Ne siyaset kurumlarımız ne de ülkemizdeki siyasetçi profilinin genel nitelikleri yirmi birinci yüzyıl insanının sorunlarına çözüm üretebilecek nitelikte değildir. Son derecede çağ dışılar. Çağ dışı oldukları için de daha çok hamasi söylemlere veya “her şeye muktedir” bir lider anlayışının arkasına sığınmaya ihtiyacı hissediyorlar. Bugün ülke gündeminde olan “değişim talebi” sadece CHP’nin sorunu değil. İktidar dâhil tüm siyasi partilerin ve toplumun birçok kesiminin sorunu. İktidarda olmanın avantajlarına sahip olmak bu ihtiyacın iktidar partisinde de olmadığı anlamına gelmez. Bir ölçüde son zamanlarda ortaya çıkan reform taleplerinin maksadı bu değil mi? Ya da ekonomi yönetiminde Mehmet Şimşek ismine yönelmenin maksadı da böyle bir politika dönüşümü yapma ihtiyacı değil mi? Ayrıca, sadece isimler üzerinden yapılacak olan değişim değil konu edilen. Daha kapsamlı, tüm kesimleri ve ülkenin bütününü kapsayan bir değişim talebinin yükselişine doğru gidiyoruz hep birlikte. Burada kastedilen köhnemiş, vatandaşı için fonksiyonunu yitirmiş bir yapının değiştirilmesidir. Siyaset yapma tarzından tutun da ekonomide refah üretme şeklimize kadar her alanda değişime ihtiyacımız olduğu açık. Zaten bu değişim ihtiyacı her gün gündelik hayatımızda yaşadığımız ekonomik sıkıntılarla kendini hissettirmektedir. Aslında “değişim” üzerine kurulan söylemlerin son seçimlerde çok daha fazla görünür olması da toplumda beliren bu ihtiyacın sonucudur. Seçim sonrasında muhalif kesimde yoğunlaşan “değişim” talepleri ve söylemleri büyük ölçüde içerikten yoksun olsa da, siyaset kurumunun bugünkü yapısının sorunlarına çare üretecek bir nitelikte olmadığını kamuoyunun görmesindendir. Bu yüzden, vatandaşın sorunlarına çaresiz kalan siyaset başıboş bir şekilde giderek kişiselleşmekte, kişisel menfaatlerin ve egoların tatmin edildiği bir alana dönmektedir. Bunu sonucunda partilerde “lider sultaları” oluşmaktadır. Ne siyaset kurumlarımız ne de ülkemizdeki siyasetçi profilinin genel nitelikleri yirmi birinci yüzyıl insanının sorunlarına çözüm üretebilecek nitelikte değildir. Son derecede çağ dışılar. Çağ dışı oldukları için de daha çok hamasi söylemlere veya “her şeye muktedir” bir lider anlayışının arkasına sığınmaya ihtiyacı hissediyorlar. Demokrasi, çoğulculuk ve katılımcılık gibi günümüz siyasetinde öne çıkan değerler bu siyasetçilerin sahip oldukları kültürün bir parçası olmadığı için, ülke sathında yaygınlaştırılmasına da ihtiyaç görülmüyor. Çoğu günümüz dünyasına kapalı, içe dönük bir hayatın parçası olan, en iyi niyetlileri bile hapsoldukları kendi geçmişlerini geleceğe taşımayı siyasi misyon olarak benimsemişlerdir.  Bazıları toplumun ortalamasının bile gerisinde niteliğe sahip bu siyasiler, ülke sorunlarına çözüm üretecek niteliklerden uzak, ülkenin geleceğini patronajları altına almaktadırlar. Bugünlerde hem iktidar, hem de muhalefet önümüzdeki yıl yapılacak olan yerel seçimleri bahane ederek değişim taleplerini görünmez kılmaya, hatta onları önemsizleştirmeye çalışıyorlar. Muhalefet neyse de, iktidarın bu talepleri görmezden gelmesi ekonominin ve toplumunun büyük kesimlerini ciddi maliyetlere maruz bıraktığı bir gerçek. Malum; geçtiğimiz seçimlerin ana teması “değişimdi”. Bu ihtiyacı yoğun bir şekilde dile getiren muhalefet seçimlerde başarısız oldu.  Ama bu başarısızlık toplumdaki dönüşüm ihtiyacının sönümlenmiş olduğu anlamına gelmez. Büyük ölçüde muhalefet ittifakı “değişimi” bir liderlik değişimi olarak ele alıp, kamuoyunun önüne koydu.  Altını pek dolduramadı.  Bu yüzden seçimlerde yaşanan başarısızlığı dönüşümü gerçekleştirmeye aday olan muhalefetin gösterdiği liderliğin başarısızlığı olarak görmek mümkündür. Kim bilir, belki de Sayın Cumhurbaşkanı da toplumdaki bu ihtiyacı gördü ve seçim sonrasında bu ihtiyacı karşılamak için kendince bir şeyler yapmaya karar verdi. Ancak şu anda toplumda biriken sorunları çözebilmek için, ülkede dönüşümü hedefleyen çok radikal politikalarının uygulanmasına ihtiyaç var. Bunun için Sayın Cumhurbaşkanının gücü var mı belli değil. Yirmi yıldır bizzat kendisinin yarattığı “toplumsal canavar” ve onun bitmez tükenmez kaynak iştahının patronajı altına girmiş olan iktidarı, böylesine büyük bir dönüşümü gerçekleştirebilecek düzeyde bir güce sahip olmadığı görülüyor. Sonuç olarak çaresizlik, her şeyin oluruna bırakılmasına yol açmış durumda. Bu noktada böylesine bir sürece liderlik etmek isteyenler çıkacaktır.  Kendi bildikleri şekilde, geçmişin farklı koşullarında yaşayarak nasıl öğrendilerse, kendi edindikleri tecrübelerin ışığında şekillenmiş olan bir ezberi kullanarak, bu süreçte toplumu kontrol etmek ve böylece onların talep ettiği değişime liderlik etmeyi istemektedirler. Bu günümüz siyasetçilerinin genel karakteridir. Neyin içine girdiklerini bilmeden, kendisinin sahiplenmesi gereken sorumlulukları başkalarına devrederek, kendileri için son derecede sterilize bir ortam da siyaset yapmayı arzulamaktadırlar. Sonunda da sorunlara çare olamadıklarını gördüklerinde, bu başarısızlığının sorumluluğunu kendi kafalarında yaratıp, kamuoyunu inandırmaya çalıştıkları mistik bir “derin devlet” gücüne dayandırmaktadırlar. Siyasi başarısızlıkların kaynağı ya ilahi bir gücün elde edilemeyen rızasına, ya da böyle bir derin devlet mensuplarının direncine bağlanmaktadır.
Günümüz siyasetçileri toplumun bugün ve gelecekteki ihtiyaçlarını neler olacağına çok fazla kafa yormamaktadırlar. Zamanlarının çoğunu geleceği inşa etmek için değil, aksine bir türlü bitmeyen bir geçmişle hesaplaşmayla geçirmektedirler.
Günümüz siyasileri geçmişin kendine özgün koşullarında edinilmiş oldukları tecrübelerin sonucunda oluşturulmuş söylem, fikir ve “yönetilen korkularla” topluma liderlik etmektedirler.  Bu sebeple tümü demode, köhnemiş, korkak ve toplumun geleceğini şekillendirmek bakımından tümü iflah olmaz “umutsuzluk” kaynaklarıdır. Aynı geçmişte olduğu gibi bu siyasetçiler, zaman zaman düşündüklerinden ve yapmak istediklerinin doğuracağı eleştirilerden  “korkarak”, bazen de yirminci yüzyılın başlarındaki şartlarda kullanılan birtakım politika ve uygulamalara “kurtuluş çaresi” olarak bel bağlayarak, ama her şeyden önce insanlara yirminci yüzyılda refaha sağlayacak yeni bir dünya tasavvuru sunmaksızın liderlik yapabileceklerini sanmaktalar. Günümüz siyasetçileri toplumun bugün ve gelecekteki ihtiyaçlarını neler olacağına çok fazla kafa yormamaktadırlar. Zamanlarının çoğunu geleceği inşa etmek için değil, aksine bir türlü bitmeyen bir geçmişle hesaplaşmayla geçirmektedirler. Bu durum özellikle iktidar siyasetçilerinde yaygın bir eğilimdir. Bu onların siyaset yapma tarzının bir neticesi olarak görülebilir. Belki de kapasitelerinin bir sonucudur. Bazen de tembelliklerinin… Ama geçek olan bir şey var ki, o da artık ülkenin geleceğini inşa edecek politika ve uygulamalara geçmişten çok daha fazla ihtiyacı olduğudur. Ekonomi, artık hesaplaşma bahanesiyle, ülkenin bugüne kadar sahip olduklarını tüketerek, ya da yeniden dağıtımını sağlayarak alınabilecek mesafenin sonuna geldi. Bundan sonra geleceği inşa etmek, ülkeyi değer üreten bir yapıya kavuşturmak gerekmektedir.  İşte ihtiyaç duyduğumuz değişimin ana amacı budur. Bugün muhalefetteki değişim söylemi maalesef böyle bir amacı sahiplenmemektedir. Her zaman olduğu gibi değişim taleplerini önemsizleştirecek kolay yollar tercih edilerek, kamuoyunun tatmin edilebileceği düşünülüyor. Bu talepler kişiselleştirildiği için toplumun geleceğini inşa etmeye yönelik düşünceler ve söylemler üretilemiyor. Bu değişime liderlik edilmesinin basit bir isim değişikliği ile gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. İsimler değişirken, yeni ilkelerin ve politikaların neler olması gerektiği konusuna kimse kafa yormak istememektedir. Kapalı kapılar arkasında, isimler üzerinden verimsiz (bir o kadar da sonuçsuz) bir siyasi mücadele, toplumun talepleri görülmeksizin devam ettirilmektedir. Oysa hem iktidar, hem de muhalefet birlikte bu seçimlerde başarısız olmuşlardır. Kampanyalarındaki söylemler ve vaatler ülkenin geleceğine yönelik umut vermekten uzak kalmıştır. Onların bir bütün olarak temsil ettikleri siyaset tarzı ve sorun çözme yöntemi artık iflas etmiştir. Sorunlar çözülmeden ortada kalırken, lokal pansumanlarla mevcut sistem korunmaya çalışılmaktadır. Sanki benzer politikaların muhalefet ve iktidarın hangisinin iktidarında daha iyi uygulanacağı konusunda bir rekabete girilmiş, kamuoyunu da bu rekabette taraf olmaya zorlamıştır. Kitlelerin sorunlarını sahiplenilerek, onlara kalıcı çözüm üretmeye olanak sağlayacak fikri bir mücadeleye girmekten kaçınılmıştır.
Siyasilerin bir bütün olarak temsil ettikleri siyaset tarzı ve sorun çözme yöntemi artık iflas etmiştir. Sorunlar çözülmeden ortada kalırken, lokal pansumanlarla mevcut sistem korunmaya çalışılmaktadır.
Aslında Türk siyaseti çok uzun zamandır bu şekilde, kolaycı yöntemlerle yürütülmektedir. Bugüne kadar kullanılan dil ve siyaset yapma şekli, kamuoyunun “hakemliğine” başvurarak konjonktürel sorunlara çözüm bulabilmekteydi. Bu yüzden, bugüne kadar farklı siyasi partilerin çözüm politikaları konusunda birbirlerinde fazla farklılaştıkları görülmemiştir. Ancak bu siyaset tarzı artık yeterli değil.  Yeni bir siyaset tarzına ve liderliğe ihtiyacımız var artık. Sorunlara ezberle yaklaşmak yerine, katılımcı bir şekilde yeni fikirler üretmeye ihtiyacımız var. Ama daha da önemlisi, geçmişten miras kalan “yönetilmiş korkuların” patronajı altında kalarak geleceğini inşa edebilmenin imkânı kalmamıştır. Bugün ihtiyacımız olan bu siyaset tarzının terk edilerek, gerçek anlamda yeni başlangıçlar yapmaktır. Bunun başlangıcı olarak bunca zaman geçmişin kısıt tartışmalarına mahkûm edilerek, bir beka söylemi altında, sadece tüketmeye yöneltilmiş bir toplum yapısının, üretici hâle getirilmesini sağlayacak bir siyasi liderliğe ihtiyacımız var. Bu açıdan seçimlerin hemen ardından iktidarın ekonomideki çaresizliği, yaptığı “Mehmet Şimşek hamlesi” ile daha görünür hale geldi ve kamuoyunda bir heyecan dalgası yarattı.  İktidar böyle bir isim değişikliği ile ekonomideki sorunların çözülebileceğine inandı. Hala da inanır görünüyor. Bu süreçte muhalefetin açmazı ise, Sayın Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin sorgulanmasıyla ortaya çıktı. Onlar da yönetimdeki bir veya birkaç isim değişikliği ile sorunları çözebileceklerini sanıyorlar.  Tabanı dışlayarak, onlardan gelen taleplere kulaklarını tıkayarak, kendi kişisel doğrularını tabana empoze ederek siyaset yapmaya devam etmek istiyorlar. Üretilmesi gereken fikirlerde tabanı bir taraf olmaya davet etmeden, kendi fikirlerini tabansız bırakmakta bir sakınca görmeyen “elitist” bir yaklaşımla bildikleri siyasete devam etmek istiyorlar.  Sorunların ise çözümü yerine, ertelenmesini tercih ediyorlar.
Bunun başlangıcı olarak bunca zaman geçmişin kısıt tartışmalarına mahkûm edilerek, bir beka söylemi altında, sadece tüketmeye yöneltilmiş bir toplum yapısının, üretici hâle getirilmesini sağlayacak bir siyasi liderliğe ihtiyacımız var.
Kamuoyunun sorunlarının ertelenerek biriktirilmesi bugünkü siyasi yapımızı ve sistemimizi çaresiz bırakmaktadır. Bu çaresizlik bir algı olarak kamuoyuna sirayet etmekte ve bir tevekküle onlara kabullendirilmeye çalışılmaktadır. Bu siyasetin sonu geldi. Bu yüzden ülkenin iktidarı ve muhalefeti ile birlikte yeni bir siyaset tarzına ihtiyacı var. Bu ihtiyaç karşılanmadığı zaman, bugünkü siyasi kurumlarımızın tümden çökmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu dönüşüme iktidarı zorlayıp, gerçekleşmesine aracılık etmekte ise, muhalefetin sorumluluğu iktidarın göre çok daha önemli ve çok daha fazladır. Bu yüzden değişimin başlayacağı adres iktidarı değişime zorlayacak muhalefettir.