Değişim ama nasıl bir değişim? Örneğin kimi CHP liderinin değişmesini yeterli görürken, kimine göre CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşmesi gerekmektedir. Kanımca CHP, “Altı Ok” ile simgelenen temel ilkelerinin günümüz koşullarında ne anlama geldiğini topluma anlatabilmelidir. Değişmeyen tek şey değişimdir sözü her zaman, her ortam için doğru bir betimleme. Ancak bugünlerde her şey peş peşe gelen ağır krizlerle beraber o kadar hızlı değişiyor ki şaşırmamak elde değil. Aslında dünyanın fevkalade özgün bir değişim, dönüşüm dönemindeyiz. Türkiye’de siyasetteki zihniyet ve siyasi aktörler ise bir türlü değişmiyor. İklim krizi yaşıyoruz; iklim değişiyor. Ekonomik kriz yaşıyoruz; ekonominin aktörleri değişiyor, istemese de değişmek zorunda kalıyor. İç ve dış göçler sonucu insanlık tarihinin en büyük mülteci, sığınmacı krizi yaşanıyor; ülkelerin demografisi değişiyor. Her yerde Covid-19’un tetiklediği sağlık krizi var; gelişmiş ülkelerde bile insanlar ambulansa, acil servise, yoğun bakıma, sağlığa ulaşamıyor. Evrensel, toplumsal düzeyde bütün bu krizlerin derinleştirdiği bir yönetim krizi yaşıyoruz ve elimizdeki kurumlar ki özellikle siyaset ve özellikle ülkemizdeki siyaset bunları çözmeye muktedir olamıyor. Bu şartlarda nasıl ayakta kalacağız, elbette endişe ediyoruz. Önceki yazılarımızda sıkça vurguladığımız üzere bu krizler Tarım Devrimi ile başlayan ve yeryüzüne damgasını vuran Androposen Çağı’nı geri gelmemek üzere sonlandırıyor. Tarihin tekerrür etmeyeceği zamanlardayız ve yepyeni bir döneme yelken açmaktayız. Şimdiye kadar Tarım Devrimi ve onun uzantısı Sanayi Devrimi ile geliştirdiğimiz tüm çözüm aletleri, yöntemleri bu krizleri çözmekte yetersiz kalıyor. Ayrıca bizi biz yapan her şey; meslekler, kurumlar, sistemler, değerler krizde ve değişiyor. İnsanlık her zaman yaşadığı krizleri aşmak için bilim ve siyaset gibi iki önemli araçtan yararlandı, ortak üretimle yaptığı inovasyonları toplumsal hayatına katarak acımasız dünyada ayakta kaldı. O halde önümüzdeki zorlukları da yine bilimsel metodoloji kullanarak ve uygun politika araçları üreterek aşacağız. Yani içine girmekte olduğumuz zaman dilimini, Tarım Devrimi’ne atfen “Bilim Devrimi” çağı olarak tanımlayabilir ve bu zamanda yapılması gereken siyaseti “Bilim Siyaseti” olarak adlandırabiliriz. Bu tanımlamanın bugünün konuları olan Siyaset Bilimi veya Bilimin Siyaseti ile ilgisi yoktur. Ne olduğu, nasıl olması gerektiği kurumlarıyla, değerleriyle zaman içinde ortaya çıkacaktır. Ancak zamanın ruhuna uygun biçimde bilime, sürekli inovasyona dayanan, halkın taleplerine hızla çözüm üreten, demokratik, katılımcı, paylaşımcı, hesap verebilir, şeffaf bir yönetim ve siyaset anlayışı olacağı açıktır. Krizlerle seyreden, değişken, belirsizliklerle dolu, karmaşık ve muğlak bir dönüşüm çağının tam ortasındayız ve bireyler, kurumlar olarak ister istemez değişeceğiz. Yani başlığımızda ilk sorunun cevabı olarak mecburiyetten değişeceğiz. Ben en ağır krizin ülke yönetimlerinde ve siyasette yaşandığını düşünüyorum. Yani özgürlükçü demokrasiler olsun veya otoriter rejimler olsun bunların tamamı krizde. Kriz üretmek konusunda biri diğerinden daha üstün değil. Ege ve Akdeniz sularında boğulan çocuklar Batı medeniyetinin krizinin en bariz delili değil mi? Yeni bir medeniyet inşasına ihtiyacımız olduğu çok açık. Üstelik daha önceki kriz dönemlerinde olduğu gibi bu sefer büyük savaşlarla bu krizlerden çıkmak mümkün değil. Bunun en güzel kanıtı Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla ortaya çıkan durum. Şu anda Rusya savaş öncesine göre hiçbir bakımdan daha iyi konumda değil. Aslında bunu ABD’nin Vietnam, Irak, Afganistan savaşlarından da biliyoruz.
Türkiye’de muhalefette tepeden tırnağa değişim ihtiyacı son derece bariz hale gelmiştir. Kurulmalarının üzerinden bir hayli süre geçmesine rağmen toplumda bekledikleri karşılığı bulamayan Altılı Masanın tüm bileşenlerinin çok ciddi bir değişime ihtiyaçları olduğu açıktır.
Ülke yönetiminde değişim yapmak, siyasette dönüşümün taşıyıcısı olmak iktidardaki oluşumlar için pek kolay değildir ve onlardan beklenmemelidir çünkü en azından rutinde sürdürülmesi gereken bir sürü iş vardır. Şöyle düşünün eski bir binayı içinde yaşarken mi daha kolay yenilersiniz; yoksa içi boşken mi? İşte seçimler muhalefete eskiyi yenileme şansı verir ve bu temel nedenle değişimin motoru muhalefet hem de ana muhalefet olmalıdır. Bu yüzden de toplum değişimi öncelikle ana muhalefet partisi olan CHP’den beklemektedir. CHP’nin yaklaşan yerel seçim nedeniyle ikbal peşinde olan yerel yöneticilerini ve delegelerini elinde tutan Kılıçdaroğlu ve parti oligarşisi ise değişim çağrıları ile adeta alay etmektedir. Kimbilir, belki de zamanın onlar için olduğu gibi toplum için de takılı kaldığını ve biz seçmenlerin hala gidip tıpış tıpış kendilerine oy vereceğimizi düşünmekteler. Onları bu kolaycılığa yönelten başlıca neden yine içinde yaşadığımız ağır kriz ortamıdır. Siyasal İslam zihniyeti ile Türkiye gibi karmaşık bir coğrafya ve toplumun layıkıyla yönetilemeyeceği zaten bellidir, bir de üstüne üstlük krizler ardı arkasına gelmekte ve iktidar bırakın ekonomiyi, orman yangınlarını, salgın ve sağlık krizini, depremi; basit sorunların bile üstesinden gelememektedir. İşte muhalefet burada büyük bir yanlış yapmakta ve sadece iktidarın hata ve noksanlarını saymayı politika üretmek olarak görmektedir. Altılı Masa’nın eksiği gediği çok konuşuldu, tekrara gerek yok. Ancak aylarca üzerinde çalışılan 2300 maddelik mutabakat metninin eklektik, bir bütünlük içermeyen, vizyon yoksunu, her kesime bol keseden mavi boncuk dağıtan, oradan buradan toplama bir çalışma olduğu ve siyasi bir belge hüviyeti taşımadığı kanısındayım. 2300 maddenin hepsi uygulanmaya kalkılsa ABD bütçesinin en az 10 katı harcama gerekeceği bir bakışta anlaşılır. Zaten ne akademik ne de toplumsal düzeyde bir heyecan yaratamamıştır. Bu konuya bir diğer örnek böyle karmaşık bir dünyada yaşarken muhalefetin dış politika konusundaki vizyonsuzluğudur. O halde Türkiye’de muhalefette tepeden tırnağa değişim ihtiyacı son derece bariz hale gelmiştir. Kurulmalarının üzerinden bir hayli süre geçmesine rağmen toplumda bekledikleri karşılığı bulamayan Altılı Masanın tüm bileşenlerinin çok ciddi bir değişime ihtiyaçları olduğu açıktır. HDP ve Kürt siyasetinin aktörleri zaten bunu kendileri dile getirdiler. Altılı Masa’nın bileşeni olmayan ve kendini “Sol” olarak tanımlayan partilerin etki alanlarının çok sınırlı olması kamucu politikaların çok öne çıkacağının öngörüldüğü önümüzdeki dönem için kanımca bir talihsizliktir. Yani onlar da değişen koşullara göre ideolojik pozisyonlarını, hedef kitlelerini, halkla bütünleşme ve eylem biçimlerini gözden geçirmek zorundalar. Yapabilirler ve 1960’lardaki gibi tekrar gençliğin, toplumun dinamik kesimlerinin sesi olabilirler mi bilmiyorum.
2300 maddelik mutabakat metninin eklektik, bir bütünlük içermeyen, vizyon yoksunu, her kesime bol keseden mavi boncuk dağıtan, oradan buradan toplama bir çalışma olduğu ve siyasi bir belge hüviyeti taşımadığı kanısındayım.
Değişim ama nasıl bir değişim? Bu soru çok önemli. Çünkü herkesin değişimden anladığı farklı ve kişiler kendisi hariç herkes değişsin istiyor. CHP üzerinden konuşacak olursak, örneğin birisi CHP liderinin değişmesini yeterli görebilirken diğeri CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşmesini değişimin ana unsuru olarak değerlendirebilir. Bu “teknik” bahislerden önce partinin temel zihniyetinin ne olması gerektiği konuşulmalıdır. Kanımca CHP cumhuriyetin ikinci yüzyılında kendini anlamlı bir şekilde var etmek istiyorsa öncelikle ataerkil otoriter zihniyeti bütünüyle terk etmeli. Altı Ok ile simgelenen temel ilkelerinin günümüz koşullarında ne anlama geldiğini ve halka nasıl yarar sağlayabileceğini ve daha da önemlisi bunları hangi taşıyıcı aktörlerle nasıl gerçekleştireceğini topluma anlatabilmeli. Artık 20. Yüzyılda değiliz ve ihtiyaçlar tamamen farklı.
Dünya ve Türkiye siyasetinde değişimi bundan sonra daha çok konuşacağız, çünkü siyasette değişim ihtiyacı kolay bitmeyecek; belki de en geriden gelen değişim olacak. Bu konularda bilen bilmeyen, okumuş okumamış, ağzı olan herkes beklentilerini ve çözüm önerilerini içtenlikle dile getirmeli.
Ben genel olarak demokrat zihniyeti benimsemiş, böylece toplumu da demokratik dönüşüm konusunda kolayca ikna edebilecek, bağlantısal bütünsellik prensibini içselleştirerek tüm sorunlara bu çerçevede yaklaşım yapabilen, küresel vicdanın taşıyıcısı, kimseyi, hiçbir varlığı ötekileştirmeyen, yaşamdaş, Bilim Devrimi çağına uygun Bilim Siyaseti icra eden bir parti hayal ediyorum. Bu partinin lideri ve tüm kadrolarının siyasette inovasyona önem ve gönül vererek siyasetteki değişimin önündeki en önemli engellerden birisi olan Siyasi Partiler Kanunu’nun boğucu şartlarını yok hükmüne getireceğini düşünüyorum. İlaveten toplumlardaki inanılmaz hızlı değişime karşın hala siyasette liderin önemli olduğu kanaatindeyim. Liderin de dijital çağda liderlik kavramının tüm gereklerini yerine getirebilecek, yani demokrat, paylaşımcı, şeffaflığa, sürdürülebilirliğe, hesap verilebilirliğe, işbirliğine önem veren bir kişi olması lazım. Bu vasıflarının yanı sıra ülkeyi temsil kabiliyeti ve karizma da gerekir ki, ABD, Çin, Rusya, AB liderlerinin karşısına güvenle oturabilsin, ülke menfaatlerini layıkıyla savunabilsin. CHP bütün bunları yapabilecek ve toplumun ümidi olabilecek mi, bilmiyoruz. Bugünkü parti başkanı, yönetim kadrosu ve zihniyeti ile zor. Dünya ve Türkiye siyasetinde değişimi bundan sonra daha çok konuşacağız, çünkü siyasette değişim ihtiyacı kolay bitmeyecek; belki de en geriden gelen değişim olacak. Bu konularda bilen bilmeyen, okumuş okumamış, ağzı olan herkes beklentilerini ve çözüm önerilerini içtenlikle dile getirmeli. Çünkü yaşamakta olduğumuz dönem çok farklı, çok özgün. Bizden önce bu dünyadan gelip geçmiş 110 milyar insanın deneyimlerinin belki de bize en az yarar sağlayacağı bir zaman dilimi bu. O nedenle doğruyu bulana kadar çok duvara toslayacağız, sorun üstüne sorun ve bunalım yaşayacağız. Ben yine de değişmiyor görünüp her zaman bir şekilde ayakta kalmasını, değişip yeniye uyum sağlayarak kendisini var etmesini bilmiş bu toprakların insanına güveniyorum. Ekonomi ve yönetim başta, içinde yaşamakta olduğumuz krizlerden ve olumsuzluklardan sadece güçlenerek değil; yeni bir medeniyetin inşasına öncülük ederek çıkacağımıza yürekten inanıyorum.