İçsel sıkıntı ve kaygının işleyişindeki süreçte neler olur: Bu hisler ile bir şeylerin ters gittiğini akla getirir. Bizi çevremizdekilerden nesnelerden ve insanlardan uzaklaştıran, yalnızlaştıran bir süreç başlar. Sorular döner durur, ne olmak istiyorsun? İşte bu andan sonra gelen kendine yönelik bir eylemi seçmedir ya da seçmeyerek umutsuzluğa gömülme arasında kalma anıdır. Böyle bir başlıkla kötü bir temennide bulunduğumu düşünebilirsiniz. Oysa bu duygular kendimize doğru çizdiğimiz doğrunun başlangıç noktası olabilir. Kaygı insana eşlik eden varoluşsal bir duygudur. Fakat biz korkuyla karışık kuruntulu bir hal içerisinde olmayı istemeyiz. Kaygılanmaya başlayıp içimizde anlamlandıramadığımız bir sıkıntı hissettiğimizde hemen bu halleri bertaraf etmeye çalışırız. Bir an önce yapılması gerekeni yapalım, alınması gereken tedbirleri alalım da başımızdaki kara bulutları def edelim isteriz. Yaşam amacı mutlu olmaksa kaygıyla gelen can sıkıntısının en büyük engel olduğunu düşünürüz. Oysa kaygı ve sıkıntı uyarıcı bir işarettir.  Tam da bu noktadaki varoluşcu filozofların atası Kierkegaard’ın sesini duymaya ihtiyacımız var. Kierkegaard, kaygının aslında gelecek olanakların sezinlemesi sonucunda ortaya çıkan bir duygu durumu olarak yorumlar. Yeni seçimler yapmanın zamanı gelmiştir. İçsel sıkıntı ve kaygının işleyişindeki süreçte neler olur: Bu hisler ile bir şeylerin ters gittiğini akla getirir. Bizi çevremizdekilerden nesnelerden ve insanlardan uzaklaştıran, yalnızlaştıran bir süreç başlar. Sorular döner durur, ne olmak istiyorsun? İşte bu andan sonra gelen kendine yönelik bir eylemi seçmedir ya da seçmeyerek umutsuzluğa gömülme arasında kalma anıdır. Sahip olduklarımız, yeteneklerimiz, eylemlerimiz, düşüncelerimiz, hayallerimiz ve daha bir çok şey üzerine düşünürken neyin bize has olup olmadığını kavramaya, anlamaya başladığımızda artık değişimin önünde tek engel eylemlerimizdir. Kendimize ihanet etmeden, kendi merkezimize dönük hareketlerle ya kendimiz seçer ve onu yaratmaya gönüllü oluruz ya da eylemsiz kalıp umutsuzluk denizinde boğuluruz ki böyle kaygı daha da artar. Böyle bir durumda genellikle kendimizi bu düşüncelerden uyuşturacak olanı seçmekle kurtarırız: Bazen dizileri ardısıra izleyerek, bazen bir alkol kadehi içinde kaybolmayı seçeriz. Kierkegaard, tüm bunları bir baş dönmesine benzetiyor. Dipsiz görünen uçurumun derinlerine bakışlarını çeviren insanın, o uçuruma bakmış olmasının ne de talihli bir olay olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ve o baş dönmesinin kendine bakma özgürlüğü olduğunu söylüyor. Hatırlayın iç daralmasını en yoğun yaşadığını anları. Gece kapkaranlık bir ormana atılmışken bunun size siz olmak bir fırsat sunduğunu anladığınız zamanlara bakın. Böylesi varoluşsal krizlerle neyin değerli neyin değersiz olduğunu öğrendik ve kriz sonrası iyi ki demedik mi? O nedenle kaygılanalım hatta sıkılalım ki sonrasında kendimizi seçme cesaretini gösterebilelim. İçinde bulunduğumuz zorundalıkları gözardı etmemiz tabii ki imkansız, ama biz yine de sonsuz seçim özgürlüğünde olan varlıklarız. Yeter ki dar alanda bir küçük pas atarak hikayenizim tümüne değiştirebileceğimizin farkında olalım. Kaygınız ne kadar derinse gözünüze vuran güneş ışığı o denli parlak olur. Siz karar verin, seçin ve eyleyin yeter!