Yol uzun ama Akşener kararlı gözüküyor; biliyorum ki onun bu yolda beraber yürüdüğü eğitimli, liyakatli, özgüveni yüksek kadınlar da var. Bu satırları yazdığım sırada attığı twitte şöyle diyor Akşener: “Kadınlar konuşacak, kadınlar yaşayacak ve kadınlar size rağmen yepyeni bir tarih yazacak!”  Uzunca bir süredir kadın hareketi üzerine bir yazı yazmak istiyordum. Türkiye’de örgütlü kadın hareketinin temsilcileri çok büyük işler başardılar ve sürekli tırpanlanmaya çalışılan kadın haklarının korunması için çok sıkı bir mücadele içindeler. Ancak bu hareketin ağırlıklı olarak soldan neşet etmesi ve o ideolojik alana sıkışmasıyla beraber, aslında özgün olmayışı da bu çok haklı davanın ülkede daha geniş kitlelere yayılmasına engel oluyor gibi. Bu bağlamda İYİ Parti’nin eğer inisiyatif alınırsa, pratikte daha çok etkisi olabileceğini düşünüyorum. Bu hafta Türkiye’de kadın haklarının geleceğinde İYİ Parti ve Meral Akşener faktörüne değineceğim. KADIN HAREKETİNİN AÇMAZLARI Türkiye’de maalesef sosyal bilimler bütünüyle Batı bakış açısıyla ve Batılı terminoloji ile yapıldığından, Türk toplumunun ihtiyaçlarını tam olarak karşılamadığı gibi, ona aynalık da edemiyor. Bu, elbette “Batılı kavramları bir kenara atalım” demek değil ancak bizdeki sosyal bilimcilerin özellikle de sosyologların uzunca bir süredir kendi toplumumuza has bazı kavramsallaştırmaları yapmıyor oluşları birçok konuyu bizim toplumumuz nezdinde eğreti kılmaktadır. Benzer bir yetersizliği psikoloji ve felsefede de görüyoruz. Başka toplumların kavramlarıyla kendimizi anlamaya çalışıyoruz ve bu çoğu zaman yeterli gelmeyebiliyor. Bugünkü konu bağlamında mesela feminizm gibi hayati bir konu bir türlü Türk toplumuna tam manasıyla anlatılamıyor; bildiğini zannedenlerin bir kısmı da yanlış anlatıyor.  Bir keşmekeş sürüp gidiyor; iş kadın haklarıyla sınırlandırılmıyor, yanına LGBT+ hakları ekleniyor, bunların hepsi çocuk haklarıyla bütünleştirilip bir teorik bulamaç ortaya atılıyor. Bu sebeple bir köy kahvesindeki amcayı rahatlıkla ikna edebilecek kadar haklı ve güçlü bir davanız olduğu hâlde baştan reddediliyorsunuz. Bu durum toplumu tanımamaktan ve bazı şeylerin toplumda ancak tedricen değişebileceğini kabul etmemekten ileri geliyor. Bunlar sanki Batı toplumlarında on sene içinde hallolmuş meselelermiş gibi zannedenler de cabası. Bununla beraber, bahsettiğim haklar şüphesiz öncelikli olarak toplumun iknasıyla ilgili de değil. Çağımızın gereği olarak kadınlara, çocuklara ve LGBT+ bireylere hukuken bu hakların verilmesi gerekiyor. Burada birilerinin memnun olup olmaması ikinci aşamadır. Üstelik herkesi de ikna etmeyi bekleyemezsiniz. Yüzyılın gerekleri neyse bunlar yapılır ve eski çağları özleyen bireyler de kendi özel hayatlarında istedikleri gibi yaşama hakkına sahiptirler. Zaten demokrasi ve hukukun üstünlüğü derken tam da bunu kastediyoruz. Öte yandan, kadınların toplumun birçok alanında karşılaştığı problemler, kadına karşı şiddetten tutun da ailenin kutsallığı veya kürtaj hakkı gibi tartışmalı konular da dahil bütün bu meseleler, toplum sathında tartışmaya açılmalıdır. Ama burada özellikle solun yöntemsel bir hata yaptığını düşünüyorum. Kadın haklarıyla, LGBT+ haklarının bir arada zorlayıcı şekilde kabul ettirilmeye çalışılması toplumda bir direnç ile karşılanabiliyor. Üstelik bu ontolojik olarak da tutarlı değil. Hâlâ toplumun bir kesiminde “marjinal” olarak görülen eşcinsel yaşam biçimini kadınların en doğal haklarıyla beraber sunduğunuzda kadınların da hak kaybına uğramasına neden olunuyor. Bunların ayrı tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Bazı arkadaşlar belki bana kızabilirler ama erkekler kadın olduktan sonra bile bize nasıl kadın olacağımızı öğretmeye kalkıyorlar. Zaten doğuştan olma erillikten yeteri kadar çekiyoruz, sonradan olma kadınlığın tahakkümünü de kabul edecek değiliz. Kadınların haklarının LGBT+ bireylerin haklarından ayrı tartışılması gerektiğini savunuyorum. Zaten bunların bir arada ele alınması da yine Batı’nın bunu böyle yaşıyor olmasından ileri geliyor. Oysa bizim toplumunuz Batı’nın kültürel kodlarını ve toplumsal şartlarını mı deneyimliyor?
Mutabakat Metninde geçmemesine rağmen, metnin topluma sunulduğu o toplantıda, Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale’nin açık açık İstanbul Sözleşmesini geri getireceklerini ifade etmesi partinin bu konudaki cesaretini ve kararlılığını gösteriyor.
Bunu böyle söyleyince daha gerideyiz anlamı çıkmasın. Bizim toplumumuzun Batılı toplumlardan çok daha iyi ve kuvvetli olduğu yönler var. Ancak eğer bir teoriyi alıp topluma benimsetme amacındaysanız, o toplumun niteliğine göre hareket etmek gerekir. Yoksa siz de toplum nezdinde marjinalleşmeye mahkumsunuz. Bu yüzden her ay kaç kadın öldürüldüğü hâlde sokaklarda milyonlarca insan göremiyorsunuz. Çünkü sizi küçük ve marjinal bir grup sanıyorlar. Oysa siz çok temel bir hakkı savunuyorsunuz: yaşam. Burada bir iletişim kazası olduğunu görmek için dürüstçe bakmalıyız. Bununla beraber, muhafazakâr kadınlar konusunu da ele almak gerekiyor. Sol mahallenin kadın hareketi muhafazakâr kadın denildiğinde meseleyi sadece başörtüsü bağlamında ele alıyor. Bütün muhafazakâr kadınlar başörtülü olmak zorunda mı? Şehirli, üst orta sınıftan gelen, iyi eğitimli ve inançlı birçok kadın var. Bunların büyük bir çoğunluğu başörtülü olmadığı gibi sınıfsal sebeplerle kadın olmayı deneyimleme biçimleri de farklı. Bu grup kadın hareketi tarafından tamamen görmezden geliniyor. Oysa Türkiye’de kadın hakları konusunda sol görüşten gelen kadınlardan çok daha fazla mevzi kazanmış ve özgürlüğünü yaşayan muhafazakâr bir elit var. Bu kadınların da olacağı bir hareketin ülke çapında kadın hakları açısından çok daha faydalı olacağını düşünüyorum. Bütün bunlardan daha önemlisi, kadın hareketinin bütün bunların ötesinde bir yerde olduğuna inanıyorum. Çünkü ne sol ne de sağın tekelinde kalamayacak kadar temel bir ihtiyaçtır. Demin de söyledim, kadınlar özgürce yaşamak istiyorlar. Bunun ideolojik tartışması çok anlamsız. Her iki taraftan da beslenebilecek bir ortak zeminde, beraber mücadele edilmesi gerekiyor. Hangi sınıftan gelirse gelsin tüm kadınlar erkek egemen sistem tarafından o veya bu ölçüde ama mutlaka eziliyor. İşte o yüzden bu manada İYİ Parti toplumun geniş kesimlerine ulaşma kabiliyeti açısından faydalı olabilir. ÜMİT ÖZLALE’NİN ÇIKIŞI Ülkemizin kadın hakları konusunda inişli çıkışlı bir mazisi olsa da birçok ülkeye göre bir başarı hikayesi yazdığı da bir gerçek. Avrupa’da kadınlara seçme seçilme hakkını ilk tanıyan ülkelerden birisi olması dışında, tek başına İstanbul Sözleşmesi dahi tarihi bir adımdır. Fakat bu sözleşmenin bir gün öyle istediler diye ortadan kaldırılmasına da şahit olduk. Bununla beraber, İYİ Parti’nin İstanbul Sözleşmesini geri getirme vaadi önemli bir umut oldu. Özellikle Ortak Mutabakat Metninde geçmemesine rağmen, metnin topluma sunulduğu o toplantıda, Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale’nin açık açık İstanbul Sözleşmesini geri getireceklerini ifade etmesi partinin bu konudaki cesaretini ve kararlılığını gösteriyor. Bu kadınlar için vazgeçilmez bir sözleşmedir. MERAL BAŞKAN Burada durup sadece Meral Akşener’in nezdinde bir bölüm yazmak zorundayım. Bir kadının MHP gibi eril siyasetin kalesi bir ortamdan başkaldırarak çıkması ve şimdi de parti içinde egosu yüksek koca koca adamları idare etmesi çok kolay bir iş değil ama bir kadın isterse yapabileceğini de biliyorum. En azından Akşener bize bunu kanıtlayan bir örnek oldu. İYİ Parti’nin yeni MHP olma gibi bir idealinin olmaması ve partiyi daha geniş bir grubu kucaklayarak merkeze taşımaya çalışması belki kısa vadede bazı ülkücüler tarafından eleştirilse de uzun vadede herkesin bunun doğru hamle olduğunu göreceğinden eminim. Bu sebeple, kadın bir liderle yürüyen bu partinin daha az eril bir dili olması doğal bir sonuç ve güncel siyasete de çok daha uygun. Akşener her şeyden evvel bir kadın olması hasebiyle, bu toplumda kadın olmanın nasıl bir tecrübe olduğunu iyisiyle kötüsüyle yaşamış ve hâlen yaşamakta olan bir lider. Bir müddettir konuşmalarında bu şahsi tecrübelerine de çokça yer veriyor. Bu samimiyetin kadınlar açısından bir karşılığı olduğundan eminim.
Akşener her şeyden evvel bir kadın olması hasebiyle, bu toplumda kadın olmanın nasıl bir tecrübe olduğunu iyisiyle kötüsüyle yaşamış ve hâlen yaşamakta olan bir lider. Bir müddettir konuşmalarında bu şahsi tecrübelerine de çokça yer veriyor.
Özellikle iki konu var ki mutlaka vurgulamam gerektiğini düşünüyorum. Bunların ilki Akşener’in evinin basılması. Bu hadise sanırım ki Türk siyaset hayatında eşi benzeri olmayan bir örnektir. Gecenin bir saati bir kadın siyasetçinin evinin basılması aslında bir kadın açısından çok travmatik bir şey olabilir fakat buna direnmeyi ve geri adım atmamayı başarabildi. Bir kadının korkmaya hakkı yok mudur? Elbette vardır. Erkekler de korkuyor. Hatta öyle korkakları var ki, birçok şeyi bu ödlekliklerinden dolayı yaşıyoruz. Bu yüzden şüphesiz korkunun bireysel bir tepki olarak değerlendirilmesi gerekir. Ancak Akşener verdiği tepkiyle, bir kadının her şeye rağmen, karşısına dikilen o erkek egemen iktidara yenilmeyeceğini ve tek başına bunlara direnebileceğini hepimize gösterdi. İkinci önemli olay eşini aldattığına dair atılan ahlak dışı iftiralar. Bu çirkin iddialara karşı duyduğu tepki, kızgınlık ve üzüntü hepimiz tarafından anlaşılabilir bir durum. Hele ki namus kavramının çok önemli olduğu bu toplumda erkekler karşılarında bir kadın olduğunda en kolay iftirayı buradan atıyorlar; bir kadını en kolay buradan vurabileceklerini düşünüyorlar.  Bir erkek siyasetçiye “karını aldatıyorsun” dendiğinde gülüp geçilebilirken, konu bir kadın olduğunda, o kadının namusu ve iffeti tüm toplumun malıymışçasına ondan hesap sorulabiliyor. Bunu bildikleri için erkekler kadınlara karşı hep aynı iğrenç oyunu kuruyorlar. Bazı insanlar için bu kavramların bir değeri olmayabilir ama özellikle muhafazakâr bir kafa yapısına sahip bir kadın için bunun ne kadar önemli olduğunu çok iyi anlıyorum. Kendimi onun yerine koyuyorum, ne kadar incinebileceğini ve öfkeleneceğini çok iyi anlıyorum. Ben olsam her şeye rağmen Akşener kadar soğukkanlı davranabilir miydim bilmiyorum ama o çok iyi direndi. Bunda bu mevzuyla ilgili alnının ak olmasının da payı var tabii yoksa insan kendinden şüphe etse o kadar cesur olabilir mi? Bu iki örnek dışında da birçok saldırı, hakaret ve düşmanlaştırma çabalarına şahit olduk. Ancak özellikle kadın olmaya dair bu iki örnek bence çok tarihi ve Akşener’in verdiği cevaplar kadın hareketi açısından çok değerli olabilir. Bir kadının tecrübesi hepimize örnektir ve biliyorum ki Akşener’in iktidara gelmesi durumundan bağımsız olarak Türk siyasal hayatında kadınlara ve kadınlığa dair atacağı adımlar üzerinde bu yaşadıklarının etkisi çok büyük olmuştur.
İYİ Parti’nin içindeki bu eğilim, bir kadın eliyle partinin yüzeysel olarak değil, gerçek manada nasıl yeni toplumsal şartlara uyumlandırıldığını ve siyasetini yeni yüzyıl kavramlarıyla yapması için dönüştürüldüğünü gösteriyor.
İYİ PARTİ’NİN DÖNÜŞÜMÜ Türk toplumunun evrensel değerlere doğru ilerleyebilmesi ve yüzyılın gereklerini yaşayabilmesi için belli bir dönüşümden geçmesi gerekiyor. Bu dönüşüm de ancak muhafazakâr veya toplumca genel kabul gören değerleri benimseyerek yaşayan kesimlere dokunarak olabilir.  Bunun başarılması için İYİ Parti bir fırsat yaratabilir. Özellikle muhafazakâr veya sol görüşlü olmayan çevrelerde kadın haklarının daha iyi anlaşılabilmesi ve kadın erkek eşitliğinin pratikte gerçekleşebilmesine dair çok daha etkili adımlar atabilir. Köy köy, mahalle mahalle toplumun bu konularda eğitilmesi ancak ve ancak onların dilini konuşabilen partilerin başarabileceği bir iş. “Türkiye’de sol neden dar gelirli kesimden oy alamıyor” diyoruz ya bu biraz da aynı dili konuşamıyor olmakla ilgili bir durum. Solun sağa duyduğu önyargı ve mesafe koyma çabası da aslında kadın hareketine bu bağlamda zarar veriyor. Burada parti içindeki kadın görünürlüğünün fazla olması da dikkat çekici. Özellikle önemli görevleri erkeklere verip, alt kadroları rastgele kadınlarla doldurarak “dostlar alışverişte görsün” hesabına gitmemeleri çok önemli. Bir çırpıda 10-15 İYİ Partili saydığımızda, kadınların yine önemli görevleri üstlendiklerini görüyoruz. Bu bir parti için kendini nasıl tanımladığıyla ilgili çok önemli bir gösterge. Öte yandan, yalnızca İstanbul Sözleşmesine sahip çıkmaları değil, başka hususlar da yine kadın hakları açısından değerli. Akşener’in Özlem Zengin gibi bir figürü dahi “kadın dayanışması” bağlamında koruması, tarikatların eğitimdeki rolüne karşı çıkması, LGBT haklarının korunacağını vaat etmesi, depremdeki çocuklara sahip çıkması ve konuşmalarında erkekler tarafından öldürülen kadınların isimlerini tek tek anarak kadının yaşam hakkına dikkat çekmesi belki kimilerince küçük gibi görünebilir ama tüm bunların Türk siyasetinde hele de bir sağ partide, gerçek bir kadın dönüşümünü yapmaya çalıştığının işaretleridir. Bu bir düşünsel değişimi göstermektedir çünkü somut adımlar ve değişimler görmekteyiz. Bundan evvel kadın başbakanın olmasının siyasetimize kadınlar bakımından bir fayda sağladığını görememiştik. Burada ise ciddi bir dönüşüm gözüküyor. Bir başka deyişle, İYİ Parti’nin içindeki bu eğilim, bir kadın eliyle partinin yüzeysel olarak değil, gerçek manada nasıl yeni toplumsal şartlara uyumlandırıldığını ve siyasetini yeni yüzyıl kavramlarıyla yapması için dönüştürüldüğünü gösteriyor. Yol uzun ama Akşener kararlı gözüküyor; biliyorum ki onun bu yolda beraber yürüdüğü eğitimli, liyakatli, özgüveni yüksek kadınlar da var. Bu satırları yazdığım sırada attığı twitte şöyle diyor Akşener: “Kadınlar konuşacak, kadınlar yaşayacak ve kadınlar size rağmen yepyeni bir tarih yazacak!” Bu topraklardaki kadınlar hep tarih yazdılar, onların torunları olan bizlerin de tarih yazacağımızdan şüphem yok. Bu yüzden İYİ Parti yeni dönemde bu değişimini sürdürürse, söyleyecek sözü olan birçok kadının partisi olabilir.