Partilerin geniş bir demokratik ittifak etrafında birleşmeleri iktidarı devirmek için değil, şeffaf bir toplumsal sözleşme ile bütüncülleşme amaçlı olmalı. Türkiye yeni bir yıla daha yine eskisinden çok daha çalkantılı bir biçimde girmeye hazırlanıyor. Sorunlar yumağının tamamı ve özet olarak, Türkiyenin kolektif özne öncülünün toplumsal muhakemesinin henüz gelişememiş olduğunun resmi bir resmi. Toplumsal gelişimin hangi aşamasında takıntılı kaldığının ve regresyonla neden geriye döndüğünün taraflarca aleni olmadığı ise aleni. Önceki iki bölümde, Türkiye’nin kolektif olarak güçlü toplumlaşması için bir zorunlu gereklilik olan ayrışma sonrası ötekileştirme sürecinden çıkamadığına da değinmiştim. Çözümlerin birincil hedefi olarak da kilit önemde olduğu için bu ülkedeki ötekileştirme meselesine biraz daha yakından bakalım. Zira çok sancılı ve acılı 2021 yılı ile birlikte Türkiye’nin toplumsal gelişim serüveninde bir dönemin kapanıp kapanmayacağını belirleyecek olan da birincil olarak bu sorunla ne şekilde baş edileceği. KENDİ İLE ÖTEKİLERİNİN SİMBİYOTİK BAĞIMLILIĞI Her ötekileştirme sürecinin ortak bazı özellikleri var. Ne yazık ki bunlar ana akım akademiye egemen olan ve yaygın popüler kullanımlarının varsaydıklarından oldukça farklı. Örneğin bu tarihsel sürecin (1) ikili değil, en az üç özneli; (2) simetrik değil, asimetrik; (3) tek düzlemli değil, çok katmanlı; (4) yatay değil, dikey; ve (5) elbette hiyerarşik, yani nesiller arası aktarımlı ilişkiselliği mutlaka dikkate alınmalı. Bu da Türkiye’de ötekileştirme sorunsalının kavranmasını da aşılmasını da çok daha çetrefilli hale getiriyor. Öncelikle bu beş açıdan ön kabullerin her düzlemde çok daha dikkatle irdelenmesini ve çözümlemelerin de ona göre yapılmasını gerektiriyor. Çünkü, paydaşların niyetleri her ne olursa olsun, aldıkları siyasi kararları onlar da yönetilen halkın çıkarlarını doğrudan etkiliyor. Üstelik sonuçlarını da kendi arzulamadıkları yönlerde bile belirleyebiliyor. Zira, Cumhuriyet toplumunun en başından bir melez özne-öncülü yenidoğan yapısal oluşum olarak modernleşmekte olduğunu da yazdım. (bkz. 1) Hatırlamak gerekirse, iki öncül öznesi  - yani içselleştirdiği babacıl ve anacıl örnek rol modelleri-  şunlar: Bir öncül öznesi; modern devlet rejimi, toplumsal kurumsal yapılanması, Yahudi-Hristiyan vicdani değerleri, Rönesans sonrası kültür-sanat ve kentleşmiş sosyal yaşam biçimi, Reform sonrası Aydınlanmacı seküler bilimsel eğitimi ve erken gelişmiş teknolojik sanayisi ile Avrupa. Diğer öncül öznesi; İslami vicdani değerleri, “yüksek kültür-sanattan” uzak ve kırsal yaşam biçimi, okuma-yazması düşük ve geleneksel din eğitimli, mutaassıp, Anadolu topraklarında dünyaya kapalı kalmış veya çoğunlukla Avrupa’dan göç ettirilmiş Osmanlı. Başka bir deyişle ilki, misyoner kurtarıcı, sömürgeci yayılma, emperyalist bulaşma, sanayileşme, modernleşme ve elbette demokratik özneleşme süreçlerine Cumhuriyet’ten çok önce başlamış Batı. İkincisi, onun kendi kimliği, iyi hissetmesi ve bütüncüllüğü için yüzyıllardır öteki-leştirdiği, kendi varlığını kötü hissettirdiği için de dış-ladığı, dişilleştirdiği, edilgenleştirdiği, dilsizleştirdiği Doğu. Doğuculuk/Batıcılık literatürüne hakim olanların da gayet iyi bileceği gibi, tarihsel gerçekler asla böyle homojen değildir. Konjonktürel koşullara bağlı olarak ve parça imgelemlerin, söylemlerin ve eylemlerin etkileşimsel dinamiklerine göre değişkendir. Fakat bu akışkanlık da aynı literatürün tedavülündekinden çok daha dinamik ve çeşitlidir. Çünkü, kolektif imgelemleri böyle ikicil ve kutuplaştırıcı stereotipik kalıplar olarak yeniden-üretenler de zaten akademiye egemen ve eleştirileri ötekileştiren bilimci ve siyasi söylemlerdir. Bunu da öncelikle tarihi, tarih-dışı ve dondurarak okumaları ile yaparlar. Daha da önemlisi, maddi tarih ile muhayyel olanın arasına dilleri ve sosyal temsilleri ile girerler. İster modernist-evrenselci, ister postmodernist-parçacı, ister postsömürgeci-yerlici ve millici, ister anti-emperyalist yerelci ve ulusalcı olsun, hepsi özcü ve diğerine (karşıt-) bağımlı, reaktif ve kısmi! TÜRKİYENİN ÖNCÜL ÖZNELERİ VE ÖZNE ÖNCÜLÜ Nitekim salt bu bakımdan bile, Türkiye toplumunun öznelliğine ilişkin, özellikle de özgürleştirici ve özerkleştirici yönde dönüştürücü kuramsal bilgi, siyasa ve toplumsal pratikler daha özenli sosyogenetik-ontogenetik analizleri zorunlu kılar. Kurtuluş savaşının varkalım travmasını, Atatürk’ün Cumhuriyet için tahayyülleri ve çağdaşlaşma vizyonlu devrimleri izledi. Devletin bekasına ve ulusun bütünlüğüne karşı tehditkar algılanan farklı eylem, söylem ve imgelemler egemen rejimin eylem, söylem ve imgelemlerince bastırıldı. Başka bir deyişle, Cumhuriyetin  kuruluşunda ve kaotik karmaşada yenidoğanın varoluşu açısından zorunlu bir gereklilik olarak  kendi, iyi, iç” ve öteki, kötü, dış” ayrıştırıldı. Toplumsal inşa yıllarındaki arzulanan öteki öncül özne (modern, ilerici, bilimci, vb Batı) hayranlıkla örnek alındı. Diğer yarık, yani onun nesillerden beri tarihsel ötekisi olarak, arzulanmayan öteki öncül özneye (geleneksel, gerici, dinci, vb Doğu) ait olanlar toptan ve ayrıştırılmadan bilincin dışına itilip yok sayıldı. Dolayısıyla yansıtımsal özdeşim pazarlıkları “hayali Batı” ile modern yaşam biçimi, iktisadi kalkınma, bilim-teknoloji-sanayide ilerleme, vb. söylemleri üzerinden oldu. “Hayali Doğu” ile aynı mekanizmalı özneleşme ve özerkleşme çabaları  ise sekülerleşme, geleneksel yaşam biçimi, yobaz dinci muhafazakarlık, vb. söylemleri ile çekişmelerle yapıldı. Nitekim her ikisi ile müzakere süreçleri bugüne kadar başarı ile atladılamadı. Dahası popülist siyasetlerle muhtelif türden travmatik darbeler ile sekteye uğradı ve demokratikleşme süreci ketlendi. Zaten özneleşmeye, özerkleşmeye ve özgürleşmeye sürekli direnç gösterildiği için emekleme döneminde takılı kalındı. PARÇALI İMGELEMLER VE SÖYLEMLER Hem öncül öznelerden, hem de kendi aralarındaki ayrışma Atatürk’ten sonraki sıcak savaş yıllarında da sürdü. Soğuk savaş döneminde çok partili rejime geçiş, NATO üyeliği, AB başvurusu, vb. ile birlikte, 1980’lere kadarki otuz yıllık popülist siyaset döneminde parça siyasi söylemler daha belirginlik kazandı. Türkiye’nin demokratikleşme anlatısını kuran kolektif parça imgelemleri ve siyasi söylemleri için bir “soy ağacı” şeması da vermiştim. (bkz. 1) Şimdi de bu temel matriksi o şemadaki  çokgen Türkiye imgesinin iç, yani öncül öznelerinden içselleştirdiği, dört parça kümeleri olarak düşünelim. Hatta yer ve zaman tasarrufu açısından 2 X 2 lik bir tablo ile de özetleyeyim ki daha kolay olsun yerleştirmek:
             OLUMLU               OLUMSUZ
ÖTEKİ Neoliberalizm İlerici Batıcılık Özgürlükçü Sol Emperyalizm
KENDİ Kemalizm Ulusalcı Laiklik Milliyetçi Sağ Gerici İslamcılık
Özetle, 1980 sonrasındaki otuz yıllık dönemde ise bu parça söylemler postmodern küyerelleşme ve özcü kimlik siyasetleri ile, kendi “olumlu/olumsuz” ötekilerini belirledi. Görünmez olan veya yok sayılanlar da ötekileştirme söylemine büründü. Böylece dil ve meşruiyet kazandı. İç çeşitliliği her yönden yüksek, karmaşık ve gelişmemiş toplumun kolektif bilinçdışında barındırılan ve birikmiş çatışmalı ve çözümlenmemiş meseleleri gün yüzüne çıktı. Anayasa referandumunu izleyen son on yılda bölünmeler derinleşti. AKP’nin son döneminde ise iktidarın “dışardan” değil, “içerden” hançerlenerek yaralanması ile birlikte, siyasi varoluşu konusu yok olma endişesine ve kuşkuculuğa dönüştü. İktidarın aktif, muhalefetinse pasif saldırgan ve popülist kutuplaştırma söylemleri ile ötekileştirme bir siyaset aracı halinde geldi. Sonuç olarak, Türkiye kuruluş yıllarından bu yana çözümlenmeden ötelenmiş bütün sorunları, rövanşist kin duyguları ve ilkel imgelemleri fantazmik olarak artırılmış gerçeklikleri ile artık yüz yüze. Ötekileştirme meselesini ancak bunlarla yüzleşerek ve matriksteki tüm söylemlerin diyalojik uzlaşmaları ile aşabilir. Bu da siyasi parti liderlerinin somut anlamda veya aynı fotoğraf karesinde yan yana gelmeleri ile olmaz. Ortak adayda uzlaşıp veya oy güçlerini birleştirmeleri ile olmaz. Öyleyse bu yılı ve yazıyı bir kaç son not ile kapatalım:  Bu parçalı söylem ve imgelemler Türkiye’nin farklı dönemlerinde bazı siyasi partilerce daha çok örtüşebilmiş veya temsil edilmiş olabilir. Fakat artık hiçbir tarihsel döneminde olmadığı kadar farklı kimliksel söylemler ve insani gereksinimler doğrultusunda paramparça ve dağılmış durumda. Başka bir deyişle, son derece akışkan. Partilerin geniş demokratik ittifak etrafında birleşmeleri iktidarı devirmek için değil, şeffaf bir toplumsal sözleşme ile bütüncülleşme amaçlı olmalı.  Önerecekleri program da dört temel söylemi ve onların kendi iç fraksiyonlarını da kapsamak ve kollamak durumunda. Toplumun salt siyasi partileri ile değil, tüm yurttaşları, kurumları ve sektörleri ile bütüncül bir varlık olarak bu toplumsal matriksi eşgüdümlü yönetmesi elzem. Tüm siyasi, iktisadi, sanayi, toplumsal, hukuki, kültürel, ahlaki, felsefi ve bilimsel alanlarda “kendi, olumlu ve içi”  ile “öteki, olumsuz ve dışı” arasında ötekileştirme sarmalındaki takıntısından kurtulmak zorunda. O halde biz de, yeni yılda, yeni ve daha güzel bir dönemde, yeni yazılarla buluşmayı umalım. ---
  1. https://www.politikyol.com/alternatif-bir-turkiyenin-demokratiklesmesi-anlatisi-ix/