Küresel iklim değişikliğinin yarattığı en büyük sorunlardan birisi su kıtlığı. Üç tarafı denizlerle çevrili ülke olarak biz de bu sorunla karşı karşıyayız. Başta devlet ve iktidar olmak üzere hepimize bu süreçte sorumluluk düşüyor. Eğer bizler tedbir almaz, sorumlu davranmazsak bizden önceki nesillerin dünya yaptıklarının bedelini biz ve gelecek nesiller ödeyeceğiz. Artık küresel iklim krizinin bir gerçek olduğunu hepimiz biliyoruz. Son yıllarda artan sıcaklarla birlikte ortaya çıkan sorunlar herkesin gündeminde. İklim aktivistleri insanlığı yıllardır uyarıyorlar. Ne yazık ki zamanında alınmayan tedbirlerin maliyeti hepimizi için ağır olacak görünüyor. Burada büyük devlet ve şirketler kadar tek tek bizlere de büyük sorumluluklar düşüyor. Ne yazık ki, alınmayan tedbirler dünyayı hızla bir cehenneme çeviriyor. Çok uzun süre önce değil, sadece bir sene önce yaşadığımız yaz aylarındaki sıcaklık ortalaması ile bu yaz yaşadığımızın arasında fark var. İklim krizinin yarattığı sorunlardan birisi de kuraklık. Kuraklığın bir sonucu da hepimizin hayatının doğrudan etkileyen su kıtlığı. Su kıtlığı, en basit tanım ile dünyada su taleplerini karşılayacak içilebilir su kaynaklarının yeterli olmamasıdır. Dünya’nın yaklaşık yüzde 71’i su ile kaplı olsa da bizlerin ihtiyacı olan tatlı su. Bu yüzde 71’in içinde tatlı su oranı ise sadece yüzde 2,5. Artan sıcaklıkla birlikte doğal olarak su tüketimi de artıyor. Ve temiz su kaynakları her gün azalıyor. Dünyada yapılan araştırmalar 2032 yılına kadar dünyanın yarısının su kıtlığı ile karşı karşıya kalabileceğini söylüyor. Görüldüğü gibi su kıtlığının geri dönüşü yok. Biz insanlar bütün dünyada yaşanan su ve iklim krizini göz ardı ettik ve neredeyse hiç önlem almadık. Önlem aldıysak da bu yeterli olmadı. Kuşkusuz Türkiye olarak bu kıtlıktan etkilenen ülkelerden biriyiz. En basitinden yaşadığımız şehirde su ihtiyacımızın karşılandığı barajların doluluk oranı yüzde 30’un altına indi ve uzmanlar yağmur yağmasa yaklaşık 30 günlük suyumuzun kaldığını söylüyor. Oysa Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili. Biz bireyler su konusunda elbette tedbir almalıyız ama burada bir sorumluluk da ülkeye yönetenlere düşüyor. Deniz sularının kullanılabilir hâle gelmesi için ek tesisler kurulması bunun başında geliyor. Onun dışında yerel yönetimlerin alacakları tedbirler var. Çok su tüketilen lokasyonların belirlenmesi, oraların denetlenmesi bunların başında geliyor. O bölgede yaşayan bireylerin günlük su kullanım oranını ortaya çıkarılıp kullanım gerekirse sınırlanmalı. Bununla birlikte tasarruflu su tüketimi konusunda vatandaşların bilgilendirilmesi amaçlı, reklamlar, kamu spotları hazırlanmalı. Küresel iklim krizinin bir sonucu olarak deniz suyu seviyesi yükseliyor. Bu bir risk olduğu kadar ortaya bir avantaj da çıkarıyor. Üç tarafı denizlerle çevrili ülke olarak deniz suyunu arıtma konusunda yukarıda ifade ettiğim gibi devlete, ülkeyi yönetenlere sorumluluk düşmektedir. Çünkü küresel iklim krizinin ortaya çıkardığı sorunlar ne yazık ki, azalmayacak artacak. İnsanların su tüketimini azaltmasının yollarından birisi de su fiyatlarının daha da artması olabilir. Herkesin zamlardan şikâyet ettiği bir dönemde bu öneri kulağa hoş gelmeyebilir ama düşünülmeli. Böylece gerektiğinden daha fazla su kullanan bireylerin suya erişimi bu kadar kolay olmayacağı için ihtiyaçları kadar olan su kullanımı sağlanabilir. Yine okullarda da farkındalık yaratılması için eğitim sektöründe de su kullanımı, geri dönüşüm gibi dersler ya da bu olayları daha çok anlamaya yönelik etkinlikler yapılmalı ve bireylerin küçük yaştan itibaren farkındalık kazanması hem kültür seviyesini yükseltmiş olacak, hem de gelecek için hazırlıklı ve bilinçli olmuş olacaklar. Biz gençlere bu konularda daha fazla sorumluluk düşüyor. Çünkü eğer bizler tedbir almaz, sorumlu davranmazsak bizden önceki nesillerin dünya yaptıklarının bedelini biz ve gelecek nesiller ödeyeceğiz.