Afganistandaki kadınlarla Türkiyedeki kadınların arasındaki mesafenin sadece 12km olabileceğini zannetmeyin. Toplumsal cinsiyet temeli apartheid rejimi” sanıldığından daha bulaşıcı olabilir. Geçen haftaki “Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Afganistan” başlıklı yazıma ilişkin hatırlatmalarla ve gelen tepkilerle başlayayım. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nin Afganistan’a ilişkin açtığı soruşturmaya devam etme kararının ardından, 2003 yılından bu yana Afganistan topraklarında işlenen olası soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları konularında bilgi, belge ve delil toplamaya devam eden UCM Savcılığı, çalışmalarını özellikle ülkedeki kadınların yaşadığı ihlallere yoğunlaştırdı. Türkiye’den Eşitlik için Kadın Platformu hem yayınladığı açıklamayla, hem de konu hakkındaki Birleşmiş Milletler raporunu hazırlamakla görevlendirilen Feridun Sinirlioğlu’na hitaben yazdığı mektupta, bugün itibariyle Afganistan’daki kadınların okula gitme, çalışma, spor yapabilme, şarkı söyleme, parka, pikniğe, kuaföre ya da camiye gitme hakkı bulunmadığını;  taksiye veya arabaya binme, hastaneye gitme, araba kullanma gibi eylemleri ise yalnızca yanlarında bir erkek varsa yapabildiklerini; ayrıca tek başlarına 72 kilometreden uzağa seyahat etmeleri de yasak olduğunu hatırlatmıştı. Yazımı, bizdeki durumla Afganistan’daki durum arasında uçurum mu var sorusuyla bitirmiştim. Yazıma gelen tepkilerden önemli bir kısmı bu 72km meselesine takılmış. Afganistan iktidarını temsil eden Taliban rejimi, gerçekten de bir fetva yayınlayarak bir kadının yanında bir erkek, yani “mahremi” olmaksızın seyahat edebileceği mesafeyi 72km olarak açıklamış. Araştırdım; Türkiye’de de benzer konularda fetvalar var. Türkiye’deki durum biraz daha “liberal”, zira bir kadının Türkiye’de başında mahremi olmaksızın gidebileceği mesafe 84km olarak açıklanmış. Durum anladığım kadarıyla “bir kadının yanında mahremi olmadan üç günlük mesafeye yolculuk yapması helâl olmaz” hadisine dayanıyor. “Üç günlük mesafenin” kaç km olacağı üzerine fetva vermişler aslında. Bu hadisin, “sahih” bir hadis olup olmadığını, gerçekten de böyle bir yorumun 21.yy’da etki doğurması gerçekliğini konunun uzmanları tartışabilir; ben bilmiyorum, doğrusu bilmek de istemiyorum. Sadece, 7.yy teknolojik ve güvenlik koşullarında söylenen bir sözün nasıl olup da yüzlerce yıl sonrasını bağlayabildiğinden ayrı olarak, hiç kimsenin “günümüzde üç günde uçakla dünyayı üç defa dolaşabiliyoruz, o yüzden böyle sınırlamalara artık gerek yok” yorumu yapamamasına şaşırıyorum.
İstanbul Valiliğinin halka açık deniz ve sahil kenarlarında, plaj, park, piknik ve mesire alanlarında alkollü içki tüketimini yasaklama kararını bir de bu açıdan değerlendirelim bakalım, Afganistanla Türkiye arasındaki mesafe azalıyor mu görelim.
Afganistan’daki kadınlarla Türkiye’deki kadınların arasındaki mesafenin sadece 12km olabileceğini zannetmeyin. “Toplumsal cinsiyet temeli apartheid rejimi” sanıldığından daha bulaşıcı olabilir. Mesela İstanbul Sözleşmesi’nden tek imzayla çıkarken, Anayasadaki temel hakları tartışma ya da referandum konusu yapmaya çalışırken, kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet alabildiğine devam ederken, çocuğun cinsel istismarı hükümlüleri cezaevlerinden salınırken, Medeni Kanun’un nafakaya ilişkin hükümlerinde değişiklik talep ederken bu apartheidin taşları da döşeniyor olabilir. İstanbul Valiliği’nin halka açık deniz ve sahil kenarlarında, plaj, park, piknik ve mesire alanlarında alkollü içki tüketimini yasaklama kararını bir de bu açıdan değerlendirelim bakalım, Afganistan’la Türkiye arasındaki mesafe azalıyor mu görelim. Yazın havaların 35 derece seyrettiği dönemde, şöyle serin bir deniz kenarında, güzel bir mesire yerinde, bir ağaç altında artık soğuk bir bira keyfi yapamayacaksınız, zira Kabahatler Kanunu çerçevesinde para cezası sizi bekliyor. Sebebi, “içip içip kadınları rahatsız edenler” olarak açıklandı. O Kabahatler Kanunu’nda içip içip sağı solu rahatsız edenlere yönelik hiçbir hüküm yok sanki, o yüzden toptan yasakladılar, bitti gitti. Yaklaştık mı? Ürün başına %300 vergi uygulayınca, alkol tüketimini “serbest” kılmış da olmuyorsunuz, aslında vatandaştan bir çeşit “yaşam tarzı vergisi” almış oluyorsunuz. Laik bir devlette, mesela camiye gidenden de gitmeyenden de aynı vergiyi alıp camilerin her türlü masrafını bu vergilerle karşılayıp, bunun karşısında kilisenin, havranın, hatta cemevinin su parasını kendi cemaatine ödetmekle de “laik” olmuyorsunuz. Devamı gelir, 12 km mesafe kapanır, hatta öteye geçilir, merak etmeyin, ama bir şeyi net söyleyeyim, bu konuları UCM çözemez, ancak Türkiye’nin insan haklarına bağlı hem din özgürlüğünü savunan hem laik ve demokratik tavır sahibi insanları çözebilir. Çalışırsak olur!