Cumhuriyetçileri, milliyetçileri ve hatta siyasi İslamcıları ortak noktada buluşturan göçmenlere karşı yönelen öfkeleri oldu. Krizin faturasını göçmenlere kesilmesi hükümet açısından büyük bir şans. Tabii sermaye sınıfı açısından da öyle. İnsanların toplu veya kişisel olacak göçe zorlayan üç temel mesele vardır. Savaş, ekonomik ve siyasi nedenler. Aslında bu üç başlıkta zorunlu göçe giriyor. Yakın tarihimize baktığımızda Sovyetler birliğinin çözülmesi sonrası ABD emperyalizminin fiziki işgal girişimlerinin yanında bir arada yaşayan ulusların iç siyasetine müdahalelerinin sonuç vermesiyle yaşanan iç savaşlar, milyonlarca insanı göç etmeye zorlamıştır. NATO ve AB yaşanan bu gelişmelerin bilakis sorumlusudur. Örnek: Yugoslavya’nın parçalanıp içerisinden birçok ülkenin çıkması uluslara özgürlük değil daha fazla ekonomik ve siyasi bağımlılık ilişkisi getirmiştir. Yine emperyalist bloğun iddia ettiği Ortadoğu’daki İslamcı otoriter yönetimlerin değiştirilmesi için girişilen işgalleri halklara huzur değil süreklilik kazanan krizlere neden olmuştur. Bugün Suriye’de hâlâ devam eden iç savaşın sorumlularından birisi de emperyal düşlerin hükümeti AKP’dir. Savaş, sermaye sınıfına vaat ettiği sınırları aşan kaynak yaratma iddiası milyonları bulan Suriyelinin savaş nedeniyle Türkiye’ye giriş yapmasıyla sonuçlandı. Gelen göçmenlerin yoğunluğu Suriyeli olsa da Afganistan ve Irak’taki siyasi ekonomik gelişmelerden kaynaklı göç devam ediyor. Maden, inşaat, parça başı üretim yapan atölyeler başta olmak üzere göçmenlerin ucuz iş gücü olarak çalışmaları sermaye sınıfının kazanç hanesine hükümet tarafından yazıldı. Sermayeye yazılanların büyük bir kısmını hükümet olduktan sonra kamu kaynaklarının cüzi miktarlarla satarak, işçi sınıfının sendikasızlaşması veya toplu sözleşme masalarında temsilen oturan sendikacıların yaratılmasıyla zaten yazmıştı. Haneye yazılanlar şimdilerde hep ekstra ve süreklilik hâlini almış politikalar zaten. Ekonomi bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez bankası başkanı Hafize Gaye Erkan şu anda sermaye sınıfı için boşaltılan hazineyi doldurmak için emekçilerin ödediği vergi oranlarını artırırken, enflasyonu yükseltip, yabancı sermayeye düşük TL ile yapacakları yatırımların fırsatlarını sunuyorlar. Millet İttifakı seçimlerden önce Mehmet Şimşek’in kapısında yatıp kendi hükümetlerin de ekonominin başına geçmesini istiyorlardı. İki ittifakta uygulanan ekonomik modelden umutluydu. Türkiye’de 2018 yılından itibaren başlayıp hâlen süren ekonomik krizin kendiliğinden seçmen de bir tepki oluşturup oya dönüşeceği Millet İttifakının beklentisiydi. Cumhur İttifakı bileşenleri milliyetçi İslamcı çizgide ilerlerken sokakta oluşan tepkiye Millet İttifakı sessizlik ve sandığı bekleme çağrısı yaptı. Aynı zamanda biz size benzeriz politik yanılsamasıyla cevap yetiştirmenin dışında bir şey yapmadılar. Kendilerini de ne kadar milliyetçi ve İslamcı olduklarına iknaya giriştiler. Aslı varken kimse çakmasına itibar etmedi. MHP, Zafer partisi ve Sinan Oğan’ın aldığı oylar şaşkınlık yarattı. AKP ile ittifak yapan MHP’nin ekonomik sorunlar nedeniyle seçmen tarafından cezalandırılacağı beklentisi tutmadı. Temel siyasi hattı göçmen karşıtlığı olan Zafer partisinin bu kadar yüksek oya tekabül etmesi ikici tura kalan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde belirleyici oldu. Kılıçdaroğlu’nun göçmenleri göndereceğiz çizgisiyle yürüttüğü kampanyası başarılı olmadı.
Göçün iktisadi ve siyasi nedenlerini, hümanizm dışı açıklamalarla anlamak ve anlatmak gerek. Öfkenin doğru yere kanalize edilmesini sağlamak gerek.
Cumhuriyetçileri, milliyetçileri ve hatta siyasi İslamcıları ortak noktada buluşturan göçmenlere karşı yönelen öfkeleri oldu. Krizin faturasını göçmenlere kesilmesi hükümet açısından büyük bir şans. Tabii sermaye sınıfı açısından da öyle. Yoksulluk artarken, asıl sorumluların kendilerini konudan yabancılaştırıp kriz tespitleri yapması takdire şayan bir taktik. Dünya’da ve Türkiye’de tırnak içerisinde aşırı sağın yükselişi kapitalizmin içerisindeki krizin dışında bir değerlendirmeyle anlaşılamaz. İşçi sınıfının uzun bir zaman diliminde siyasi belirleyen olmaktan çıktığı sermaye sınıfının bütün şartlarını zorladığı, ABD’nin tek başına rahatça hareket edebildiği daha doğrusu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkelerini ekonomik olarak kendisine bağımlı hâle getirdiği sürecin sonrasında birlikte hareket etme yetisi kazandıkları bir döneme girildi. Gelişmiş kapitalist ülkelerin Marksizm’den öğrendikleri işçi sınıfının sabrını taşıracak sömürüye maruz bırakılmaması olmuştu. İşçi sınıfının ücretleri ortalama düzeyde tutulurken çalışma saatlerinin artırılması uzunca bir süre uygulandı. Sovyetler birliğinin çözülmesiyle birlikte somutlaşan sosyalist yönetimin ortadan kalkışı sermaye sınıfının kârı merkezine koyduğu politikalar izlemesine neden oldu. Daha fazlasını isteyen sermaye ucuz işgücünü de hükümetlerden istiyordu. Uzun çalışma saatlerinin yanında emek gücünün asgarisini, kârın azamisini aramaya başladılar. Devlet hazineleri temel ihtiyaçların karşılanması için değil sermayenin savaş politikaları için büyük bir yer kaplar hâle geldi. Emeklilik yaşı gelişmiş kapitalist ülkelerde de artıyor. Çalışma süreleri artarken ücretler hükümetlerin belirlediği asgari noktada eşitlenmeye doğru iken sorun göçmenlerin varlığına indirgenmek isteniyor. Yazının sonunda şunu belirtmek gerek. Mülteciler gittikleri ülkenin işçi sınıfının bir parçası oluyorlar. Yoksulluk çekiyorlar. Düşük ücretle çalışıp ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Çalışırken patronun almadığı önlemler yüzünden ölüyorlar. Göçün iktisadi ve siyasi nedenlerini, hümanizm dışı açıklamalarla anlamak ve anlatmak gerek. Öfkenin doğru yere kanalize edilmesini sağlamak gerek.