Değişim taleplerine direnmeyi tercih eden siyasetim en azından bugünkü refah düzeyini koruyabilmek için bile para bulmak zorunluluğu vardır. Zira tıpkı geçmişte olduğu gibi ülke yetmiş sente muhtaç bir duruma gelmiştir. Türkiye boyutunda bir ülke için seçimler sadece kazanılmaları gereken basit bir yarış olarak görmek doğru değil. Seçimlerin ardından karşı karşıya kalınan toplumsal ve ekonomik ihtiyaçların karşılanabilmesi siyasetçilerin asıl mücadele alanlarıdır. Bu bağlamda iktidarların sorunu, seçimlerde kazanılan beş yıl içindeki ihtiyaçların nasıl finanse edileceği ve bu finansmanın nasıl bir ekonomi politikası izlenerek yapılacağına karar vermektir. Şu anda böyle bir kararın tüm unsurları hala ortaya çıkmış değil. İktidar bu aşamadan daha çok finansal kaynak arayışına odaklanmış durumda. Demokrasilerde, sadece seçimlerde değil, aynı zamanda ekonomi politikalarının belirlenme sürecinin bizzat kendisi de muhalefetin iktidar ile bir mücadeleye girebildiği, hatta zaman zaman onu paralize edep işlevsiz hale getirebildiği bir alandır. Bu mücadelenin muhalif kesimler için ne kadar etkin olacağı ise, o ülkenin demokrasisinin kalitesi ile ilgilidir. Bu ekonomi politikalarının sonucu olan bütçe için meclis, muhalefet ile girişilecek bir mücadelenin yapılacağı en önemli kurumdur. Her kesim burada yapılan görüşmelerde, iktidarın bütçesinde kendileri için yer almaya çalışır. Bu yüzden de demokrasilerde “bütçe yapma hakkı” hem kural olarak, hem de ahlaki bir zaruret olarak meclislerin ellerindedir, devredilemez. Şu anda bizde bu hak, bir siyasi grubun meclisteki çoğunluğuna güvenilerek tek bir kişinin insafına devredilmiştir. Not olarak belirtmeleyim ki, ülkemizdeki kamuoyu bu “hak devri” konusu üzerinde çok fazla durmadı. Neticede bir demokrasi olduğunu iddia eden ülkemizde bu yetki bir kişiye devredilmiş oldu. Maalesef mevcut iktidar gelecek beş yılda uygulamaların finansmanını sağlayacak ekonomik politikaları hala ortaya koyamadı. Zira iktidarın elinde para yok; dahası artık kalmadı.  Bu yüzden seçimlerin hemen ardından körfez ülkelerine gidilerek böyle bir kaynağın arayışına girişildi. Ancak böyle bir kaynak bulunduktan sonra vatandaş için geleceğe yönelik umut vaat eden bir ekonomik politikasının oluşturulabilmesi hala şüpheli. Bu yüzden önümüzdeki beş yıl iktidar destekçisi seçmenler için bile çok farklı bir dönem olacak görünüyor.
Maalesef son yıllarda ortaya çıkan yapısal katılıklar nedeniyle bu dönüşümün, şu andaki siyasi iradenin izin verdiği ölçüde gerçekleşmesi mümkündür.  Buna nereye kadar ırza gösterileceği ve bu karşılık kamuoyunun elindeki refahın ne kadarından vazgeçmeye rıza göstereceği hala belirsizliğini korumaktadır.
İktidarın körfez ülkelerindeki bu arayış gelecek beş yılın nasıl finanse edeceğinin arayışıdır. Bu görüşmelerde belirlenecek olan birtakım mali koşullar altında kullanılacak kaynakların kullanımından doğan sonuçlara da ülkenin “bekası” bahane edilerek, vatandaşın tahammül göstermesi istenecektir. Bu konularda tam bir netlik elde edilemediği için önümüzdeki beş yılın finansmanının nasıl bir ekonomi politikasıyla yapılacağını tüm ülke olarak sabırla bekliyoruz; tıpkı kurbanlık bir koyunun göstermiş olduğu bir “tevekkülde” içinde olduğu gibi… Demokrasilerde icra makamı olan iktidarın ortaya koyacağı ekonomi politikasının iki unsuru önemlidir. Bunlardan ilki iktidarın kendi destekleyicilerini kapsayacak bir “sermaye birikim modelidir”. İkincisi ise, bu birikim modeli etrafında oluşturulacak bir “refah ve/veya yeniden dağıtım modelidir”.  Bu iki konuya çözüm getirecek özgün modelleri olmayan bir siyasi iradenin iktidar olma şansı düşük olacaktır. En azından geçmişin tekrarını yaparak iktidar olunabilse de, o iktidarın sürekliliğini bu şekilde sağlamak mümkün olmayacaktır. Zaten iktisadi olarak iktidar olabilmek de, bu iki konuda kendine has modellerin, yine kendi iradesi altında yönetimini yapabilmektir. Bu bakımdan bu iki modele işlerlik kazandıracak finansal kaynaklara ve bunların nereden temin edileceğinin ipuçlarının açık ve net bir şekilde kamuoyuna verilmesi zaruridir. Böyle bir finansman kaynağınız yoksa iktidarın ülkede ne değer üretebilecek bir sermaye birikim modeli, ne de bir refah üretip paylaştıracak bir model ortaya koyabilmesi mümkün değildir. Bu durumda siyasi iktidarın kendini destekleyen ve/veya desteklemeyen kesimlere yönelik yeni bir refah sağlaması mümkün olamayacaktır. Aksine onların hali hazırda sahip oldukları refaha da el uzatarak kendi iktidarı için gerekli finansmanı sağlamaya çalışması mümkündür. Bu bakımdan her şeyin başı finansmandır. Sermaye birikiminin sınırları partilerin siyaset tarzlarını ve onların toplumsal taban ile ilişkilerini belirlemektedir.  Sermaye birikiminin tıkandığı durumlarda ve yeni bir birikim modeline geçilmesinin mecburi olduğunda, bu birikim sürecinin üst yapısında yer alan siyaset kurumunda da bir dönüşüm yaşanması kaçınılmazdır. Siyasi yapı bu dönüşüm ihtiyacını bir şekilde karşılayabildiğinde siyaset kurumu istikrara kavuşup, yeni aktörleriyle birlikte yeni bir “müesses nizam” oluştururlar. Burada kilit öneme haiz husus sistem olarak yeni bir sermaye birikim modeline geçebilecek esnekliğe sahip olmak ve bunun finansmanını sağlayabilmektir. Demokrat Partinin 1950’lerin sonunda gerçekleştiremediği buydu. On yıl boyunca uyguladığı ticarete dayalı sermaye birikim modelinden, sanayi eliyle sermaye birikimi sağlayacak bir modele geçemediği için DP başarısız oldu. O günlerde tüm dünyadaki gelişmekte olan ülkelerde ithal ikameci sanayileşeme pratikleri yükselirken, Türkiye eski birikim modelinin finansmanında sıkıntılarla karşılaşmış, bunun sonucunda da dış ödemelerde sorun yaşamıştır. İktidarın tüm çabalarına rağmen eski birikim modeline dışarıdan kaynak bulunamadığı gibi, içeriden de bulunamamıştır. Yetmişli yıllarda da bunun bir benzerini yaşadık. Yine, bu kez sanayiye dayanan sermaye birikiminin finansmanı yeterince karşılanamadığı için bu süreçte de darboğazlar oluşmuştur. Bunun sonucunda sadece birikim modeli değil, aynı zamanda o birikim modeli etrafında organize olmuş iktidar koalisyonunda da bir çökme yaşanmıştır. Bu dönemdeki değişimin amacı mevcut sermaye stokunun dünya ekonomindeki rekabetçilik düzeyine göre tekrar organize edilmesidir. Maalesef bu dönüşüm de, 1960’dakine benzer şekilde, “dışsal” bir müdahale vasıtası ile gerçekleşmiş ve siyaset kurumu bu müdahaleye göre yeniden şekillendirilmiştir. Bu dışsal müdahale ihtiyacını doğuran sebep ise hem siyaset kurumunun, hem de ekonominin böylesi bir değişim için gerekli kurumsal esnekliğe sahip olmamasıdır. Bunun bir istisnasına 1990’ların sonu ila 2000’lerin hemen başındaki dönemde rastlıyoruz. 1990’lar boyunca siyasi irade, güçlü ve bir o kadar da özgün bir sermaye birikim modeli ortaya koymamış olsa da, izlenen “yeniden dağıtım mekanizması” ile varlık göstermeye çalışmıştır. Ancak bu yeniden dağıtım modeli de, dışarıdan ekonomiye giren kaynak girişinde aksama olduğunda tıkanmıştır. Sonuç olarak dışarıdan bir müdahaleye ihtiyaç duymadan böyle bir dönüşüm, o günkü siyasi yapı içinde gerçekleştirebilmiştir. Elbette bunda 1980’ler ile 1990’larda ülkenin sahip olduğu kurumsal yapının farklı olması rol oynamıştır.  Öncelikle 1990’larda “piyasa kurumu” 1980’lerin ilk dönemine göre çok daha gelişmiştir. Zaten 1980 reformları bizzat piyasanın kurumsallaşmasını sağlamak için yapılmıştı. Ayrıca mali açıdan ekonominin yabancı mali çevrelere bağımlılığı eskiye nazaran daha fazlaydı. Bu iktidarların politika tercihleri bakımından dikkate değer bir kısıt oluşturuyordu. Nihayet ülkenin dış politikasında Avrupa Birliği perspektifi ekonomi ve siyasette alınacak kararlar bakımından önemli bir “çıpa” işlevi görmekteydi. Bu da seçilecek politikalar için önemli bir sınır oluşturmaktaydı. Tüm bunlar ülkenin ekonomik ve siyasi yapısını bu dönüşümün sivil olarak yapılabilmesine olanak sağlayacak bir “kurumsal esnekliğe” kavuşturmuştur. Ancak bugün hem ekonomide, hem de siyasette yeni katılıklar meydana gelmiş ve benzer bir dönüşümün geçekleştirilebileceği kurumsal esneklik kaybolmuştur.  En son seçimlerde devletin tüm kurumlarının seçimlere taraf olmasıyla bunu birebir yaşadık. Ancak ekonomide sermaye birikimi ile refahın modelinde değişiklik yapılma ihtiyacının doğduğu da artık inkâr edilemez bir gerçek. Maalesef son yıllarda ortaya çıkan yapısal katılıklar nedeniyle bu dönüşümün, şu andaki siyasi iradenin izin verdiği ölçüde gerçekleşmesi mümkündür.  Buna nereye kadar ırza gösterileceği ve bu karşılık kamuoyunun elindeki refahın ne kadarından vazgeçmeye rıza göstereceği hala belirsizliğini korumaktadır. Bugün AKP’nin yirmi yıldır uyguladığı birikim ve refah modeli çökmüştür. Bu çöküşte en önemli rolü ise bu modellerin çalışmasına olanak sağlayan finansman kaynaklarının kurumasıdır. İktidar bir süredir yeni refah üretecek bir birikim modeli olmadan, sadece refahın yeniden dağıtımıyla zamana oynamaktadır. Memur, emekli ve belli kesimlere gelir transferleri ile iktidar karşı karşıya kaldığı ekonomik krizin sonuçlarını ertelemeye çalışmaktadır. Değişime direnmektedir.
Bugüne kadar yaşadıklarımızdan da görüldüğü gibi, toplumun ve ekonominin gereksinim duyduğu dönüşüm ihtiyacına bu siyasi kadrolar gönüllü olarak izin vermeyeceklerdir. Ancak iktidarın eskimiş olan ve bugün dünyada ortaya çıkmış koşullarda sürdürülebilirliği kalmamış birikim ve refah modellerinin sürdürülebilirliği için gerekli finansman da tükenmiştir.
Şu andaki muhalefeti de kapsayan siyaset kurumunun ihtiyaç duyulan dönüşümü başarılı bir şekilde gerçekleştirip, ülkeyi tüketim yapan değil, daha çok üretim yapan bir yapıya dönüştürüp dönüştüremeyecekleri belirsizliğini korumaktadır. Bu bağlamda öncelikle ekonomide katılık yaratan etkenlerin ve uygulamaların terk edilerek iktisadi sisteme eski esnekliğinin tekrar kazandırılması gerekmektedir. Sayın Mehmet Şimşek’ten beklenilen en “rasyonel” adım ekonomiye böyle bir esnekliğin kazandırılmasıdır. Bunun ardından siyaset kurumunun esnekliğini artıracak adımların atılması gerekmektedir. Bu adımları seçim kazanmış iktidarın atması son derecede zor olacaktır. Seçim sonrası yaşananlara bakıldığında muhalefetin de bu adımları atabilmesinin zor olduğu açıkça görülmektedir. Bu sebeple, esneklik kazanmış bir ekonomik yapıyla birlikte siyasetteki bu katılıkların sürdürülebilmesi topluma enflasyon ve makroekonomik istikrarsızlık olarak dönecektir. Alınabilecek bazı ekonomik kararlarla ortaya çıkan bu maliyetlerin yönetilebilmesi sağlanabilir. Çözümü ise siyasete esneklik kazandıracak adımlarla mümkün olacaktır. Ancak değişim ihtiyacının farkına varan muhalefetin buna direnirken, asıl iktidarın sürekliliği için kilit öneme sahip olan ekonomi üzerindeki kontrolünü de yitirmek istememektedir. Bu yüzden ekonomiye doğrudan müdahalelerden kaçınmadan, piyasa kurumunun işleyişini tehlikeye atabilecek uygulamalara kolayca imza atabilmektedirler. Bugüne kadar yaşadıklarımızdan da görüldüğü gibi, toplumun ve ekonominin gereksinim duyduğu dönüşüm ihtiyacına bu siyasi kadrolar gönüllü olarak izin vermeyeceklerdir. Ancak iktidarın eskimiş olan ve bugün dünyada ortaya çıkmış koşullarda sürdürülebilirliği kalmamış birikim ve refah modellerinin sürdürülebilirliği için gerekli finansman da tükenmiştir. Bugün seçimleri kazanmış olan AKP’nin önündeki beş yıllık iktidar süresini sorunsuz bir şekilde tamamlayabilmesi sahip olduğu veya olacağı mali kaynak miktarına bağlıdır. Ne sermaye birikim modeli, ne de refah dağıtım modelinin finansmanı için para bulmak eskisi kadar kolay değildir. Para bitmiş, gerçekler su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Bunun dışındaki seçenek ise körü körüne mevcut ekonomik sistemi korumaya çalışıp, devleti daha baskıcı hale getirerek ihtiyaç duyulan finansmanı ülke içindeki kesimler arasından yapılacak transferlerle bulmaktır. Ancak bu yol ülkedeki toplam refah artırılamayacağı gibi, daha beş yıl bitmeden böyle bir finansman şeklinin ülke içinde yeni siyasi sorunlar çıkarması büyük olasılıktır. Değişim taleplerine direnmeyi tercih eden siyasetim en azından bugünkü refah düzeyini koruyabilmek için bile para bulmak zorunluluğu vardır. Zira tıpkı geçmişte olduğu gibi ülke yetmiş sente muhtaç bir duruma gelmiştir.