Aydan Gülerce Yoksa 1 gr. siyasipsikolojik muhakeme mi olmalıydı başlık? Çünkü bu kısa yazının ana konusu, daha özgül olarak o. Fakat meseleye oldukça uzun zamandır Türkiye’de popüler tedavülü ve popülist siyaset anlayışını bir türlü terk edemeyen algı yönetimi algısı ile girmek isterim. Zira, Türkiye’de algı yönetimi ile ilgili karşılıksız bazı varsayımlar, şehir efsaneleri gibi sorgulanmadan yerleşti zihinlere. Özellikle de kişisel veya toplumsal konularda kendisi haklı iken, bir türlü kazanan taraf olamadığını düşünen geniş bir kesimin oldukça sık başvurduğu bir “açıklama biçimi” olmayı sürdürüyor. Oysa hiç bir açıklayıcı, aydınlatıcı veya geri besleyici, dolayısıyla da özgürleştirici değeri yok. O bakımdan, sadece “kara bahtına hayıflanmaya”, biraz daha “kendine acımaya” ve “hep kaybeden taraf” olduğunu kendinin ve başkalarının gözünde pekiştirmeye yarıyor. Yani daha da edilgen, çaresiz hissetmeye yol açıyor. Edilden ve edimsiz bırakıyor. Çünkü gücü elinde bulunduranın, yani iktidarın, aslında haksız veya yanlış olduğu halde; haklıya haksıza, doğruya yanlışa hangi mercii karar verecekse eğer, onun algısının iplerini elinde bulundurduğu için, davranışlarını da etkilediği düşünülüyor. Böylece diğeri, bu durumda muhalefet, ise hep mağdur ve kaybeden taraf. İktidar ve muhalefet yer değiştiriyor; ancak bu topraklarda egemen eril ve bağnaz kültürün ve siyasetin dünyaya ve insana bakış açısını ve toplumsal sorunları çözme (Arabesk!?) biçimi pek değişmiyor. AKP’nin bir zamanlar, mağdur edebiyatı ile ve dinden ziyade toplumdaki “safların”, ezilmişlerin, dışlanmışların, yoksul ve yoksunların ortak duygusuna hitap etti. Öyleyse iktidara gelişine biraz da böyle bakmak gerek. İktidarı sürdürüşü de elbette, bu duygudaş sadakat kadar,  popülist siyaseti en az kendisi kadar araçsallaştıran sözüm ona “uyanıkların”,  böylece kolay yoldan, yani tepeden  sivilleşme (demokratikleşme?) arzusunu manipüle ederek oldu. Şimdi de “yerli ve milli” edebiyatı ile defalarca tahrik edilen “iç düşman-dış düşman” evhamları ve devletin bekası ve “kandırılma” söylemleri ile can çekişiyor. Görünen o ki, “CHP nasıl kurtulur?” gibi kalıp retorikler ile toplumdaki kronik algısı tescillenmiş, yani hep “bir ayağı çukurda” denilen muhalefet; bu durumdan kurtulmak, hatta iktidarı garantilemek istiyor. Çünkü gerçekten de bu ülkeyi dibine kadar batmış olduğu karanlık gaflet ve delalet çukurundan kendisinin çıkaracağına inanıyor. O bakımdan da işte, ne yapıp edip,  “kandırılmış, algısı yanlış yönlendirilmiş saf ve uyanık veya partisiz genç” insanları buna ikna etmek istiyor. Onların kararını, yetersiz ve kötü iktidar uygulamalarını mantıksal argümanlar ile  sergileyerek kendi lehine çevirmenin, yani oyları toplamanın yollarını arıyor. Kısacası insanların algılarını yönetmek isteyen isteyene! Nedir peki şu sakız gibi çiğnene çiğnene iyice çürütülmüş olan algı yönetimi hikayesi? ALGI YÖNETİMİ Algı da tıpkı zeka ve muhakeme gibi, psikolojinin bir modern bilim alanı olarak belirmesinden bu yana çalışılan, hatta onu bilim yapan temel konulardan birisi. Somut ve mevcut bazı nesnel uyaranları algılamaktaki bazı insani yanılsamalar, eğlenceli magazin ve popüler bilim kültürüne, şimdilerde de dijital teknolojiler sayesinde sosyal medyaya bol malzeme sağlar. Algı yönetimi ise, Amerikan ordusunun uluslararası güvenlik siyaseti amacı ile bir icadı. Zaten, psikoloji disiplininin tüm ana akım malzemesi, ilk yüzyılında, başta ordu, siyaset ve kapitalist dünya düzeninin diğer temel bileşenleri olmak üzere, tüm toplumsal alan ve disiplinlerce, bolca yağmalandı. Tabii o da araçsallaştırma niyetleri bir yana, parçalı ve üstün körü aktarımlarla. Nitekim, algı operasyonlarında yapılan da, duruma göre olgunun çeşitli bileşenlerinden biri veya bir kaçının manipüle edilmesi. Buradaki temel fantezi ve varsayımları ise, insanın ruh-beden ve zihninin kontrolünün bu manipülasyonlarla ele geçirilebileceği, böylece de güç/iktidar kazanılabileceği. Özetle; hile, yalan, dolan, kandırmaca ve sahtekarlık! Öte yandan, her ne niyetle (“barış için savaş” gibi!) yapıldığı, yani ahlaken yargılamak da bir yana, yapılan en temel yanlışlar veya iki hakiki hata ise şu konularda oluyor: (1) Algının en temel ilkesi olan Gestalt ilkesinin ihlali. (Gestalt, yani bütün; parçaların toplamından daha fazladır.) Dolayısıyla da bütünsel algının, bilinen çok çeşitli altbileşenlerinin - ki çoğu da manipüle edilemez!-  toplamından çok daha farklı olduğu. (2) En baskıcı, işkenceci, propogandist  vs  yöntemler etkin kullanıldığında bile, insan toplumlarında, bireysel veya kolektif zihnin kontrolünün ele geçirilemeyeceği. Özellikle de doğrudan özgürlük ve özgür istenç ile, yani onları karşısına alarak mücadeleye girilmiş ise, insan ve toplumun siyasi psikolojisini iyi okumak ve doğru yorumlamak gerekir! 1 kg PAMUK MU, 1 kg DEMİR Mİ? Elbette, birey veya toplumun kolektif ahlaki muhakemesi, oluşmak için, modern ve insani bilimlerin yeniden şişelenip veya yeni etiket isimlerle pazarlanan icatlarını beklemedi. Nitekim Türkiye’de insanlar, algı yönetimi meselesi ve psikolojik propaganda yöntemleri ile yeni tanışmadı: Zaman içinde, şapla ağırlaştırılmış kese kağıtları, hileli tartılar, film afişleri, kitap kapakları, ürün ambalajları, hileli mallar, vergi kaçırmalar, naylon faturalar, hayali ihracatlar, hortumlamalar, kamusal ödüller, filantropist vakıflar, türlü cemaat örgütlenmeleri, seçim vaatleri ve benzeri takiyyeci algı yönetimi taktiklerinin; teknolojileri, çapları ve hasar boyutları değişti sadece. Bugün, Türkiye’de veya dünyada kandırmaca ve kandırılma meselesi ile ilgilenen, kendisinin doğru ve dürüst olduğuna inananların, belki de en önce şunu merak etmesi gerekiyor. Hele toplumu iyiye doğru dönüştürmek arzu ve iddiasında olan muhalif siyasetçi ve yurttaşlar iseler: Neden bazı insanlar, hatta “eğitimliler”, “doğrusunu ve mantıklısını” bildikleri ve soruda da hiç bir kötü niyetli manipülasyon olmadığı halde, ilk kez duyduklarında 1 kg demirin, 1 kg pamuktan daha ağır olduğu yanıtını verirler? Fizikteki özgül ağırlık konusu bir yana, esas diyeceğim; algının öznelliği meselesi. Örneğin, eskiden meteoroloji raporlarında sadece ölçülen mutlak sıcaklık söylenirdi. Sonra gölge, nem, basınç, rüzgar, vb etkenlerin de bir şekilde eklenmesiyle “hissedilen sıcaklık”tan söz edilir oldu örneğin. Kaldı ki, bu da son derece öznel ve görelidir. Son tahlilde, bireylerin kendi algısı ve ne hissedeceği, daha da önemlisi bu algı ile nasıl davranacağı; kendisinin tüm diğer öznel ve özgül tarihsel koşullarının karmaşık etkileşimine bağlıdır. Yazının başında değindiğimiz algı yönetimi meselesine, şimdi biraz da siyasetçilere ve topluma sık sık güncel veri sağlayan kamuoyu yoklamaları açısından bakalım. ( Devamı “1 gr. siyasi muhakeme-II” de) * Prof. Dr. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.