. Balkanlardaki Osmanlı mimarisi, Osmanlı döneminde Balkanların yönetimi ve Balkanların tarihine ilişkin bilgiler edindiğiniz gibi, savaş dönemindeki giyinme, beslenme, hastalıklar hakkında da bilgi edinebiliyorsunuz. Okuyarak ve dinleyerek elde ettiğiniz bilgilerin dışında o dönem eşyaları, fotoğrafları ve heykeller ve yerleştirmelerle dönemi daha iyi anlıyorsunuz. Edirne Balkan Tarihi Müzesi’nde birçok farklı müze uygulamasının hayata geçirildiğini görebilirsiniz. Ben bu yönden de çok beğendim. Klasik bilgilendirici metinlerin yanında şekilli anlatımlara, video anlatımlarından dinleme cihazlarıyla bilgilendirmelere, bez üzerine işlenmiş yazılardan dokunmatik ekranlara kadar dünyanın farklı müzelerinde gördüğüm çeşitli yöntemler kullanılmış. Her türlü uygulamayı deneyimlemek isterseniz müzeye en az 2-3 saat ayırmanızı öneririm. Bazı odalarda müzik sesleri de nostaljik bir ambiyans oluşturuyor. Bu odalarda çalan müziklerin ne olduğunu da keşke yazsalar diye düşündüm. Edirne hakkında yazılmış eserlerden alıntılar da güzel bir detay olarak duruyor. Yahya Kemal Beyatlı ya da Süheyl Ünver gibi isimlerin Edirne hakkında yazdıklarını okumak güzeldi. Balkan savaşlarına ilişkin olarak ise Ernest Hemingway’in ya da Şevket Süreyya Aydemir gibi tarihe şahitlik eden pek çok kişinin yorumları da duvarlarda yerini almış durumda. Benim en etkilendiğim alanlardan biri de tüneldi. Karanlık ve soğuk tünelden dehliz odalarına silah seslerini duyarak yürüyorsunuz. Savaş ortamının ne kadar korkutucu olabileceğini de ister istemez düşünüyorsunuz. Bir müze içerisinde ben tedirgin olabiliyorsam, gerçek savaş alanı nasıldır? Balkan Tarih Müzesi söz konusu olduğunda insanı en çok etkileyen paylaşımlar sanırım göç anıları. Edirneliyseniz, ailenizde ya da çevrenizde 93 Harbi ile başlayan ve Balkan Harbi sonrasında devam eden göçler sırasında Türkiye’ye göç etmiş birileri muhakkak vardır ve siz bu anıları dinlemişsinizdir. Mesela benim Yunanistan’dan Türkiye’ye henüz 4 yaşındayken amcasıyla göç eden bir kadının hikayesini dinlemişliğim var. Müslüman köylerin basılarak sivillerin öldürüldüğü bir dönem. Annesi o kucağındayken vurulmuş. Babası da savaşta vefat etmiş. Bu anıların benzerlerini müzede “toprağından kopanlar”, “göç yollarında” “savaştan arta kalanlar” gibi isimlendirilen odalarda okurken etkilememe ihtimaliniz yok. Savaştan arta kalanlar başlıklı odada fotoğraf görmek beni bir hayli duygulandırdı. Savaştan geriye fotoğraflar kalıyorsa insanlık neden barış içerisinde yaşayamıyor diye de sorguluyorsunuz. Savaşların sona ermediği günümüzde de keşke tüm liderler bu gibi müzelere gitse de bu sorgulamaları yapabilse. Duygusal bir sonu olduğunu düşündüğüm bir yazıyı çok motive şekilde bitiresim gelmese de alışkanlığımdan şaşmıyorum: Bir sonraki tecrübede görüşmek üzere.