Moda üst sınıflara aittir, onlar sever, onlar benimser, onlar tasarlar, onlar üretir, onlar satar. Alt sınıflara ise bunu sunacakları çok güzel bir söylem ve pırıl pırıl bir hayal dünyası kurarlar. Bir gün onlar gibi olabilmeyi umut ederek
Geçen hafta sosyal bilimlerde moda kavramına dair tartışmalara değinmiştim. Bu hafta da aynı konuyu başka boyutlarıyla ele almak istiyorum. Bourdieu, Veblen, Simmel gibi önemli sosyologların modayı sınıfsal bir olgu olarak tanımladıklarından ve bu sebeple hâkim moda anlayışının üst sınıflarca belirlendiğini savunduklarından bahsetmiştim. Ancak bu tespit tartışmanın bütünü değil, daha farklı yönleri de var. Öncelikle, bir çelişki olarak gözüken zevk-sınıf bağdaşması meselesi konuşulmaya değer. Çünkü zevk ve beğeniler de tamamen sınıfsaldır.
MİLYARDER “KIROLAR”
Sosyolog Pierre Bourdieu, “zevk” kavramına moda ile ilgili yazılarında da yer verir. Bourdieu’ye göre, zevkler sınıfsaldır; özgür seçimler değildir.
Fashion: A Philosophy kitabının yazarı felsefeci Lars Svendsen ise buna karşı çıkmakta ve bir insanın zevkinin onu bir sınıfa dahil edemeyeceğini vurgulamaktadır. Ancak Svendsen ifadeyi iki yönlü ele aldığı için böyle bir değerlendirme yapmıştır. Çünkü evet, bir insan üst düzey zevklere sahip olduğu için üst sınıfın bir üyesi olmaz. Fakat üst sınıfa dahil olup zevkleri alt sınıfta bulunan bireylerin çoğunluğu bir zamanlar mutlaka alt sınıfın üyesi olmuşlardır. Zevk ve daha geniş bir kavram olan gusto, zaman içinde sınıfsal öğrenimle elde edilir, bir gecede veya birkaç on yılda değil. Bu bağlamda zevklerinizi değerlendirirken sınıfsal olarak nerede oturduğunuzu tüm çıplaklığıyla görmeniz mümkündür.
Svendsen ısrarla, Matalan ve Prada karşılaştırması yaparak, ekonomik olarak dezavantajlı bir gruptan gelen kişinin Prada yerine Matalan’dan alışveriş yapmayı tercih edeceğini ve bunun da beğeniyle ilgili olmadığını ileri sürer. Böyle bir karşılaştırma yine tek yönlü yapıldığından yanlıştır. Bahsedilen kişi cebinde yeterli parası olmadığı için Prada’dan alışveriş yapmaz; böyle bir seçeneği yoktur. Fakat Prada’dan rahatlıkla alışveriş yapabilecek konuma geldiğinde de o mağazadan alacağı ürünlerin “seviyesi” Matalan’dır. Bourdieu’nün ne demek istediği çok açıktır; beğenileriniz hangi sınıfın üyesi olduğunuzla ilişkilidir.
[1] Ne de olsa, kişi tanımadığı bir dünyanın zevklerine de sahip olamaz. Bir kenar mahalle semtinde doğup büyümüş bir kişiyle, söz gelimi Nişantaşı’nda doğup büyümüş bir bireyin arasında zevk farkı olmadığını söylemek sosyolojiye aykırıdır. Svendsen bir felsefeci olarak zevkin tamamen kişisel bir durum olduğunu belirtirken, Kant’ın geleneğini izlemektedir ama toplumsal olarak baktığımızda zevklerin o kadar da bireysel özgür seçimlerle belirlenmediği aşikardır.
Bu yüzden hepimiz bir buçuk dakikada yüzbinlerce dolar alışveriş yapan ünlülerin üzerindeki kıyafetlerin şık olamayışına şahit olmuşuzdur. Birçok magazin dergisinde, üstünde bol sıfırlı banka hesaplarını taşıyan “kırolar” adeta bir resmi geçit yapmaktadır. İşte Bourdieu’nün bahsettiği zevkin sınıfsallığı budur. Alt sınıf zevklerinizi artık daha iyi kazanıyorsunuz diye bir çırpıda değiştiremezsiniz. Daha popüler bir tabirle “old money-new money” çatışması bir toplumsal hakikattir.
Sonuçta, aristokrasi kendine has bir hayat tarzına sahipti ve bu hayat tarzının bütünüyle ortadan yok olmasından dolayı giyim tarzı da yok oldu. Bunun bir öykünme ile ilgisi yok.
JEAN MESELESİ
Geçen hafta bir eğilimin moda olmasının üst sınıflarca ortaya atılmış olmasıyla ilişkili olduğundan da bahsetmiştim. Alt sınıfın üst sınıfı taklidi eğiliminden hareketle, modanın daima üst sınıftan alt sınıfa geçtiği kanısı hakimdir. Farklı fakat isabetsiz bakış açısıyla, Svendsen burada da yine farklı ve isabetsiz bir fikir ortaya atmaktadır. Svendsen’e göre, moda, her zaman yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya da belirlenebilmektedir. Buna örnek olarak takım elbiseyi veriyor; takım elbise burjuvaziden aristokrasiye geçen bir giysiymiş.
[2] Ancak bu yine temelsiz bir yargıdır. Acaba takım elbisenin yaygınlaşması, aristokrasinin başka sınıfa yani burjuvaziye öykünmesinden dolayı mı benimsendi yoksa sanayileşme sonrası aristokrasinin iktidarı kaybetmesi sonucunda burjuvazinin her alanda gücü ele geçirmesinden mi kaynaklandı? Sonuçta, aristokrasi kendine has bir hayat tarzına sahipti ve bu hayat tarzının bütünüyle ortadan yok olmasından dolayı giyim tarzı da yok oldu. Bunun bir öykünme ile ilgisi yok. Siyasal ve toplumsal alanda burjuvazinin kazandığı mutlak zafer, aristokrasiyi her alandan dışarı itmiştir. Burada olan, egemen kültürün değişmesidir. Bu yüzden alt sınıftan üst sınıfa bir giyim ihracı değil, üst sınıfın yok olması ve alt sınıfın üst sınıf haline gelmesi söz konusudur. Bir sınıflar arası geçiş ve alışveriş yoktur.
İkinci olarak Svendsen jean’den bahsederek, bunu da alt sınıfın üst sınıfa ihracı türünden saymıştır. Oysa Fransız devrimi öncesi
sans culottes’un giydiği bir kıyafet olan pantolonun yaygınlaşması burjuvazinin kuvvet kazanmasıyla ilgilidir. Yoksa devrim başarılı olmasaydı ve aristokrasi yeniden kuvvetlenseydi, muhtemelen pantolon aristokratlar tarafından da benimsenmeyecekti. Nitekim aristokrasinin giyim ve yaşam şekliyle, tamamen yerini burjuvaziye bırakması devrim başarılı olduğu halde çok uzun yıllar almıştır.
Böyle zorlama örnekler üzerinden modayı anlamaya çalışmak yerine, Bourdieu’nün zevk konusundaki açıklamalarına göz atmak daha faydalı gibi görünüyor. Bourdieu’ye göre, üst sınıfın alt sınıfın herhangi bir beğenisini alıp kullanmasının temel sebebi işlevselliktir. Burada işçi sınıfının sahip olduğu “ihtiyaçtan doğan zevk” kavramı öne çıkıyor.
[3] Benzer şekilde, üst sınıfın da ihtiyaçtan dolayı hareket ettiğini düşünebiliriz. Jean ve pantolonun benimsenmesi de tam olarak bu bağlamdadır. Üst sınıfın jean giymesi alt sınıfa öykünmeden değil, demin söylediğim aristokrasinin yenilgisinden ve jean’in günlük hayatta işlevsel bir kıyafet olmasından kaynaklanır. Kaldı ki farklı ekonomik sınıfların satın aldığı ve giydiği pantolonların kaliteleri de markaları da farklıdır. Ancak sonuçta hâlâ birçok “üst düzey” ortama jean’le giderseniz “görgüsüzlükle” itham edileceğiniz kesin. Bu yüzden burada üst sınıfın rahat olduğu için jean’i günlük hayatta, “gayri resmi” ortamlarda bir yere kadar tolere ettiğini söylemek mümkün fakat yine de çok benimsemediği de açıktır. Bu bile ortada bir öykünme ilişkisi olmadığını kanıtlamaya yeter.
Birçok kişi seri üretimin artması sayesinde zengin-fakir farkının azaldığını ve moda sayesinde bir demokratikleşmenin gerçekleştiğini ileri sürüyor. Belki içinde bulunduğumuz bu dönemde, bu değerlendirme, Simmel’in döneminden daha fazla inandırıcı olabilir
MODA DEMOKRASİSİYMİŞ PEH!
Moda kavramını inceleyen bazı sosyal bilimciler, üretimin yaygınlaşması ile alt sınıfların da modaya dahil olabileceklerini savunmaktadır. Georg Simmel gibi büyük bir sosyolog dahi 19.yüzyıldan itibaren çeşitli toplumsal sınıflar arasında giyim konusunda yakınlık olduğunu ve farklılıkların daha az görünür hale geldiğini öne sürmektedir. Bu değerlendirme büyük ölçüde doğru gibi gözükse de, belki yalnızca alt sınıfların üst sınıflara giyim bakımından “yaklaştıklarını” söylemek daha yerinde olur. Yoksa modayı yine üst sınıf belirlemekte, alt sınıf ise sadece o beğeniye yaklaşmaya çalışmaktadır.
Birçok kişi seri üretimin artması sayesinde zengin-fakir farkının azaldığını ve moda sayesinde bir demokratikleşmenin gerçekleştiğini ileri sürüyor. Belki içinde bulunduğumuz bu dönemde, bu değerlendirme, Simmel’in döneminden daha fazla inandırıcı olabilir. Üst sınıftan kimselerin kıyafetlerinin benzerlerini orta ve alt sınıfın kendilerine yönelik üretim yapan markalardan satın alabildikleri doğrudur. Fakat markaların dahi üst-alt ayrımının yapıldığı bir dünyada, bunun bir demokratikleşme doğurduğunu düşünmek için çok fazla düşünemiyor olmak gerekiyor. Her şeyin bir alt sınıfa uygun taklidi mevcut ve eğer sınıfsal bir yükseliş yaşarsanız üst seviyedeki bir markadan alışveriş yapmanıza da bir engel yok fakat burada iki nokta buz gibi karşımızda duruyor. Birincisi, modayı yine üst sınıflar belirliyor. İkincisi artık özellikle Üçüncü Dünya Ülkeleri dediğimiz ülkelerdeki alt sınıfların emeklerinin sömürülerek kitlesel üretim yapıldığı bir dünyada yaşıyoruz. O ülkelerdeki alt sınıflar bunların taklitlerini bile alamayacak kadar trajik ücretlerle çalışıyorlar. Neyin demokrasisi?
Kapitalizmin mutlak zaferini ilan ettiği bu sistemde, demokrasi hiçbir yerde tam manasıyla yaşanamazken, modanın alt sınıfların da söz sahibi olabilecekleri bir alan olduğunu savunup, bir de bunu bir tür sınıflar arası benzeşme ve demokrasinin şahlanışı ve devrimci bir tutum olarak değerlendirmek, burjuvazinin borazanı olmaktır.
YAŞASIN SOKAK!
Şu moda dünyasının tatlı sahtekârlığı hepimizin gözünü boyuyor. Jeanlerin koleksiyonlara dahil edilmeye başlamasıyla sokağın da modaya karıştığı iddia ediliyordu bir zamanlar. Ne kadar devrimci bir hareket!
Daha ilk etapta, şunu diyelim ki yukarıda da belirttim, markaların ürettiği jean pantolonların kalitesi, kumaşı, stili, özelliği birbirinden farklıdır. Sanırsın herkes aynı tip jean’e ulaşıp, satın alıp, onu giyiyor. Kapitalizmin mutlak zaferini ilan ettiği bu sistemde, demokrasi hiçbir yerde tam manasıyla yaşanamazken, modanın alt sınıfların da söz sahibi olabilecekleri bir alan olduğunu savunup, bir de bunu bir tür sınıflar arası benzeşme ve demokrasinin şahlanışı ve devrimci bir tutum olarak değerlendirmek, burjuvazinin borazanı olmaktır. Gramsci’nin dediği gibi bir ideolojik yanılsamadır. Burada üyesi olduğum burjuvazinin düşmanlığını yapmıyorum. Sadece dürüst olmaktan bahsediyorum.
Güncel rakamlarla Saint Laurent marka bir jean pantolon şu an Türkiye’deki asgari ücretin dört katı fiyatına satılıyor. Yves Saint Laurent’ın “A bas le Ritz… Vive La Rue!” sloganı bir kandırmaca değil de nedir? Hangi sokak modasından bahsediyoruz? Bir işçinin YSL marka pantolon giyme ihtimali var mı? Veya markanın tasarımcıları sokak modasına el atarken, işçi sınıfı için mi tasarım yapıyorlar? Bu konuda en açık yorumu yine Coco Chanel yapmaktadır; en azından dürüst: “Modanın sokağa inmesinden hoşlanırım ama oradan kaynaklanmasını kabul edemem”.
[4]
HAYAL DÜNYASI
Sözün özü, moda üst sınıflara aittir, onlar sever, onlar benimser, onlar tasarlar, onlar üretir, onlar satar. Alt sınıflara ise bunu sunacakları çok güzel bir söylem ve pırıl pırıl bir hayal dünyası kurarlar. Bir gün onlar gibi olabilmeyi umut ederek bütün bir hayatını harcar gidersin ama oraya hiçbir zaman ulaşamazsın. Olur da ulaşırsan, beğenilerin bile yine alt sınıfta kalır. Ne harcarsan harca “varoşsundur”. Bu hikaye gerçektir ama acı değildir. Ne de olsa insan yaşamını seçemez fakat yaşadığının farkında olursa, onu değiştirebilir. Kapitalizmi yıkmaktan, devrimden bahsetmiyorum, bunlar en popüler zamanında bile düşten ibaretti ama en azından bazı şeyleri bilirsek değiştirmek için çabalayabiliriz. Nereyi ne kadar insanlaştırabilsek, bütün insanlık için bir adım atmış sayılırız. Çünkü bu insanlaşma önce kendini burjuva sanan modanın ücretli kölelerini özgür kılacaktır.
---
Kaynaklar
Bourdieu, Pierre.
Distinction: A Social Critique of the Judgment of Taste. USA: Routledge, 1984.
Famous Fashion Quotes. http://quotations.about.com/od/famous quotes/a/FamousFashionOuotes.htm. [29.07.2023].
Svendsen, Lars.
Fashion: A Philosophy. Londra: Reaktion Books Ltd., 2006.
[1] Lars Svendsen,
Fashion: A Philosophy, Londra: Reaktion Books Ltd., 2006, s. 51-54.
[2] age, 43.
[3] Pierre Bourdieu,
Distinction: A Social Critique of the Judgment of Taste, USA: Routledge, 1984, s. 376.
[4] Famous Fashion Quotes, http://quotations.about.com/od/famous quotes/a/FamousFashionOuotes.htm, [29.07.2023].