Milli İttifakı halkı özgürlüğe, demokrasiye ve adalete kavuşturmak için bir araya gelmiştir, kimseyi ayrıştırmak veya yeni ayrıcalıklı gruplar yaratmak hedefinde değildir. Bunun böyle olduğunu her fırsatta anlatmak hepimizin sorumluluğundadır.
Millet İttifakı Altılı Masa olarak yola çıktığından beri gerek hükümet medyasınca gerekse kendini cumhuriyetçi ve/veya milliyetçi olarak adlandıran gruplar tarafından HDP’yle işbirliği yapmakla suçlanıyor. Kuşkusuz HDP meşru bir partidir; onunla görüşmek de meşrudur ancak bir siyasal seçimdir. Kılıçdaroğlu’nun tüm Türkiye’nin oylarına talip olduğu göz önüne alınırsa, HDP’yle görüşmemesi toplumun bir kesimini yok sayması anlamına geleceğinden, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Nitekim HDP görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu sadece temel hak ve özgürlüklerden ve Kürt sorununun TBMM çatısı altında görüşülmesinden bahsetti. Buna rağmen, hâlâ HDP’nin bir veya birden çok bakanlık istediği, taleplerinin çok daha fazla olduğu, hatta yeni bir açılım sürecinin geleceği ileri sürülüyor.
Hızını alamayanlar, Kürt sorununun çözümüne dair bir inisiyatif alınarak ülkenin bölünebileceğinden, federatif bir yapı oluşturulacağından, Kürtçenin ikinci resmi dil olmasının istendiğinden bahsediyor. Doğaldır, insanların hayal gücünün önünü kesecek bir mekanizma henüz geliştirilmedi. Bunlar söylenebilir ama bunun gerçekliği nedir? Bu hafta özellikle bu tartışmalar ışığında, demokratik gelişim ve yerel yönetimler konusuna değineceğim.
Devletin örgütlenişiyle ilgili farklı sistemler mevcut. Ülkemize bakarsak, hiç şüphe yok ki, devlet ve hükümetin birbirinden neredeyse ayrılmaz hâle getirildiği bu garip sistem; tek adam rejimi değerlendirilme dışı tutulmalıdır. Nitekim artık tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir anlayış ve modası geçmiş bir sistemdir.
Ama acaba eski Türkiye’deki merkezi hükümet fikri de bize bu saatten sonrası için faydalı olacak mıdır? Millet İttifakı güçlendirilmiş parlamenter rejime geçileceğini belirtiyor. Peki bu yeni model daha az merkezi bir yönetim şekli olarak mı düşünülecek? Bu ve bunun gibi sorular önemli çünkü bizim için yakıcı ve kutuplaştırıcı bir yanı var.
Hâlâ toplumsal bilinçaltımızda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi fikri parçalanma korkusuyla kaimdir. Ülkenin toprak kaybetmesi ve bütünlüğünün bozulması ihtimali Osmanlı’dan cumhuriyete miras kalan geçmiş travmalardandır ve ABD’nin Ortadoğu coğrafyasındaki eylemliliği göz önüne alındığında, bu, büsbütün temelsiz bir endişe de değildir. Burada önemli olan muhalefetin böyle bir ihtimal olmadığını açıkça vurgulaması ve millete nasıl bir idari sistem önerdiğini açık ve net bir şekilde anlatabilmesidir.
Metindeki maddeler son derece açık ve federatif yapı önerilmiyor ama yine de bazı milliyetçi çevrelerde büyük spekülasyonlar ve öngörüler havada uçuşuyor. Hâlbuki zaten Millet İttifakı’nın ortak prensiplerinden birisi âdem-i merkeziyetçilik değil.
PRENS SABAHADDİN’İN AYAK SESLERİ
Türkiye özelinde geçmişi Osmanlı Devleti’ne dayanan merkezi devlet ve âdem-i merkeziyetçilik tartışması hep iki insan üzerinden anlatılır. Devletin daha kuvvetli ve merkezi olmasını savunan ve daha sonra İttihat ve Terakki içinde Ahmet Rıza ile temsil edilen görüş ve daha liberal bir devlet modeli öneren Prens Sabahaddin’in görüşü.
Cumhuriyet Osmanlı’dan da aldığı mirasla daha çok Ahmet Rıza’nın görüşüyle devam etmeyi tercih etmiştir. Cumhuriyeti kuran askeri ve sivil bürokrasi, henüz Batılı milletlerin ölçüsünde gelişmemiş olan toplumun bir süre daha devlet tarafından gözetilmesi gerektiği fikrini doğru bulmuş ve olası yan yollara sapma ihtimallerini bertaraf etmek için biraz işleri sağlam tutmayı tercih etmiştir.
Bununla beraber, Osmanlı’dan miras alınan ordunun siyasetteki etkinliği geleneği Türkiye için de geçerliliğini korumuştur. Ayrıca Türkiye’nin genel siyasal hikayesine bakıldığında daha çok İttihat ve Terakki tipi siyaset yapma adabının geliştiği söylenebilir. Bu, bir kısım milliyetçinin iddia ettiğinin aksine, Mustafa Kemal Atatürk’ün eleştirdiği ve kendisini ivedilikle kurtardığı bir gelenektir. Fakat buna rağmen, Osmanlı’dan cumhuriyete miras kalan en tipik anlayışın hâlâ bu olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
AKP’nin yirmi yıllık iktidarı bize devletin işleyişine dair çok dehşetli olaylar yaşattı ama bunları yeniden tartışmak ve geçmişe takılı kalmak istemediğim için değerlendirmeyeceğim. Bunun yerine cevabını bulmamız gereken soruya odaklanmak gerekiyor; o da AKP giderken, elimizde ne var? Eğitim ve nitelik olarak eski Türkiye’nin gerisinde bir bürokrasi, dağılmış kurumsal yapı ve hafızası silinmiş bir devlet mekanizması. Bu enkaz bir yandan da bizim yeni bir şeyi kurabilmemiz için bir alan da yaratabilir. Bu, yeni yüzyılda Türkiye’nin siyaseten, iktisaden ve toplumsal olarak kendini yeniden kurguladığı bir sürecin ilk adımı olabilir. Ben bu manada umutluyum.
Siyaset biliminde güçlü ve zayıf devlet kıyaslaması yapılırken, bahsi geçen devletin niteliği siyasal, toplumsal ve ekonomik kapasitesi ile ölçülür. Daha açık bir ifadeyle, güçlü bir devlet toplumu şekillendirebilme niteliğini haizdir. Ona kaynak sağlayabilir, her bir vatandaşına güvenlik sağlar, refahı adaletli dağıtır; toplumsal, siyasal ve ekonomik ilişkileri ulusal ve ulus altı düzeylerde kurumlar vasıtasıyla düzenleyebilen ve kuvvetlendirebilen işleyen bir mekanizmadır.
Türkiye’de bunun böyle olmadığı özellikle şu deprem olayında açıkça ortaya çıkmış, vatandaş devlet ve hükümet sınırının ortadan kaldırılması sebebiyle yalnız bırakılmış, kendi yarasını kendi sarmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu süreç hâlihazırda gözlerimizin önünde yaşanmaktadır.
Artık bundan sonrası için yeni rejimde ne yapılacağının anlatılması gerekmektedir. Millet İttifakı’nın iddia edilenin aksine merkezi devletle ilgili bir rahatsızlığı olmadığı anlaşılıyor. Bununla beraber, ortak mutabakat metninde yerel yönetimlere bir bölüm ayrılmış ve burada özellikle iki nokta dikkat çekiyor. Yerel idareye dair süreçlerde, hukukun üstünlüğünün yeniden tesisi ve halkın yönetime katkısının arttırılması.
Metindeki maddeler son derece açık ve federatif yapı önerilmiyor ama yine de bazı milliyetçi çevrelerde büyük spekülasyonlar ve öngörüler havada uçuşuyor. Hâlbuki zaten Millet İttifakı’nın ortak prensiplerinden birisi âdem-i merkeziyetçilik değil. Özellikle İYİ Parti’nin böyle bir devlet anlayışı olmadığı çok açıktır. Hâlâ bu eleştirilerin yapılması pek de iyi niyetli olunmadığının göstergesi.
Demokrasi olduğunda tam tersine bir birliktelik olacağını anlatabilmek gerekiyor. Sadece Kürtlere değil, tüm vatandaşlara özgürlük geleceğini, insanların birbirinin yakasından düşeceğini izah etmek gerekiyor.
DEVLET ve MİLLET
Öte yandan, burada asıl belirleyici olan devletin örgütlenme biçimi kadar, bunun altında yatan anlayıştır. Devlet toplumun dışında kalan, değişmeyen bir yapı değildir; toplumla karşılıklı bir ilişki içindedir. Bu sebeple toplumun demokratikleşmesi devleti, devletin demokratikleşmesi toplumu özgürleştirir. Bunun birincil şartı kuşkusuz birey özgürlüğüdür. Zira özgür bireylerin oluşturduğu bir toplum, özgür bir toplum olabilir.
Demokrasi kavramını borçlu olduğumuz, Antik Yunan’da, vatandaş ve devlet arasındaki ilişkiyi “andres gar polis” ifadesi özetler: “devleti insanlar kurar”. Dolayısıyla, eğer bir devlette insanların karar alma mekanizmasında ve yasama sürecinde söz hakkı yoksa, kendi yasalarına tabi değillerse, bu yasalarca yargılayıp yargılanmıyorlarsa ve kendi kendilerini yönetmiyorlarsa, o zaman bu insanların demokratik bir sistemde yaşadıkları söylenemez. Dolayısıyla olayın kader planıyla bir alakası yoktur, kader milletin elindedir.
Devlet ve millet o kadar iç içe geçmiştir ki, tarihçi Herodot Salamina Savaşı öncesinde Themistokles’in yaptığı bir konuşmayı aktarır. Burada Themistokles şöyle der: “Kadınlarımız ve çocuklarımız Attika’yı terketti ve şimdi buradalar, Salaminas adasında. Gemilerimiz burada. Biz buradan ayrılıp, gidip başka bir yerde Atina’yı kurmaya hazırız”.
Bu şunu göstermektedir ki, bir millet bir arada olma iradesi gösterdikten sonra devlet her yerde yaşamaya devam eder. Burada önemli olan kendi kararlarını kendisi veren ve geleceğini ellerinde tuttuğunun bilincinde olan bir toplum olmasıdır. Bunun en büyük örneği, Türk milletinin kurduğu 16 devlettir.
DEMOKRATİKLEŞME
Batıdaki liberal demokrasilere bakıldığında, birbirinden farklı örgütlenme biçimleri mevcut ama daha çok demokrasi ve hukuk ekseninde benzeştiklerini görüyoruz. Dolayısıyla, bir toplum ne kadar demokrasiyi içselleştirebilirse, o kadar refah toplumu hâline geliyor ve nasıl örgütlendiğinin doğrudan doğruya çok bir önemi kalmıyor.
Türkiye’de ise, demokrasi denildiğinde, konu genellikle Kürt sorununa gelip dayanıyor. Başka alanlarda demokrasinin tartışılmasına bir türlü sıra gelemiyor. Bazıları bunun gerçekten ülkedeki büyük bir nüfusu ilgilendirdiğini ve bu sebeple acil bir sorun olması hasebiyle önde geldiğini düşünebilir.
Oysa demokrasi sadece bir etnik kimliğe veya bir mezhebe tanınacak özgürlüklerle sınırlı bir kavram değildir, geldiği zaman bütün vatandaşlara gelir. Böylesi önemli bir kavramın sürekli Kürt sorunu üzerinden halka anlatılmaya çalışılması kavramın bazı çevrelerce olumsuz bir anlam kazanmasına yol açıyor. “Demokratik bir ülke olursak, parçalanacağız” fikri yer yer canlanıyor. Bu da muhalefetin aşması gereken bir algıdır.
Demokrasi gibi önemli bir kavramın sürekli Kürt sorunu üzerinden halka anlatılmaya çalışılması kavramın bazı çevrelerce olumsuz bir anlam kazanmasına yol açıyor. “Demokratik bir ülke olursak, parçalanacağız” fikri yer yer canlanıyor. Bu da muhalefetin aşması gereken bir algıdır.
Demokrasi olduğunda tam tersine bir birliktelik olacağını anlatabilmek gerekiyor. Sadece Kürtlere değil, tüm vatandaşlara özgürlük geleceğini, insanların birbirinin yakasından düşeceğini izah etmek gerekiyor. Tabii dediğim gibi, demokratik bir ülkede hukuk ve adalet olabildiğince iyi işlediğinden anayasaya aykırı etnik ve mezhebi siyasetin de önünün kapanacağını bu noktada hatırlatmalıyım. Katalan hareketi bu konuda iyi bir örnek. Bu sebeple, demokratik hakların verilmesi, o veya bu ayrılıkçı hareketin yeşereceği mümbit bir toprak yaratmak için değildir.
PAİDEİA: DEMOKRASİ EĞİTİMİ
Yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi konusu gündeme geldiğinde, bir diğer önemli nokta da demokrasinin öğretilmesidir. Cumhuriyet fikri ortaya atıldığından beri, vatandaşın eğitimi öne çıkan bir mesele hâline gelmiştir. Devlet vatandaşını demokrasi yolunda da eğitmekle mükelleftir. Yunan felsefeci Cornelius Castoriadis, Antik Yunan’a atıfta bulunarak paideia kavramını demokratik ülkeler için olmazsa olmaz bir unsur olarak öne çıkarmıştır. Dilimize basitçe eğitim olarak çevrilemeyecek kadar geniş bir kavram olan paideia, bir bireyin toplum içindeki öğrenim sürecinin bütünüdür.
Bu, aileyi, arkadaşları, komşuları, orduyu, okulu, başkaca toplumsal tanışıklıkları, basını, gazeteleri, televizyonu vs. pek çok kurum ve kişiyi içerir. Bu eğitim süreci okulla veya eğitim kurumları ile sınırlı değildir; bireyin doğumundan başlayarak ölümüne kadar tecrübe ettiği eğitim ve öğretim sürecini ifade eder. Dolayısıyla toplumun her yönünde gerçekleşir. Böylece toplumda yetişen bireyler demokrasiyi anlayabilir, içselleştirebilir ve yaşayabilirler. Bu süreç içinde, siyasi hayata aktif olarak katılır, kendini yöneten yasaları tartışır, üretir ve uygularlar.
MİLLET İTTİFAKINDAN NE BEKLİYORUZ?
Castoriadis’e göre, siyasetin asıl hedefi mutluluk değil özgürlük getirmektir. Bu manada, Kemal Kılıçdaroğlu’nun topluma esas vaadinin özgürlük, demokrasi ve hukuk olması sadece bir etnik kimliğin özgürleştirilmesi ile ilgili değildir. Bireysel özgürlüğün yaşandığı bir toplum kolektif olarak da özgürleşir.
Devlet ise bu sürecin bir diğer yanını oluşturur. Ancak, bazı çevrelerin konuyu sadece Kürtler üzerinden yansıtmaya çalışması ve kısır bir alanda tutmaya çalışması muhalefetin halka anlatması gereken bir konudur. Milli İttifakı halkı özgürlüğe, demokrasiye ve adalete kavuşturmak için bir araya gelmiştir, kimseyi ayrıştırmak veya yeni ayrıcalıklı gruplar yaratmak hedefinde değildir. Bunun böyle olduğunu her fırsatta anlatmak ve yeni kuşaklara yeni yüzyılda gerçekten özgür ve güçlü bir Türkiye’nin bizlerin çabalarıyla yaratılabileceğini anlatmak sadece siyasilerin işi değil, bu ideale inanan hepimizin ortak sorumluluğudur.