Popper’in Marx yorumunun doğru olduğunu düşündüm hep. Düşünüre göre Marx’ın tarih disiplinin bilimselleşmesine katkısı çok büyüktü. Ayrıca “sömürü” ile “sınıf” gibi kavramlarının tarihsel ve toplumsal analizlerde kullanımı belli sınırlar içinde son derece anlamlı sonuçlar doğurmaktaydı. Yine de hem Marx hem de izleyicilerinde iflah olmaz bir kehanetçilik ve tarihinin belli dönemlerindeki eğilimleri bilimsel yasa katına çıkaran bir aşırı bilimcilik hevesi vardı. Bu nedenle, istisnai bir şekilde özgürlükçü Marksizm yorumları mümkün olsa bile, Marx’ın metinleri ve pratiklerini örnek alan siyasi hareketlerin çoğunlukla gideceği yer katıksız bir totalitarizm idealiydi. Bu arka plana metnin sonunda dönmek kaydıyla, Sanayi ve Teknoloji Komisyonunda kabul edilerek Genel Kurula sevk edilen Elektrik Piyasasıyla ilgili Kanun Teklifinin hukuk politiğini analiz etmeye çalışacağım. Şöyle ki, AKP’nin enerji politikasıyla ilgili tercihlerinde sınıfsal kaygılar birinci derecede etkili. Önümüze Kanun diye getirilen metinlerin tek bir amacı var: Ne yapsak da sermayeye daha fazla kaynak, imtiyaz ve kolaylık sağlasak. Bu büyük iddiayı birkaç örnekle ayrıntılandıralım: Teklifin 1 inci ve 9 uncu maddeleri yurt dışındaki enerji şirketlerini Türkiye’ye getiriyor. Sayıştay raporlarına da yansıdığı üzere, genel müdürlerine 13 bin 500 Euro maaş verilen bu şirketler artık Türkiye’de çalışacak. Bu arada yurt dışındaki şirketi neden Türkiye’ye getiriyorsunuz sorusuna AKP milletvekilleri ve bürokratların verdiği anlamlı bir cevap yok. İhtimal ki onlar da bilmiyor. Emir büyük yerden geldiği için hararetle bu maddeyi savunuyorlar. Peki, ne var bu değişiklikte diyebilirsiniz? Ne yok ki? Bir kere o yurt dışındaki maaşların Türkiye’de de aynen devamı söz konusu. Dahası bu şirketler Kamu İhale Kanunu ve Devlet İhale Kanunundan muaflar. KİT olmalarına rağmen Mecliste denetimleri yapılmayacak. Laf İhale Kanunundan açılmışken, Kanun Teklifinin 11 ve 12 inci maddeleri tüm doğal gaz ithal ihalelerini ve BOTAŞ’ın tüm ihalelerini Kamu İhale Kanunu kapsamı dışına çıkarıyor. Oysa Türkiye 1000 metreküp doğalgaza 280 dolar para ödeyen bir ülke. Bu miktar Avrupa’da 120 dolar seviyesinde. Sadece bu sene doğalgaza % 34.7 oranında zam yapıldı. Vatandaşa pahalı doğalgaz faturası olarak dönen AKP’nin başarısız enerji politikasının mimarları yandaşa daha fazla kaynak aktarmak için tüm Kanunlarından, dolayısıyla kamusal denetim ve kamu yararından istisna bir düzen yaratıyor kendilerine. Teklifin 2 inci maddesi devlete borçlu maden şirketlerinin yeni ruhsat işlemleri yapmasına izin veriyor. Böylelikle devlete borç takan şirketlere kolaylık getiriliyor. 4 üncü madde ise yeni Soma faciaları için yasal zemin yaratmakta. Teklif bu haliyle yasallaşırsa taşeron maden işletmesi ÇED raporu ve işyeri açma ruhsatı gibi belgeleri hazırlamak zorunda kalmayacak. Madenlerdeki denetimin zaten kağıt üstünde olduğu herkesin malumu. Şimdi artık o denetim de yapılmayacak. 5 inci madde mücavir alan tanımını yumuşatarak faaliyetlerini kendi arazisini dışındaki yerlere doğru genişleten maden şirketinin ceza almasını engelliyor. Bir kolaylık daha. Teklifin 8 inci maddesi özel olarak CHP’li belediyeler için hazırlanmış gibi. Bir bölgeye doğalgaz hattı döşenecekse doğal gaz şirketi yatırım maliyetlerini tümüyle Belediyeye yüklüyor. Yani, doğalgazı satıp ondan kar eden şirket, ama hatları döşemek zorunda olan kurum Belediye olacak. Ne kadar akıllıca değil mi? Bu hükmün belediyeler AKP’deyken kimsenin aklına gelmemiş olması çok manidar. Teklifin 13 ve 14 üncü maddelerinde mevcut kıyaklarının süresini uzatıyor. Yenilebilir Enerji Destekleri 10 yıl daha dolar üzerinden yapılmaya devam edecek. Yerli ve milli iktidar dolardan vazgeçmiyor bir türlü. Devlet elektrik üretmesin, çok hantal ve teknolojisi geri. Bu işi özel sektöre bırakalım diye yola çıkılmıştı. Bu neo-liberal yalana karşı Türkiye’deki durum ise şöyle: Devlet dolarla enerji şirketlerine 10 milyarlarca lira destek akıtıyor. Sözde özel sektör ise devletten gelen bu parayla elektrik üretmekte. Geldiğimiz noktada şu soru önemli: Madem özel sektör devlet para vermezse elektrik üretemiyor, o zaman niye iş adamlarını daha da zengin hale getirmek için devasa bütçeler ayırıyoruz? Özel sektör hiçbir risk almayacaksa ve sürekli bir şekilde devlet teşvikiyle garantili bir şekilde yaşayacaksa devlet neden çekildi enerji sektöründen? Sorular böyle. Yanıtları ise malum. Bitirirken Marx’a ve devletin sınıfsal karakterine geri dönelim. Belki her durumda değil, ama kesinlikle Türkiye’de enerji politikasıyla ilgili kanun yapma süreçlerinde devlet sermayeden yana tavrını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Kanun Tekliflerinin maddelerinde gözetilen tek şey özel yarar. “Ama dikkat edelim, şirketlerin ayağı taşa değmesin” AKP iktidarının umursadığı tek kaygı.