“Seküler kimlik” mensupları nasıl bir Türkiye istiyorlar bunun olabildiğince açık bir biçimde ortaya koymadan mahalli seçimlerde kazanmayı sağlayabilecek bir “değişim” zor. Bu seçimlerde mevcut AKP iktidarının nihayet sona ereceğine ve yeni bir dönemin başlayacağına inandırılmış kitleler şimdi bir tür manevi çöküntü içindeler. Öyle ya içlerine sindiremedikleri bu kadroların ülkeyi yönetiyor oluşları karşısında yirmi yıldır “Ya sabır!” çeken bu insanlar artık bu işin sonu geldi diye düşünürlerken alınan seçim sonuçları ile bir çeşit şoka girdiler. Öyle ki, kimileri bu ülkeden bir şey olmaz deyip yurt dışına kapağı atmaya çalışmanın, kimileri ise artık bir daha sandığa gitmemenin doğru olacağını söylerken, özellikle CHP kanadından kimileri de alınan sonuçlardan Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutup, CHP’de bir değişim gerektiğini söyleyip duruyorlar. Doğrusu ben Türkiye siyaseti üzerine bir değerlendirme yaparken sınıflar üzerinden değil kimlikler üzerinden gitmeyi daha doğru bulanlardanım. Bunun birçok nedeni arasında en önemlisi, Türkiye’nin yüz yıldan bu yana farklı kimliklerden bir “ulus” oluşturmaya çalışırken, küreselleşme nedenli ulus-içi kimlik çatışmalı bir döneme rastlamış olmasıdır. Yani daha henüz imparatorluk toplumunun farklı kimliklerinden bir “ulus” yaratamamış Türkiye, şimdi bu topluluğun içinde küreselleşmenin etkisiyle kimlikler arası uyanışların yarattığı zorluklarla mücadele etmek durumunda kalıyor. Dolayısıyla bugün karşımıza çıkan sorun, Türkiye ulus toplumunun, içinde farklı kimliklerin farklı taleplerinin uzlaşamaması sonucu çatışmacı bir sosyal iklime ve eksik bir demokrasiye sahip olmasıdır. Kuruluştan bu yana ülkenin yönetimi meselesini kendi sorumluluğunda gören “seküler” kesimler, 20-25 yıl önce İslami kesimden yükselen talepler karşısında gerilemek zorunda kaldılar. İslami kesim dediğim ise İslami yaşam tarzının toplumda egemen olmasını talep eden dini hassasiyetleri yüksek kişilerden oluşan Cumhuriyet’ten önce de var olan ama uzun zaman bu talepleri siyaseten talep edemeyen insanlardan oluşmuştu. Seküler kimlikle başörtüsü sembolü üzerinden yapılan mücadele, sonunda bu kesimin, AKP ile birlikte tek başına iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Son seçimle ortaya çıkan da siyasal İslamcı kimliğin seküler kimlik karşısında 20 yıldır sürdürdüğü hakimiyetinin devam edeceğini gösteriyor. Bu aslında, “amacımız Cumhuriyeti parantez içine almaktır” şeklindeki bakış açısının toplumda sekülerlerin yaşam tarzlarını zorlayarak onları değiştirmeye çalışacağı bir gücü de ima etmekte. Böyle bir süreç yaşanır ya da yaşanmaz, bunu bilemeyiz. Ama böyle bir potansiyel çatışma olasılığının olduğu da bir gerçek.
“Kim olursan gel!”, “Hepimiz kardeşiz!” ya da “CHP mazlumların partisidir” türünden popülist sloganların içeriği doldurulmadan CHP’nin seküler dünyanın oylarını alması bile çok zor.
Buradan şuraya gelmeye çalışıyorum. Seküler kimlik mensupları böyle bir değerlendirme karşısında ne düşünürler acaba? Özellikle CHP’de ifadesini bulan seküler dünyanın bireyleri kendi yaşam tarzlarına müdahale olasılığı da taşıdığı açık olan siyasal İslamcı iktidar karşısında nasıl bir siyaset kotarmalıdırlar ki, CHP’nin, örneğin önümüzdeki mahalli seçimlerde bir zafer kazanması mümkün olsun? Bu türden soruların cevapları kaçınılmaz olarak CHP’de vücut bulan siyasi anlayışın ele alınıp tartışılmasını gerekli kılıyor. Doğrusu ben, Alevi kimliği ile Kılıçdaroğlu’nun, seküler ve Sünni İslam kimlikleri arasında bir uzlaşı üretmeye çalışmasını doğru, aynı şeyi Kürtlerle yapmamasını ise yanlış bulmuş biriyim. Yanlış bulduğum adımlardan biri de milliyetçilik bakımından MHP’nin içinden çıkmış, (daha doğrusu bir türlü çıkamamış) bir İYİ partiyle, ırkçı milliyetçilikle özdeş bir Zafer Partisiyle kurmuş olduğu ilişkilerdir. Hele hele Kılıçdaroğlu’nun seçimlere üç kala Ümit Özdağ’la bir protokol yapmış olmasının İzmir’den daha fazla oy vermiş Diyarbakırlıyı nasıl şaşırttığını da varın siz düşünün. Dolayısıyla CHP’de “değişim” diyenlerin her şeyden önce nereye doğru bir değişim gerektiği konusunu ele almaları gerekiyor. Bana göre değişimin ön koşulu değişim isteyenlerin değişim talebinin içeriğinin ne olması gerektiği konusunda bir düşünce ortaya koymuş olmalarıdır. “Kim olursan gel!”, “Hepimiz kardeşiz!” ya da “CHP mazlumların partisidir” türünden popülist sloganların içeriği doldurulmadan CHP’nin seküler dünyanın oylarını alması bile çok zor. Kaldı ki özellikle İstanbul gibi bir şehrin belediye başkanlığını kazanmak Kürtlerin oylarını almayı gerektirir ki “ırkçı” bir kişi ve var olduğu söylenen Türkçü milliyetçi partilerle işbirliğine açıklık getirmeden bu desteği alması da çok zor. Gelelim sadede! Demem o ki “seküler kimlik” mensupları nasıl bir Türkiye istiyorlar bunun olabildiğince açık bir biçimde ortaya koymadan mahalli seçimlerde kazanmayı sağlayabilecek bir “değişim” zor. Bu da böyle biline!