Lagerfeld Chanel’i o kadar çok başarılı yönetmiş ve moda tarihi açısından önemli işlere imza atmıştır ki Coco’nun Nazi işbirliği konusu ancak son dönemde gündeme gelen bir konu hâline gelmiştir. Ondan önce bu konu çok konuşulmayan ve unutulmaya yüz tutmuş bir meseleydi.
Sıfırdan başlayarak zirveye tırmanan bir kadın Gabrielle Chanel…Hakkında filmler çekilen, kitaplar yazılan bir tasarımcı ve tarzıyla bir moda ikonu. Onun bu pırıl pırıl görüntüsünün ardında kapkaranlık bir sayfa tüm canlılığıyla orada duruyor. Bunu daha basit bir şekilde ifade etmenin imkânı yok: Coco Chanel bir Yahudi düşmanı ve Nazi işbirlikçisiydi. Bu hafta Coco’yu ve Karl’ı konuşalım. Moda sanıldığı kadar yüzeysel bir konu değildir ve hiçbir zaman sadece giyim kuşamdan ibaret değildir.
KOD ADI: WESTMINSTER
Amerikalı tarihçi Hal Vaughan Chanel’in “Sleeping with the Enemy: Coco Chanel's Secret War” başlıklı bir biyografisini yayınladı. Bu kitap yayınlanmasının ardından gündeme bomba gibi düştü. Çünkü Vaughan’ın kitabında Chanel’in Alman casusu olduğuna dair çok güçlü kanıtlar var. Her ne kadar şirket bu iddiaları reddetse de ortada belgeler var ve bunları başka türlü yorumlamaya yetmeyecek kadar açık.
Coco’nun Yahudi düşmanlığı yalnızca fikirsel mahiyette kalmamış, geleneksel olarak Fransızların sessiz ve derinden sürdürdükleri Yahudi nefretinin ötesinde bir seyir izlemiştir. Fransız toplumundaki bu “hiçbir şey olmasa bile bir şey oldu” niteliğindeki Yahudi düşmanlığının kökleri çok eskiye dayanmaktadır. Bunun adeta ayyuka çıktığı ve saklanamaz boyuta geldiği önemli bir olay Dreyfus Davası’dır. Émile Zola’nın meşhur J’Accuse başlıklı yazısı sadece Yahudi olduğundan dolayı Dreyfus’a yönelen nefrete ve bunun sonucunda ona yaşatılan hukuksuzluğa bir aydının isyanıdır.
Bu ve bunun gibi birçok olay günümüz Fransa’sında hâlen yaşanıyor. Örneğin 2017’de camdan atılarak öldürülen Sarah Halimi’nin katilinin ilaç etkisi altında olduğu gerekçesiyle cinayetten sorumlu tutulmaması… 2018’de 85 yaşındaki Mireille Knoll’un iki komşusu tarafından bıçaklanarak öldürülmesinin ardından açılan davada cinayetin Yahudi düşmanlığı ile ilişkilendirilmemesi ve hatta Sarı Yeleklilerin protestoları sırasında ünlü felsefeci Alain Finkielkraut’ya Yahudi karşıtı sloganlar eşliğinde linç girişiminde bulunulması…
Bunlar çok yeni olaylar. Dolayısıyla her ne kadar Fransızlar kendilerini dünyanın en medeni toplumu olarak tasavvur etseler de artık görünen köy kılavuz istemiyor. Bu yüzden Chanel’in Yahudi düşmanlığını da bu kendini ve toplumunu hiç sorgulamayan cehaletinde aramak gerekir. İyi bir tasarımcı olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Tıpkı John Galliano gibi.
Chanel zamanın ruhuna uyum sağlamakta pek zorlanmayan bir kişilik. Böylece Avrupa’da yükselmekte olan faşizm ve özellikle Nazizm’in etkisine çabucak kapılmıştır. Şahsi olarak Yahudilere karşı önyargısı vardır ama tabii ki burada onun uyanık bir kadın olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Toplumun en alt basamağından hızla yukarıya doğru çıkmak hedefinde olan bir kadın olarak, maddi çıkarlarını düşündüğü yadsınamaz. Nitekim biyografisini okuyanlar bilirler ki, zekâsı toplumdaki üst sınıfların Nazilerle işbirliği yapmasından dolayı bu çevrenin fikirlerinin dümen suyuna gitmesi gerektiğini anlayacak seviyededir.
Kimi kaynaklarda, İngiltere’nin en zengin adamı olan ve Bendor lakabıyla tanınan Westminster Dükü Hugh Richard Arthur Grosvenor’la yaşadığı ilişki sırasında onun Yahudi düşmanlığından etkilenmiş olduğu iddia edilmektedir. Hem Bendor’ın hem de çevresinin antisemitizmi tarihçiler tarafından çok iyi bilinmektedir. Belki Chanel ondan ve çevresinden etkilenmiş olabilir ama onun sahip olduğu imkanlardan faydalanmak isteyen bir metresin bu tavrını, bu fikirlere büyük bir şevkle sarılması olarak da yorumlamak mümkün. Ayrıca Vaughan’ın bulduğu belgelerde Chanel’in kod adının Westminster olması da manidardır.
Chanel zamanın ruhuna uyum sağlamakta pek zorlanmayan bir kişilik. Böylece Avrupa’da yükselmekte olan faşizm ve özellikle Nazizm’in etkisine çabucak kapılmıştır. Şahsi olarak Yahudilere karşı önyargısı vardır ama tabii ki burada onun uyanık bir kadın olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.
NAZİLERLE DANS
Savaş yıllarında Alman istihbarat subayı Baron Hans Günther von Dincklage ile bir ilişki yaşamıştır. Aslında Chanel’i bir ajan olarak devşirenin de Dincklage olduğu söyleniyor. Oldukça ilginç bir kişilik olan Baron, Nürnberg Yasaları henüz yürürlüğe girmeden önce yarı Yahudi olan eşiyle boşanmış ve işgal altındaki Paris’e mutlu bir bekâr adam olarak gelmiştir. Chanel kendi ülkesini işgal eden bir subayla açıktan bir ilişki yaşamakta herhangi bir etik sorun görmemiştir. Bu da karakterine dair bir ipucu vermektedir.
İngiliz moda yazarı Justine Picardie yazdığı “Coco Chanel: The Legend and the Life” kitabında bir Nazi ile sevgili olan Chanel’in gerçek bir Alman ajanına nasıl dönüştüğüne dair açık bir belge ortaya koyamamıştır. Bu kısım biraz belirsiz kalmıştır. Ancak Vaughan Fransız ve Alman makamlarının bazı belgelerine ulaşmış ve kitabına bunları eklemiştir.
Aslında bütün bu belgeler, Coco’nun ne kadar çıkarcı ve fırsatçı bir kişi olduğunu göstermektedir. Örneğin kitapta, kuzeni André Palasse’ın tutuklu tutulduğu kamptan salıverilmesi için Almanlara yanaştığını görüyoruz. Öte yandan, ona maddi anlamda destek vermiş olan Yahudi Wertheimer Kardeşlerin hisselerini ellerinden almak için Nürnberg’le gelen yeni mülkiyet kanunlarından faydalanmaya çalışmıştır. Yeri gelmişken Wertheimerlerin Chanel’in kariyerindeki önemine de değinmek gerekir.
WERTHEIMER KARDEŞLER
Aslında Chanel’in başarısında Wertheimer kardeşlerin desteğinin önemi büyüktür. Chanel 1924 yılında, markanın ilk ve en ikonik parfümü olan Chanel No.5’in üretimi için gereken finansmanı şirketinin parfüm departmanı hisselerinin yüzde 70’i karşılığında Wertheimer ailesinden sağlamıştır.
Ancak parfümün satışındaki büyük başarı onu bu anlaşmaya attığı imzadan dolayı pişman etmiştir ve aileye dava açmıştır. Ancak dava sonuçsuz kalmıştır. Nazi işgalinden önce Wertheimer ailesinin Fransa’dan New York’a göç etmelerinden faydalanan Chanel, Nürnberg Yasalarından faydalanmaya çalışmıştır. Bilindiği gibi, bu yeni yasa çerçevesinde Yahudilerin herhangi bir mülkiyet ve iş sahibi olma hakkı bulunmuyordu.
Almanlar Fransa’yı işgal edince, Chanel, Wertheimerlerin Yahudi olmasını fırsat bilerek Vichy hükümetinden ve Nazilerden parfüm şirketinin mülkiyetini geri almak için destek istemiştir. Ancak bu arada aile de bunu engelleyebilmek için hisselerini Felix Amiot isimli Hristiyan bir iş adamına devretmiştir. Sonuç olarak Coco istediğini elde edememiştir.
Wertheimerler gerçek birer iş adamı gibi davranarak, her şeye rağmen işbirliklerini sürdürmüşlerdir. Savaş sürecinde Chanel İsviçre’ye yerleşip mağazasını kapatmıştır ancak savaştan on sene sonra markasını yeniden kurabilmek için destek aramaya başladığında yine bu finansmanı Wertheimerler vermiştir. Bu büyük ölçüde iş gereği atılmış bir adımdır ama ölene kadar Chanel’in giderlerini sağlamasına ve vergilerini ödemesine yardım etmişlerdir.
Daha önceden zaten Chloé’yi dönüştüren adam olarak isim yapmış olan Lagerfeld, Chanel’e de beklediği yaşam öpücüğünü vermiştir. Birkaç sezon sonra Chanel Paris Moda Haftasının en merakla beklenen markası olmuştur.
OPERASYON MODELLHUT
Tarihçi Vaughan’ın öne sürdüğü bazı kanıtlar hâlen tartışılıyor. Özellikle operasyon Modellhut’ta gerçekten görev aldığı iddiası büyük ölçüde inandırıcı bulunmamıştır. Ancak güzel bir hikâye…Buna göre, Hitler karşıtı bir grup Nazi subayı, 1943 yılında Modellhut isimli bir gizli operasyon yürütme kararı almıştır. Bu bağlamda, Coco’ya, Winston Churchill’e bazı Nazi liderlerinin Hitler’den ayrılarak İngiltere ile birebir bir barış görüşmesi yapmak istediklerine dair mesajı iletmesi görevi verilir. Fakat bu iddianın doğruluğu kanıtlanamamıştır.
Aslında Chanel’in bu operasyona katılıp katılmadığı önemli değildir. Çünkü Nazilerle işbirliği yaptığı herkesçe bilinmektedir. Bunun illa bir operasyonda görev almak şeklinde olması şart değil. Hatta savaş sonrası Fransız makamlarınca sorgulanmış ve yine bazı düzenbazlıklarla aklanmayı başarmıştır.
Bu süreçte kendisi hakkında bazı iddialarının kanıtlanamaması için parasını kullanmıştır. Savaş zamanında sevgilisi olan Baron Louis de Vaufreland Piscatory’yı yakalatmak için eski sevgilisi şair ve Nazi karşıtı mücadelede yer almış olan Pierre Reverdy’i kullanmıştır. SS İstihbarat eski şefi General Walter Schellenberg’in hatıralarını yayınlayacağını duyunca bunu yapmaması için generalin ailesine para vermiştir.
Schellenberg önemli bir isimdir çünkü Modellhut operasyonunda Chanel’e görev veren kişi olduğu iddia edilmektedir. Sonuçta bütün bu hileleri sayesinde yeniden savaş sonrasında kendisini bir şekilde moda çevrelerine kabul ettirmeyi başarmıştır.
1983: İŞTE GELİYOR KARL
Chanel’in tahtına gelip oturan bu genç adam her ne kadar ilk defilesiyle çelişkili eleştiriler aldıysa da bir süre sonra markanın geçmiş birikimini de göz önünde bulundurmakla beraber, yepyeni tasarımlara imza atmayı başardı.
Daha önceden zaten Chloé’yi dönüştüren adam olarak isim yapmış olan Lagerfeld, Chanel’e de beklediği yaşam öpücüğünü vermiştir. Birkaç sezon sonra Chanel Paris Moda Haftasının en merakla beklenen markası olmuştur. Defilelerin teatral havası ve geleneksel çizgiler taşıyan kıyafetler olduğu kadar, deneysel tasarımlara da yer verilmesi hem klasik hem de modayı geleceğe taşıyan bir anlayışın yansımasıydı. Böylece Lagerfeld mucizesi kendini göstermiş oldu. Grand Palais’de adeta bir film platosunu andıran şovlarıyla unutulmaz defilelere imza attı. Özellikle süpermarket konseptli defilesi zamanında çok konuşulmuştu. Lagerfeld’in tasarımları Chanel’i belli bir kitleye hapseden tarzından çıkarmış ve daha genç yaştaki insanlara da hitap eder hâle getirmiştir.
Ancak bütün bu katkılarının ötesinde en önemli başarısı, Chanel’in geçmişindeki utanç dolu Yahudi düşmanlığına dair anıların silinmesinde etkili olmasıdır. Hatta Lagerfeld Chanel’i o kadar çok başarılı yönetmiş ve moda tarihi açısından önemli işlere imza atmıştır ki Coco’nun Nazi işbirliği konusu ancak son dönemde gündeme gelen bir konu hâline gelmiştir. Ondan önce bu konu çok konuşulmayan ve unutulmaya yüz tutmuş bir meseleydi.
Buna rağmen, Lagerfeld’in Merkel yönetiminin mülteci politikasına dair “Milyonlarca Yahudi’yi öldürüp, yerine bunca yıl sonra hâlâ onların en büyük düşmanı olan milyonları alamazsınız” demesi tepki toplamıştır. Bu sözlerin Yahudiler açısından en sorunlu kısmı Holokost’un başka olaylarla kıyaslanması olsa da burada Karl’ın cesurca davrandığını ve ülkesinin geçmişini üstlendiğini düşünüyorum. Bütün mültecilerin Yahudi düşmanı olması öngörüsünde de büsbütün haksız olmasa gerek. Müslüman dünyanın bir Yahudi düşmanlığı sorunu aslında yoktur. Bugün varsa sebebi bunun Hristiyanlar tarafından Müslüman toplumlara aktarılmış olmasıdır. Yine de ne yazık ki bu, bugün artık bir vakıa hâline gelmiştir.
Müslüman dünyanın bir Yahudi düşmanlığı sorunu aslında yoktur. Bugün varsa sebebi bunun Hristiyanlar tarafından Müslüman toplumlara aktarılmış olmasıdır. Yine de ne yazık ki bu, bugün artık bir vakıa hâline gelmiştir.
Ancak Lagerfeld Chanel’i siyasetten uzak tutarak olabildiğince işine sadık kalmış ve toplumun herhangi bir kesimine düşmanca bir tavır takınmamıştır. Zaten bir moda devinin tüm topluma hizmet etmek gibi bir işlevi varken, şu veya bu kitleyi hedef alması iş stratejisi açısından da zararlı olacaktır. Özetle, Karl’ın moda dünyasında bıraktığı en önemli miras, bugün Chanel’in Coco Chanel’e rağmen olumlu bir imaja sahibi olmasıdır.
Moda editörü Rachel Shukert’e göre, aslında
high-end moda endüstrisi içkin olarak antisemitizmle ilişkilidir. Çünkü pahalı bir ürün satın almak ve bunu rahatlıkla kullanmak bireyin belli bir zümreye aidiyetini göstermektedir. Bu her ne kadar öyle sunulmaya çalışılsa da doğrudan tasarımın güzelliği veya bir estetik arayışı ile ilgili değildir; bütünüyle sınıfsal bir ayrıcalığın vurgulanmasıdır. Chanel çantası olan birisi toplumun geri kalanından ayrılmaktadır.
Bu tür markalara talebin altında yatan da bu ayrıcalık hissetme duygusudur. Burada iki nokta önemlidir. Birisi pahalı olması, ikincisi de giyen kişinin zarif ve ince olmasıdır. Bu bir statü göstergesidir: “Zenginsin ve zayıfsın”. Moda ikonu ve Nazi sempatizanı olan Windsor Düşesi Wallis Simpson bununla ilgili olarak insanın zenginliğinin ve zayıflığının hiçbir zaman fazlasının olamayacağını belirtmiştir.
Burada Shukert’in yorumunda eksik bir nokta olduğunu düşünüyorum. Simpson’ın sözleri Yahudi düşmanlığından ziyade, daha çok Nazi rejiminin temel taşlarından olan “üstün ırk” anlayışına daha yakın durmaktadır. Aslında Nazi rejimi dönemi dışında, moda dünyası zengin, zayıf ve ayrıcalıklı Yahudileri dışlamamıştır. Burada belirleyici olan onların standartlarına uygun kişi veya kişiler olmaktır. Üstelik Yahudilere karşı duyulan nefret moda dünyasıyla sınırlı değildir; tüm Batı toplumuna yayılmıştır ve toplumun bir parçası olarak mutlaka bazı modacıların da böyle düşünmesi üzücü ama şaşırtıcı değildir. Moda dünyasının asıl sorunu vazgeçemediği kusursuz beden arayışı ve dünya gerçeklerinden kopuk yarattığı hayal dünyasıdır.
Son olarak bir noktanın daha belirtilmesi gerektiğini düşünüyorum. Chanel sadece bir Nazi işbirlikçisi ve Yahudi düşmanı değil, aynı zamanda homofobik olduğu bilinen bir isimdir. Onun ölümü ardından markanın başına geçen ve Chanel’in bizzat kendisinin hiçbir zaman taşıyamadığı seviyede bir saygınlığa eriştiren Lagerfeld’in homoseksüel olması belki de hayatın gösterdiği önemli bir ders olabilir. Coco belki bunu yaşarken görmedi ama bir yerlerden görmüş ve izlemişse, bu hikâyede önyargısızca insanlara şans vermenin ve kucak açmanın çoğu zaman mucizelere yol açacağını belki anlamıştır. Çünkü aslında hayatta pahalı bir çantadan ve 34 bedenden daha önemli şeyler vardır.