Yaşadıklarımız, kapitalizmin vahşileşmesinde değil normalinde var. Düzenin kriz üretme ve çözme yeteneğinin zayıfladığı bu süreçte seyirci konumundan çıkıp müdahale edici bir halkın ortaya çıkması için gerekenler yapılmalı.Hatay bölgesi gözden çıkarılmışçasına bir ilgisizlikle karşılaşırken, diğer bölgelerde kısmi bir ilgi vardı. Hayatta kalanlar için barınma ve yemek, devletin üstüne düşen bir yükümlülük iken hâlâ bu yükümlülük yerine getirilmiyor. Halkın göstermiş olduğu yoğun dayanışma ise merkezi iktidarın canını sıkan boyutta. Devletin acizliğe düşürüldüğü iddiası ile 10 TKP üyesinin Osmaniye’de dayanışma çadırından gözaltına alınıp ertesi gün hiçbir açıklama yapılmadan serbest bırakılması aczin, kıskançlığın, beceriksizliğin önemli boyuta geldiğini gösteriyor. Birçok sendika, dernek ve sol partilerin gösterdiği büyük dayanışma kitlesel partilerin yapamadığı boyutta. Aynı zamanda devletin de yapamadıkları hâlâ yapamadığı birçok sorunun çözümüne yönelik adım halkın dayanışmasına kaldı. Devletin kriz süreçlerindeki krizi yönetememesi kamuculuğun tasfiyesiyle ilgilidir. AFAD ve Kızılay’ın işlevsizliği plansızlığın ürünüdür. Devlet kurumlarının zarar ediliyor iddiasıyla özelleştirilmesi sonucu temel bütün ihtiyaçların özel sektörün elinde olmasının sonucu şu oldu: Enkazdan kurtulan kadının “beni özel hastaneye götürmeyin benim param yok” sözleri gerçeğin vuku bulduğu nokta oldu. Devlet içerisinde en örgütlü olan sınıf yine sermaye sınıfıdır. Dernekler ve birlik olarak kendi çıkarları doğrultusunda bir araya gelen patronların deprem bölgesinde insanları çalışmaya zorlamaları ve uyarıları beklenen içerikte. Nitelikli iş gücünün bölgeden göç etme riskine karşı diğer bölgelerdeki sermaye gruplarını uyarıyorlar. “Bölge iş dünyasından istihdam sitemi: Çalışanlarımıza göz dikmeyin. Güneydoğu Anadolu İhracatçı Birlikleri (GAİB) Güneydoğu Anadolu Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği” Kısa sürede üretimin normale döneceğinin altını çiziyorlar. Normale dönülmemesi gereken bir krizin içerisindeyiz. İktidarın sürece tepkileri not ettiğini açıklamasının karşılığında muhalefetin hepimizi tutuklasanız da susmayacağız cevabı iktidara yüklenen güç ile alakalı. İktidarın örgütlü bir öfkeyi ve halkı tutuklama ihtimali ve gücü yok. Yaşadıklarımız, kapitalizmin vahşileşmesinde değil normalinde var. Düzenin kriz üretme ve çözme yeteneğinin zayıfladığı bu süreçte seyirci konumundan çıkıp müdahale edici bir halkın ortaya çıkması için gerekenler yapılmalı.
Serbest piyasa ekonomisinin enkazını izliyoruz
Özgür Hüseyin Akış
Devlet kurumlarının zarar ediliyor iddiasıyla özelleştirilmesi sonucu temel bütün ihtiyaçların özel sektörün elinde olmasının sonucu şu oldu: Enkazdan kurtulan kadının “beni özel hastaneye götürmeyin benim param yok” sözleri gerçeğin vuku bulduğu nokta oldu.
Devletin merkezi bütçesinin büyük bir bölümünü oluşturan vatandaşlardan alınan vergiler yanı sıra yıllarca kamu kurumlarının özelleştirilerek bütçeye ek girişlerin olması bütçenin öncelikli harcamalarını akla getiriyor. Her fırsatta, yani kriz dönemleri dahil sermayeye işgücü ödemelerinde verilen destek, hemen iktidarın ilk aklına gelen oluyor. Yine sermaye girişlerinin özendirilmesi için sıfır gelir vergisi, ücretsiz üretim araçlarının sunulması gibi birçok destek bütçeden karşılanıyor.
Pandemi sürecinde önleyici tedbir açısından maskeyi dağıtamayan iktidar için bütçenin halkın bütçesi olmadığını kanıtlaması önemliydi. Salgının küresel boyutu iktidarın eksikliğini kapatmaya yetecek manevra alanı yarattı. Muhalefetin ise bu konudaki desteği ise iktidarın üstüne kriz dönemlerinde leke bulaşmasına bulaşsa da kalıcı olmamasına yardımcı olacak nitelikte oluyor. Devletin sınıfsal yapısı ve çıkarı iktidarı ve muhalefeti bir arada tutmaya yetiyor. Siyaseten tanımı şimdi birlik zamanı diye tarifleniyor.
Yeni bir kriz ile bu sefer kendi ülkemizde yaşadığımız sağa sola yıkılamayacağımız öldüğümüz, öldürüldüğümüz bir krizi yaşıyoruz.
10 İlimiz enkazın altında kaldı. Mimar ve mühendis odalarının devre dışı bırakılıp, yapı denetim firmalarının türemesinin sonuçlarını yaşadık. Deprem, yapı denetimin ne işe yaradığını, güvenilir konutların önemini, müteahhitlerle siyasetin nasıl iç içe geçtiğini daha iyi görmemizi sağladı. Merkezi iktidardan, yerel yönetimlere kadar bütünlüklü sorumluluğun tekil sorumluluklara indirgenip birkaç müteahhide fatura kesme niyeti alışagelmiş bir taktik.
Depreme dayanıklı binaların yapılmaması nedeniyle enkaza dönüşmesinin nedenleri merkezden yerele bir devletin sınıfsal tercihinin sonucu. İlk önce binaların yıkılmamasını sağlayacak tedbirlerin konuşulması hayata geçirilmesi yine merkezi iktidarın görevi ve sorumluluğundadır.
Deprem sonrası birçok binanın yıkılması sonucunda ortaya çıkan enkazlar altında kalan yüzbinlerin kurtulması mümkündü. Devletin kurumlarının koordine olamaması nedeniyle ölenlerin bir tercihten dolayı öldüğünü belirtmek gerek. Piyasa ekonomisinin kâr dışında herhangi bir öncelik sıralaması bulunmuyor.
Enkazın altında ve üstünde bekleyenlerin ihtiyaçlarını merkezi koordinasyon ile sağlamak mümkünken ulaşım ve iletişim eksikliği nedeniyle devletin müdahale edememe durumunu yöneticiler ilk günler itiraf ederken, daha sonra yöneticilerin beyanatları gün geçtikçe “biz bütün olanakları kullandık” söylemlerine dönüştü.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
AIDS’ten ölen 13 yaşındaki çocuğun babasının ifadesi ortaya çıktı