Neyi değiştireceğiz? Halkımızın demokrasi anlayışını mı değiştireceğiz? Ya da (siyasi partiler yasasını değiştirip) partilerimizi mi? Ya da parlamentonun daha etkin çalışması için var olan engelleri mi? Kaybedilen seçimler tartışmasını yaparken acaba daha derinlere dalsak mı? Mesela halkımızın “demokrasiden” ne anladığından siyasi partilerimizin içi boş kuklalar gibi olduklarına, buradan parlamentonun tamamen uydurma bir siyasi sahne olduğuna kadar konulara dalsak mı acaba? Sanırım bu seçim tartışmalarının hakkaniyetle yapılabilmesi ve gerçekten de topluma yararlı sonuçlar üretebilmesi için daha derinlere dalmak bir gereklilik bence. Eğer sahiden ülke adına “sahici” şeyler söylemek istiyorsak bunu yapmalıyız. Gençliğimde Rahmetli Hikmet Kıvılcımlı’nın “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme ilk Geçiş: İngiltere” adlı kitabını okurken şu cümleyle karşılaşmıştım: “Doğu'da: "Teba'yı şahanenin mal ve canı, ırz ve namusu efendimizindir" denir. İngiltere'de bunu hiçbir kral iddia edememiştir, niçin? Çünkü halk onun alnını karışlamıştır” da ondan!. Bizde padişahın alnını karışlayacak biri çıkmış mıdır? Hayır! Neden mi? Yine Doktor’un tespitine dönelim: “Şark toplumunda, kim olursa olsun, başa geçen en alçak kişinin önünde hemen kul köle kesilmek prensibi, her türlü tartışmanın her zaman dışında bırakılmıştır. Neden? Binlerce yıllık medeniyet, Doğu insanını paçavraya çevirmiştir de ondan”. Birinci altını çizmemiz gereken konu budur ki halkımız da yıllar içinde “devletlular” tarafından deyim yerindeyse “paçavraya çevrilmiş” bir halktır. Vergi salan Padişaha başkaldırmak yerine (İngiltere de olduğu gibi), evini barkını terk ederek dağlara göçmeyi yeğlemiş bir halktır (mesela Celaliler). Bu nedenle de ikinci konu olan demokrasi konusuna da oldukça uzaktır. Bunu bilen siyaset elitimiz (ya da devletlularımız) bu topluma “demokrasiyi tanıtırken (1949-60 arası), demokrasiyi “Demokrat Parti”nin amblemi olan “demir kır at”a indirgeyerek anlatmıştır. Zayıfların güçlüler karşısında adil yönetilmesi için oluşturulmuş demokrasinin, “güç” ima eden demirden bir at’a benzetilmesi bu bakımdan çok ilginçti. Sonuçta insanımızın gözünde “demokrasi”, 4-5 yılda bir yapılan ve güçlü olanın seçilmesini ima eden “seçimlere” indirgenmiş bir kavram oldu. Tabii ki demokrasi bu değildir. Demokrasi, toplumdaki insan ilişkilerinin “güç” bakımından değil “eşitlik” bakımından oluşmasını amaçlayan bir anlayışın adıdır. Gelelim partilerimize. Partilerimiz, “partiler yasası”nın deli gömleği içine girmiş ve devlet tarzı yukarıdan aşağıya bir hiyerarşiyle örgütlenmiş kurumlardır. Zamanımızda bu öyle bir hal almıştır ki sanki parti faaliyetleri halkı temsil eden seçilmiş temsilcilerle değil mesleği “politikacılık” olan insanlarla yapılırmış gibi anlaşılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bizim partilerimiz, hemen tümü, liderin ve siyaset elitinin hakimiyetiyle biçimlenen ama partilerinin fikirlerini kendi fikirleri olarak ifade ve temsil etmek isteyen halktan insanların dışlanmış olduğu içi boş kurumlara dönüşmüşlerdir. Parlamentoya gelince, o gerçekten bir tiyatro salonu gibidir. Toplumdaki farklı kimliklerin aralarında nasıl mesafeler varsa, parlamentodaki siyasi parti gruplarının da aralarında mesafeler vardır. Birbirlerini pek dinlemezler. Ama eğer Meclis Televizyonu yayındaysa kürsüye çıkıp sanki karşılarındakiler onlara yanlış bir şey yapmışlar da onlara cevap verir gibi bağıra çağıra konuşmayı çok severler. Parlamentoda bütün siyaset üç ya da beş dakikalık konuşmalarla süren ilginç bir tiyatro sahnesi gibidir. Bu sahnede milletvekilleri güya kanunları yaparlar. Ama gerçekte herkes bilir ki kanunlar genellikle parlamento dışında (mesela Saray’da) hazırlanır, komisyonlara gelir ve tartışılır. Tartışılır diyorum aslında o da lafın gelişi. Gibi yapılır. Masalara vurulur, toplantılar terkedilir ama sonunda eller havaya denilerek kanun geçer ve Genel Kurula gönderilir. Kaybedilen seçimlere bir de buradan bakarsak görülür ki bu faaliyetlerin “gerçeklerle” bir ilgisi yoktur. Demokrasinin henüz daha ne olması gerektiğini içselleştirememiş bir halk, ülkeyi yönetmeye kendini yetkin gören siyaset elitinin kurduğu ve yönettiği siyasi partilerle yapılan ve adına seçim denilen bir etkinlikle aslında kendisine ait olması gereken yönetim gücünü devreder. Kime devreder? Sistemi kurmuş bir avuç “devletluya” devreder. Bugünlerde çok konuşuyoruz. Değişim, değişim diye. Peki değişimden ne anlıyoruz? Neyi değiştireceğiz? Halkımızın demokrasi anlayışını mı değiştireceğiz? Ya da (siyasi partiler yasasını değiştirip) partilerimizi mi? Ya da parlamentonun daha etkin çalışması için var olan engelleri mi? Sizlerin bu sorulara ne tür cevaplar vereceğinizi bilmiyorum ama bildiğim şey bu sistemde yer alan insanları değil bu sistemin kendisini değiştirmemiz gerekiyor. Eğer gerçekten bu ülkede demokrasi istiyorsak!