Yaratıcılık ve özgürlük, ancak neye tutunduğunu kritik edebilen insana verilen bir armağandır. Şimdi neyse tuttuğunuz ve tutunduğunuz bir bakın ve eğer ellerinizi acıtıyorsa bırakın, gitsin! Bir embriyo, rahmin iç yüzeyine tutunuyorsa büyümesini sürdürür ve bir insan ancak bu ilk adımdan sonra gelişimsel yolcuğuna başlar: Henüz bir kök hücreyken öğrendiğimiz ilk eylem, tutunmaktır. ‘Tutunursan hayatta kalırsın.’ yargısı o günden hafızalarımızda yer etmiş olmalı. Yer çekimiyle toprağa tutunuruz önce, sonra ailenin verdiği güven hissine tutunmak isteriz. Dine, ahlaka, hedeflere tutunmak hatta bir maddeye tutunmak kolay gelir daha sonraları. Gençliğimize tutunmak isteriz, kırışıklıklar yüzümüzde belirmeye başlayınca solmaya yüz tutan bir gül gibi mahzunlaşırız. Bir de durduğumuz yerde başarı elde ettiğimizi varsayıyorsak, ipleri daha iştahlı kavrarız. İnsanın yaptığı en kötü tutunma geçmişe yöneliktir. Geçmişi kötüye kullanmak diyorum buna ben. Huyumuzdur geçmişi idealize etmeyi severiz biz insanlar. Ah nerede o eski aşklar, eskiden böyle değildi demeler, geçmişi kendi süzgecimizden geçirerek yorumlamalar, bir de o hikâyeleri yeniden yazmaları ne çok yaparız. Geçmiş kötü olsa da tutunuruz. İyi gitmeyen bizi her gün daha da tüketen ilişkilere tutunuruz bazı zamanlar. Yok olduğumuzu görmeden mutsuzluk denizinde yüzdüğümüze aldırış etmeden boğuluruz azgın dalgalarda. Ama  bir şekilde güvenli bellediğimizden tutunduğumuz yer orasıdır. Hayata tutundukça acımız artar. Bilge kişi sona yaklaştığında artık bırakma zamanı geldiğini hisseder, sınıra doğru ilerlediğini kavrar, bilir. Sınıra az kala yeni bir faza geçeceğini anladığından elinden kaçmak isteyene yol verir. Bırakmama süresini uzattığı her dakika gereksiz acı çekeceğini bilir. Böylelikle kişi dönüşümü kontrol etmeye başlar hem de bırakarak. Aynı koşulu devam ettirmek öyle kolay olmadığından parmaklarımız kızarır, morarır, acır ama devam ederiz tutunmaya. Belki basit bir deney, bu saçmalığa devam ederken neyi kaybettiğimizi anlatabilir: Şimdi elinizi sıkın, öyle sıkın ki sanki bırakırsanız dünyanın sonu olacak gibi. Sonra da açın parmaklarınızı sonuna kadar. Göğe bakarkan elleriniz, içine neler sığdırabileceğinizi düşünün. Bırakmazken seçenek birdir ama elinizi açtığınızda sayısız olasılığı buyur edersiniz. Avucunuz açıksa Zeus’un bereket boynuzu gibi içini türlü türlü verimli şeylerle doldurabilirsiniz. Gençlik gidiyorsa onun gittiğiyle yüzleşmeli, sevgili mutsuz ediyorsa gerçeklerin gözünün ta içine bakıp tutunmaktan vazgeçmeli. Çalışıp didindiğimiz işimiz, başarımız şekil değiştirmek istiyorsa bırakmalı. Geçmişe tutkulu şekilde bağlanmaktan vazgeçmeli. Geçmişin ahlakı en iyi ahlak değildir, geçmişin anıları dünyanın en güzel anıları değildir. Özgürleşme geçmiş ile vedalaşma ile mümkündür. Hayatın ağır aksak ritmi, tutunma ve bırakmak eylemleri arasında yaşanır. Yaratıcılık ve özgürlük, ancak neye tutunduğunu kritik edebilen insana verilen bir armağandır. Şimdi neyse tuttuğunuz ve tutunduğunuz bir bakın ve eğer ellerinizi acıtıyorsa bırakın, gitsin!