Toplum hangi hedefe, hangi siyasi projelerle ve hangi kadrolarla ulaşılacağını bilmek istiyor. Yani toplum gidecek olanları artık ağır bedellerle iyice tanıdır, gelenlerin ne yapacağını bilmek istiyor. O yüzden geleceğe dair süreci tedirgin bir iyimserlikle takip ediyor.
YENİ BİR YOL ŞART
Türkiye 21 yıldan fazla bir süredir aynı siyasi iktidar tarafından yönetiliyor ve son zamanlarda görüyoruz ki bu iktidar artık ülkeyi yönetemez bir noktaya getirdi. Bu aşamada Türkiye'nin siyasette, diplomaside ve ekonomide ilerleyişini sürdürmesi için yeni bir yol bulması gerekiyor.
14 Mayıs’ta kritik bir seçime girdik. Söz konusu seçim Türkiye'nin kaderini etkileyecek bir seçimdi. Uzun yıllardır Türkiye'yi aynı siyasi iktidar yönetti, gelinen noktada halk bu iktidarın baskılarından, yolsuzluklarından, yasaklarından bıkmıştı, artık değişim istiyordu, o yüzden değişim kaçınılmaz ve elzem görünüyordu. Fakat yine olmadı, AKP ve Cumhur İttifakı hem Meclis çoğunluğunu hem de cumhurbaşkanlığını kazandı. Aslında tabiri caizse onlar kazanmadı, 21 yıldır olmadığı kadar yorgun bir Erdoğan ve yıpranmış bir iktidar karşısında muhalefet kaybetti.
Buna rağmen ülkede hâlâ değişim talepleri son bulmuş değil. Ancak ülkeyi AKP ve cumhur ittifakının tasallutundan kurtarıp değiştirmek ve demokratikleştirmek için öncelikle iktidarı değiştirmek gerekir, iktidarı değiştirmek içinse muhalefetin değişime kendinden başlaması gerekir. Bu gün sadece muhalefet istiyor diye değil toplumun kahir ekseriyeti bu iktidarın uygulamalarından ve yaptıklarından yorulduğu için değişim gerekiyor. Ne ki buna öncülük edecek güçlü bir parti veya ittifak olmadığı ortada. Bu nedenle başta ana muhalefet olmak üzere muhalefetin kendini gözden geçirmesi, yenilemesi ve değişmesi bir zaruret hâlini almıştır.
Toplumsal değişimin gerçekleşmesi her zaman ve her yerde onu isteyenlerin ve örgütleyenlerin gücü ile doğru orantılıdır. Bu bağlamda değişimi sadece istemek yetmez bu istemi örgütlemek ve hedefe yöneltmek de gerekir. Muhalefet bu seçimde bunu yapamadı. Bu başarılmadığı için muhalif seçmende büyük bir hayal kırıklığı yaşandı.
Hayal kırıklığı seçim sonrası işlenen ve ortaya çıkan yanlışlarla öfkeye dönüştü, öfke dinmediği ve dindirilmediği için giderek duygusal bir kopuşu berberinde getirdi. Eğer seçim yenilgisi sonucu umutsuzluğa kapılan seçmeni yeniden ayağa kaldırıp, moral ve motivasyonu yükseltilmezse önümüzdeki yerel seçimleri kazanmak da zora girebilir.
Bu nedenle sorumluluk sahibi herkesin ve her kurumun kendini gözden geçirmesi, kapsamlı bir özeleştiri yaparak yenilenmesi gerekir. Diğer bir deyişle değişime kendinden başlaması, önce kendini değiştirmesi sonra da siyasal iktidarı değiştirmeyi hedeflemesi gerekir. Yerel seçimler bunun için önemli bir fırsattır, heba edilmemeli.
BU HÂLİYLE ARTIK GİTMEZ
Geldiğimiz noktada iktidarın artık sorunları çözemediğini, ülkeyi yönetme kabiliyetini iyice kaybettiğini, zamları adeta bir zülüm politikası gibi uygulayarak iktidarını daim etmeye çalıştığını görebiliyoruz. Bu anlayışın liderliği artık son aşamanın son kertesine gelip dayanmış durumda. Makyavelizm’den Narsizm’e, oradan da Neronizm’e giden bir süreç izleniyor. Etrafında ise “biatle” başlayan “sadakatle” devam eden, gelinen noktada artık sadakatin de yetmedi, bütün devlet ve kamu kuruluşlarından mutlak itaatin istendiği bir aşamayı yaşıyoruz. Eski yol arkadaşların atılarak yerlerine yeni devşirmelerin ikame edilmesiyle sistemin ömrü biraz daha uzatılmaya çalışılıyor. Fakat nereye kadar gidecek bu?
Mehmet Şimşek’i göçtüğü Avrupa’dan, Merkez Banaksı Başkanını Amerika’dan ithal etiller. Beklenti şu idi; IMF’ye gitmeyeceklerdi, çünkü Erdoğan kategorik olarak IMF’ye karşı görünüyordu. Yeni vergiler de koyamazlardı, zira halkın yeni vergi kaldıracak mecali kalamamıştı. Geriye dışardan yatırım sermayesi getirmek kalıyordu. Bu nedenle Mehmet Şimşek ve ekibini herkes Batıdan sermaye getirecek ekip olarak yorumladı.
Fakat hey hat, bu beklenti de boşa çıktı, Şimşek ve ekibi yeni vergiler koydu, toplumu zam yağmuruna tuttu. Ne ki muhalefet burada da sınıfta kaldı. Göstermelik olduğu belli olan Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmak dışında bir şey yapmadı. Oysa benzer bir durum herhangi bir demokraside olsa toplum ayağa kalkar ya da muhalefet tarafından ayağa kaldırılırdı. Korku temelinde eşitlenen ve toplumsal refleksleri körelen tek yapı toplum değil, tepki göstermeyen muhalefetin de politik refleksten yoksun olduğu bu süreçte görüldü. Sırf bu yüzden bile değişimin ne kadar önemli ve gerekli olduğu anlaşılıyor.
İşte bu noktada yeni ve yenilenmiş bir muhalefete her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Böyle bir muhalefete çok iş düşüyor, çünkü iktidarın değişmesi için muhalefetin güçlü bir alternatif yaratması gerekir. Ülkenin ekonomide, siyasette, adalette ve birçok alanda ilerleme kaydedilebilmesi, yeni bir yol bulması şart. Yeni yolu da yenilenmiş yeni bir muhalefet ancak bulabilir. Çünkü toplumun 20 yıldır aynı yönetmeleri deneyerek sonuç almayan mevcut yapılardan umudu kalmadı artık. Hatta muhalif seçmenle oy verdikleri partiler arasında bu süreçte duygusal bir kopuş yaşanıyor. Bu kopuşu durdurmak ve toplumu yeniden ayağa kaldırıp yeni bir Türkiye inşası için yeni bir iktidar hedefine kitlenmek gerekir.
Yeni ve yenilenmiş bir muhalefete her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Böyle bir muhalefete çok iş düşüyor, çünkü iktidarın değişmesi için muhalefetin güçlü bir alternatif yaratması gerekir.
SİSTEM TIKANMIŞ, SİYASET KİRLENMİŞ, İKTİDAR KAYMASI YAŞANIYOR
Gelinen noktada sistemin tıkandığını, siyasetin kirlendiğini, iktidar kaymasının yaşandığını bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Böylece muktedirler ve onların iktidarı çözümün değil, tam tersine gelinen noktada çözülmesi gereken sorunun bir parçası hâline gelmiş durumda. O yüzden ne siyaset ne de maalesef ülke ilerleme kaydedemiyor. Buna biz siyaset biliminde, yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin yönetilemediği ve dolayısıyla toplumun umutlarını yitirdiği, mutlu olmadığı durum diyoruz. Bu aynı zamanda sistemin tıkandığını gösteriyor.
Ayrıca siyasetin zenginleşme aracına dönüştüğü çarpık bir sistemle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu sitemde küçük bir azınlık lüks safahat içinde yaşarken milyonlar fakrı zaruret içinde yaşıyor, böyle bir yaşamaya mahkûm ediliyor. Bu bize, siyasetin iyice kirlendiğini gösteriyor. Kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmış, halkın iradesi tek bir kişinin iki dudağı arasına mahkûm edilmiş. Bu da bize ciddi bir iktidar kayması yaşandığını gösteriyor. Böyle bir olgu son kertede otokratik bir yönetime tekabül ediyor. İşte toplum bu yüzden artık yeter diyor ve değişim istiyor.
TOPLUM ISRARLA DEĞİŞİM İSTİYOR
Hâl böyle olunca toplumda seçim öncesi büyük bir değişim talebi ile ortaya çıkmıştı. Şimdi ise hayal kırıklığına uğramış olsa bile hâlâ umudunu bütünüyle yitirmiş değil. İşte bu noktada güçlü ve cesur bir liderliğe ihtiyaç var. Yıllardır özlemi duyulan adaleti, özellikle de katılım adaletini, bölüşüm adaletini, tanınma adaletini sağlayacak bir liderlik.
Tarihsel deneyimlerden sabittir ki hiçbir güç gelecekçi bir değişim talebinin önünde duramaz. Burada gerekli olan değişimi diyalektiğin olağan seyrine bırakmak değil, değişimin hızına, yönüne ve niteliğine müdahale etmektir. Diğer bir deyişle değişimin yönü, hızı ve niteliği nasıl olacağı konusudur. Bunların şimdiden değişimi gerçekleştireceğini ileri süren muhalefet tarafından lisanı münasiple ve anlaşılır bir biçimde açıklanması ve deklere edilmesi bu yüzden çok önemlidir.
Nitekim 20 yıldır ilk defa bu seçimde toplumun büyük bir kısmı bu iktidarın değişmesini, Erdoğan’ın gitmesini yerine yeni bir iktidarın, yeni bir cumhurbaşkanının gelmesini istiyor ve bekliyordu. Bu başarılmadı. Öyleyse yeni bir yol yordam bulunmalı. Bu noktada toplum hangi hedefe, hangi siyasi projelerle ve hangi kadrolarla ulaşılacağını bilmek istiyor. Yani toplum gidecek olanları artık ağır bedellerle iyice tanıdır, gelenlerin ne yapacağını bilmek istiyor. O yüzden geleceğe dair süreci tedirgin bir iyimserlikle takip ediyor.
ERDOĞAN DOĞRULARIYLA GELDİ YANLIŞLARIYLA MUTLAKA GİDECEK
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu noktaya gelmesinde (yani iktidara gelmesinde ve iktidardan gidecek olmasında) doğruları ve yanlışlarının etkili olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan kendi doğruları sayesinde iktidara geldi ama kendi yanlışları sayesinde iktidardan mutlaka gidecektir. Önemli olan bu süreyi daha fazla acı yaşamadan kısaltmaktır.
Geçtiğimiz seçimde toplum kimin gideceğine karar vermişti fakat kimin geleceğine karar vermemişti, çünkü gelenin gideni aratmasından endişe eden bir kitle vardı. Ne ki ve ne yazık ki bu kitle ikna edilemedi. Yani güçlü bir alternatif sunulamadı. Örneğin, başta özellikle Kürt seçmen ikinci turdaki yanlış politikalar neticesinde kafası karıştı ve sandığa gitmedi, Kılçadaroğlu’nun oyu düştü. Çünkü bu kitle Soylunun alternatifinin Özdağ olamayacağını bunun ölümden tutup sıtmaya razı edilmek olduğu sonucunu çıkarıyordu.
Öte yandan AK Parti’den kopan muhafazakâr kitleler AKP’den koptu ama sağa çekip dörtlülerini yakıp beklediler, sonra ittifakın biçimini onaylamadıkları için geldikleri yerlere ya da muadillerine geri döndüler. Nitekim bu her iki tarafın aldığı oylardan belli olan bir sonuç olarak karşımızda duruyor. Artık bir kez daha aynı hatalara düşmemek gerekir.
AK Parti’den kopan muhafazakâr kitleler AKP’den koptu ama sağa çekip dörtlülerini yakıp beklediler, sonra ittifakın biçimini onaylamadıkları için geldikleri yerlere ya da muadillerine geri döndüler.
ADALETTEN YOKSUN BU DÜZEN SÜRDÜRÜLEMEZ
İktidar bugüne kadar çok sayıda büyük hata yaptı hâlâ yapmaya devam ediyor. Kürt sorununu çözüyormuş gibi yaptı ama çözmedi. Alevi sorunu konusunda onlarca çalıştay yaptı ama Alevilerin kabul edeceği bir sonuç ortaya koymadı. Ekonomiyi iyi yönetememesi sonucu ülke derin bir krize girdi, şimdi dar gelirliler, çalışanlar ve emekliler bu zam ve zülüm furyası altında inim inim inlemektedir. Dış politikada büyü sıkıntılar yaşanıyor.
Şunu belirtmekte yarar var: Ekonominin bir kriz içine girmesi sadece ekonomiyle ilgili bir durum değil, aynı zamanda başta güvenlikçi politikalar olmak üzere, dış politikadaki yanlışlarla ve başata eğitim ve hukuk olmak üzere yapısal sorunlarla da yakından ilişkilidir. Sürekli dağı taşı bombalamakla da ilgili bir durumdur. Sonuçta bunların hepsi geri dönüşü olmayan kaynaklar ve heba olup gidiyor. Fakat muhalefet bunları cesurca gündeme getiremedi, bu noktada iktidarın ekmeğine susarak âdeta yağ sürdü.
Muhalefet geçmişte yanlış dış politikaya ve güvenlikçi yaklaşımlara karşı çıkması gerekirken, acaba AKP-MHP iktidarı bize ne der endişesi ile genellikle sustu, bu da toplumun gözünden kaçmadı. Bu yaklaşımdan bundan sonra behemehâl vazgeçilmelidir.
YARGI TAMAMEN BAĞIMLI HALE GELDİ
İçinden geçtiğimiz süreçte yargıda büyük sorunlar yaşanıyor. Cumhuriyet Dönemi boyunca belki yargının tam bağımsız olduğu söylenemez ama yargı hiçbir dönemde bugün olduğu gibi bağımlı olmadı. Bunun ceremesini de birçok insan çekiyor. Hak hukuk adalet hak getire.
Birçok belediye başkanı görevinden alınarak yerine kayyum atandı. Halk iradesi bir nevi gasp edildi. Birçok siyasetçi, fikir ve düşün insanı içeri atıldı. AHİM kararları keyfi bir biçimde uygulanmıyor. Demirtaş’ın neden hâlâ içerde tutulduğunu kimse bilmiyor. Kavala da aynı durumda. Bu minvaldeki uygulamalar toplumun adalet duygusunu zedeliyor ve hukuka olan inancı azaltıyor. Oysa hukuk bir arada yaşamanın temel çimentosudur. Et kokarsa tuzlarsın ya tuz kokarsa ne yapacaksın?
Muhalefet geçmişte yanlış dış politikaya ve güvenlikçi yaklaşımlara karşı çıkması gerekirken, acaba AKP-MHP iktidarı bize ne der endişesi ile genellikle sustu, bu da toplumun gözünden kaçmadı. Bu yaklaşımdan bundan sonra behemehâl vazgeçilmelidir.
SIĞINMACILAR ÜLKESİ HALİNE GELDİK
Sığınmacılar meselesi başka önemli bir meselemiz olarak gündemdeki yerini koruyor. Resmi rakamlara göre 6-7 milyon, gayri resmi rakamlara göre 10 milyon civarında göçmen ve sığınmacıdan bahsediliyor. Bunların yaklaşık 5-6 milyonu Suriyeli ve bu konu seçimin en önemli can alıcı noktalarından biri. Eğer bu sorun usturuplu ve demokratik bir biçimde çözülemezse ilerleyen zamanlarda bir takım sosyal bunalımlara yol açabilir.
Ne ki her konuda olduğu gibi bu konuda da istatistik tekeli devletin elinde olduğu için net rakamlar açıklanmıyor. Tıpkı enflasyon, işsizlik ve yoksulluk verilerinde olduğu gibi halk devlet kurumlarının açıkladığı rakamlara ve istatistiklere inanamıyor. Oysa bir soruna doğru teşhis koymak için öncelikle doğru bilgiye ihtiyaç var. Bu gibi olgular siyasal mülahazalarla gizlendiğinde gelecekte daha büyük sorunlara yol açarlar. Birçok sorunun çözümü konusunda olduğu gibi bu konuda da verilen sözler tutulmadı.
ÖNÜMÜZDE BİR FIRSAT VAR AMA RİSK DE VAR
Sonuç olarak, gelinen noktada Türkiye'de iktidarın değişmesi ile ilgili fırsat olduğu gibi risk de var. İlkin şunu söylemek lazım; AKP- MHP koalisyonuna bu kadar tepkinin olması özellikle yerel seçimlerde değişim için bir fırsat sunuyor. Ama aynı zamanda bir risk olduğunu da unutmamak lazım. Peki risk nedir?
Risk de muhalefetin bütün bunlara rağmen seçimi hâlâ çantada keklik gibi görüp dağılması ve davranıyor olmasıdır. Bu da iki büyük yanlışa yol açıyor: Birincisi rehavete kapılmaktır, ikincisi de kendi aralarında uyum sağlayamamaktır. Bunlar seçimin kazanılması açısından son derece yanlış ve tehlikeli gelişmelerdir. O nedenle seçmen yeniden tek adam baskısından kurtuluyoruz derken bir karmaşaya tutuluyoruz hissine kapılmamalı. Genel seçimde bir nebze bu hissiyat seçmene hâkim oldu ve seçimin kaybedilmesinde bu da (adayın geç belirlenmesi, her kafadan ayrı ses çıkması, masadan kalkılması gibi hususlar) bir etken olarak rol oynadı.
İŞ BİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ GEREKLİ
Bir diğer tehlikeli nokta da Altılı Masanın başta HDP olmak üzere bazı siyasi partileri ve sivil toplum örgütlerini dışlamasıydı. Aynı durum yerel seçimlerde yaşanırsa büyük bir risk ortaya çıkar. Özellikle HDP’nin ayrı adaylarla büyükşehirlerde seçime girmesi yeni büyükşehirler kazanmak bir yana daha özce AKP ve MHP’den alınmış büyük şehirlerin yeniden kazanılmasını da zora sokabilir.
HDP’nin bu süreçte olması matematiksel olmaktan öte aynı zamanda gelecek seçimler ve yeni Türkiye’nin inşası için de önemli. Farklı partilerin bu inşada beraber olması anlamlı bir sonuç ortaya çıkarabilir. Bu manada, herkesin programı farklı olabilir ama ortak değerlerde birleşme, kucaklaşma eşit temelde bir arada yaşamak için önemlidir.
BU ENKAZ BÖYLE DEVAM EDEMEZ
Bütün bunlara karşın toplum güven duyabileceği bir alternatif arıyor. Toplumun güven duyabilmesi için üç şart vardır. Birincisi yerel seçim nasıl kazanılır? İkincisi seçim günü sandıklara sahip çıkmaktır. Üçüncüsü de beş yıl Cumhur İttifakının zam zülüm politikalarının altında inlememek için seçimden sonraki süreci iyi planlamaktır.
Eğer yerel seçimlerde muhalefet galip gelirse AKP iktidarı beş yıl devam edemez. Eğer AKP yerel seçimleri kazanırsa bundan sonra yüksek bir özgüvenle yapacağı yanlış doğru bütün işlerin meşruiyetinin temeline bu iki seçimi koyacaktır.
BAŞARI İÇİN ÜÇ ADIM ATAMAK ŞART
Bu noktada başarıya giden yol atılacak üç adıma bağlı görünüyor. Birinci adım hedefi net koymaktır. Hedef yerel seçimleri kazmamaktır. İkincisi hedefe ulaştıracak stratejiyi ve projeleri belirlemektir. Strateji kimseyi dışlamadan güç birliğini sürdürmektir. Ayrıca toplumun önüne yeni, katılımcı, demokratik özerk bir yerel yönetim modeli ile çıkmak önemli. Üçüncü olarak da bu stratejiyi/programı söz konusu hedefe ulaştıracak nitelikli kadrolarla ortaya çıkmaktır. Doğru adaylarla seçime girmektir. Aday konusunda genel seçimde yapılan hatalar tekrarlanmamalı. Ayrıca kendine has dinamikleri olan yerel seçimlerde aday unsuru seçimi kazanmak için çok önemlidir.
Bu üçlüyü bugünden oluşturmak lazım.