Yenilgi bir son değil ve her zaman yenilebiliriz. Hepimiz biliyoruz ki yenilginin altından kalkmak için “günah keçileri”ne değil, bizi gerçeğe ulaştıracak doğru sorulara ihtiyacımız var. “Bir dikili ağacın bile yok yeryüzünde Ama bir yurdun var sevilecek!” 20 Haziran 1997’de sonsuzluğa yelken açan Cahit Külebi’nin anısına saygıyla. 14 Mayıs seçim sonuçlarına ilişkin tartışmalar giderek kişiselleştiriliyor. İktidarın, muhtemelen kendilerinin de bu kadar rahat olacağını hesap edemedikleri bir sonuç almış olması ve buna mukabil Kılıçdaroğlu’nun önderliğindeki muhalefetin yaşadığı hüsran, ille de bir ya da birkaç kişiye fatura edilmek isteniyor. İşleri kolaylaştırır ve farkındayım; büyük sorumlulukları var ama ben “günah keçisi” yaratılması taraftarı değilim. Onun yerine nedenlerini araştırmak, niçin sorusunun cevabını aramak, seçim ve iletişim stratejilerinin hangi veriler üzerine kurulduğunu soruşturmak gerektiğine inanırım. Bu soruların cevapları, elbette bizi sürecin müsebbibine götürür. Muhalefetin yaşadığı hüsranın, CHP açısından daha da travmatik bir sonuca işaret ettiğini görüyoruz. Hemen herkesin Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağını, meclis çoğunluğunu muhalefetin alacağını tahmin ettiği seçim sonucunda CHP, kendi listelerinden seçtirdiği 37 vekil ile kesinlikle karşı olduğu muhtemel bir anayasa değişikliğine fiilen destek verir konumda bulunuyor olması, bu travmanın etkisini daha da derinleştiriyor. Abdullatif Şener’in ifşaatlarını da eklerseniz açılan yara hem daha da derinleşiyor hem de yara iç kanamaya dönüşmüş riski taşıyor. YAŞADIKLARIMIZI SAKLAMAK OLMAZ Mesel bu ya kim bilir kimden aldığı bir deveyle çölde yol alan bir derviş, adamın tekine rastlar. Yaklaşınca adamın perişan hâlini görüp, sorar: “Hayırdır, ey insanoğlu ne bu hâl?” “Su” demiş bitkinlikten dili boğazına yapışmış adam, “ne olur bir yudum su”. Derviş, matarasındaki suyu adama vermek üzere deveden iner. Adam sudan birkaç yudum alıp, kendine gelince aniden deveye atlar ve hızla uzaklaşır. Derviş şaşkındır; arkasından bağırır: “Ey insanoğlu, deve senin olsun, heybede de yeterince yiyecek var ama sakın ola bu yaşadıklarımızı kimseye anlatmayasın.” Bu kez şaşırma sırası bedevidedir; geri dönüp sormuş: “Deveni çaldım, dert etmiyorsun; suyunu, ekmeğini aldım önemsemiyorsun ama yaşadıklarımızı başkasının duymasını istemiyorsun öyle mi?” “Evet” demiş derviş. “Peki neden?” diye tekrar sormuş deve hırsızı. Derviş demiş ki: “Sen benim saflığımdan faydalanıp aldattın; aldanmış olmam benim kişiliğimi anlatır. Ama bu olay duyulursa bundan sonra çölde gerçekten susuzluktan kırılmak üzere olan birinin yardım çığlığına kimse kulak vermez. O yüzden anlatma.”
CHP, ilk kez seçim kaybetmiyor ama bu kez travma büyük ve derin görünüyor; o hâlde bunun bir müsebbibinin olması gerekir. Kimdir müsebbibi? Adaba uyup sofrayı kuran mı? Oturduğu sofranın adabını bilmeden nobran davrananlar mı?
Biz bu meseli öğrendiğimize göre arsız hırsız olup biteni kimseden gizlememiş. Hem zaten gerçeklerin er ya da geç su yüzüne çıkma huyu olduğuna göre hiçbir gerçek uzun süre gizlenemez. HALİL İBRAHİM SOFRASI GÜZEL DE… Aynı şey su verip iyilik yapmak isterken, devesinden olmuş meseldeki dervişe benzeyen CHP için de geçerli. Millet İttifakının diğer ortakları, iktidar olabilme olasılıklarını kaybettiler ama esasen kazançlı görünüyorlar. Bir çalkantı içinde olsa da İYİ Parti Genel Başkanı aday belirlenmezden önce “kazanacak aday” vurgusu yaptığı için sorumluluğu üzerinden atıyor. Aldığı yüzde 9.9 oyla çıkardığı 44 milletvekilliğiyle bir önceki seçime göre bir kayıp yaşanmadığı görülüyor. İttifaka dahil olmasalardı adları sanları anılmayacak olan DEVA+GELECEK ve bunlarla işbirliği halinde olan SP de, gösterdikleri performansla başarılı olarak değerlendirilebilir. Nihayetinde üç vekil daha bulabilirlerse iki ayrı grup kuracak kadar vekilleri bulunuyor. Kılıçdaroğlu’nun kurduğu “Halil İbrahim Sofrası”’nın hâli bu… Bilen bilir; Anadolu’da misafiriniz gelmişse evinizde ne var-ne yok önüne korsunuz; misafiriniz sofra geleneğini biliyorsa önüne konulanı bitirmeden sofradan kalkar ki o sofrayı hazırlayanlar da arta kalanlardan faydalansın. Seçim sonrasında oluşan “infial”den de anlaşılıyor ki “misafirler”in nobran davranışı, hep alıp, hiçbir katkıları olmamış olması, CHP’lilerin gururunu kırmış; moralini bozmuş. CHP, ilk kez seçim kaybetmiyor ama bu kez travma büyük ve derin görünüyor; o hâlde bunun bir müsebbibinin olması gerekir. Kimdir müsebbibi? Adaba uyup sofrayı kuran mı?
Yeni bir seçime doğru giderken öncelikle seçmenin bu sofraya neden itibar göstermediğini araştırıp bulmak, yaşadığımız yenilginin nedenlerini yerli yerine oturtmak gerekmez mi?
Oturduğu sofranın adabını bilmeden nobran davrananlar mı? Hem “sofranın sahibi”nin hem de “sofranın misafirleri”nin kusurunu kullanarak seçmenin duygularını istismar eden iktidarı elinde tutanlar mı? Örgütlenme modeli, çalışma tarzı ve mücadele anlayışı neye dayanıyor? Yeni bir seçime doğru giderken öncelikle seçmenin bu sofraya neden itibar göstermediğini araştırıp bulmak, yaşadığımız yenilginin nedenlerini yerli yerine oturtmak gerekmez mi? Biliyorum; bu ülkenin yüzde 48’i, Nazım’ın dizeleştirdiği üzere “hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin/ bir şarkı söyler gibi ölebilir…” Bu gerçeklik kişileri, isimleri tartışmaktan çok daha önemlidir; zira bazıları “dikili ağaç” peşinde koşuyor olabilir ama tıpkı yazının başına aldığım Cahit Külebi’nin şiirinde dediği gibi “sevilecek bir yurdumuz var”. Yenilgi bir son değil ve her zaman yenilebiliriz. Hepimiz biliyoruz ki yenilginin altından kalkmak için “günah keçileri”ne değil, bizi gerçeğe ulaştıracak doğru sorulara ihtiyacımız var.