Türkiye Batı ile çok önemli bağlara sahip ve bu bağlar ne normatif ne de pratik anlamda öyle kolay kolay koparılamaz. Ne hayalci Avrasyacılık ne de Rusya-Çin eksenli düşünceler bunun yerini tutamaz. Türkiye Batı’ya bağlı ve bağımlı olsun demiyorum ama Batı olmadan da çok zorlanacağını bilmesi gerek. Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanches Amor’ un Türkiye hakkında yazdığı kapsamlı ilerleme raporu Avrupa Parlamento’da onaylandı. Raporda, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi konularda mevcut durumunda kalırsa Avrupa Birliği’ne hiçbir şekilde üye olamayacağının altı çizildi. Aslında bu vurgu geçtiğimiz yıllardaki raporlara bakınca yeni bir durum değildi. Ancak, Erdoğan hükümetinin 28 Mayıs seçimlerinden sonra oluşan yeni Dışişleri Bakanlığı kadrosu ile AB konularına daha çok eğilmesi nedeniyle, Türkiye’de hem şaşkınlık hem de tepki ile karşılaşıldı. Olayın dahası da var. Birleşmiş Milletler toplantısı için New York’ a doğru yola çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan uçağa binmeden önce yaptığı basın toplantısında ‘gerekirse AB ile yolları ayırabiliriz’ diyerek 18 yıllık tam üyelik müzakerelerini sonlandırabileceği sinyalini verdi. Bu bir yanı ile çok sert bir açıklama gibi görülürken diğer yandan Erdoğan’ın her zaman el yükselten ve kimi yerlerde atipik çıkışlar yapan siyasi üslubunu dikkate alındığında çok da şaşırtıcı değildi. Ancak ne iç ne de dış basın bu olayı öylesine sıradan bir durum olarak gördü. Manşetleri bu sözler süsledi. Peki bu konu gerçekten bu kadar da ciddiye alınmalı mıydı? Sanıyorum bu sormamız gereken bir soru. Ancak bu sorudan önce, içerideki diğer aktörlere de bakmak lazım. En nihayetinde bir şekilde Türkiye’de en azında kâğıt üzerinde olsa da iktidara alternatif olma rolleri var. Avrupa Birliği ile Türkiye’nin mevcut yönetimi arasında hem AB’nin kurumsal ilkeleri açısından uyuşmazlık varken hem de birlikte bulunan Yunanistan, Avusturya ve de Güney Kıbrıs gibi ülkelerin tavırları net iken insan ister istemez muhalefetin de konu ile ilgili ne dediğini duymak istiyor. İYİ Parti CHP ile geçmişte yaşadıklarından dolayı gömmüş olduğu savaş baltasını yerinden çıkarmışken, CHP ise kongre sürecine odaklanmış şekilde dünyayı es geçiyor. CHP Genel Başkanlığı için aday adayı olan Özgür Özel yola çıkarken ortaya koyduğu vizyon belgesinde dış politika ile ilgili şunları söylemiş; ‘Dış politika çerçevemiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine dayanarak dünyada barışın, bölgemizde istikrarın, ülkemizde tam demokrasinin, güvenliğin ve kalkınmanın inşası, korunması ve güçlendirilmesine odaklanacaktır. Dış politikamız ulusal çıkarlarımızı koruma hedefiyle yürütülecektir. Tüm ülkelerle kuracağımız uluslararası ilişkilerimiz kişisel ilişkilere değil, diplomasi bürokrasimizin deneyimine dayanan eşitler arası bir anlayışla sürdürülecektir.’ Metni kimler kaleme aldı bilmiyorum ama dış politika kısmını yazan ve pek muhtemelen meslektaşım olma ihtimali yüksek olan kişilere artık 2023 yılında olduğumuzu, günümüz koşullarında dış politikanın birbirini yatay ve de dikey kesen çok boyutları olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu açıklama ile değil dünyada sanıyorum Türkiye içerisinde de eksi değerli bir etki yaratacaklarının altını çizmem gerek. Kısacası yazılı metin hem mevcut gündemin 100 yıl gerisinde hem de küresel gerçekleri kavrayamamış bir mantıkta. Hâl böyle olunca muhalefette ‘değişim’ ve ‘umut’ olacakmış gibi durmuyor ve bizler de gözümüzü iktidara çevirmek durumunda kalıyoruz. İstesek de istemesek de bizler için başka bir alternatif şu an için yok. Bu bağlamda yeniden tekrar edelim. Erdoğan’ın kendi üslubu ile AB hakkında söylediği sözler her ne kadar dünya basınında ciddi bir yer tutsa da sanıyorum ne uluslararası karar alma mercilerinde ne de Dışişleri Bakanlığı koridorlarında reel bir anlamda karşılık bulmadı. Bu her iki tarafın da Erdoğan’ı ciddiye almamasından kaynaklı değil.  Ancak tarihsel ve realistik bakış açısının bizlere farklı şeyler söylemesinden kaynaklanıyor. Ne diyor bu iki bakış açısı bize, başlığa da taşıdığım gibi Batı ile Türkiye birçok konuda birbirinden ayrılamaz bağlar ile birbirine bağlı ve bu durum kolay kolay değişecek bir gerçeklik de değil. Türkiye ekseni daha çok batıya bağlı olan Osmanlı modernleşmesinin ortaya çıkardığı kurumsal ve sosyolojik bir yapı. Her ne kadar kendine has birçok özelliği olsa da Türkiye’den Batı düşünce sistemini çıkarırsak bugünkü Türkiye’yi bulamayız. Aynı şekilde Türkiye Avrupa Konseyi kurucu üyesi, NATO ve G20 gibi önemli kurumsal yapıların en başat aktörlerinden.
Tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de bütün karşılıklı çıkar odaklılığa karşın olmazsa olmaz olan ‘güven’. Batı ile Türkiye arasında iki tarafın da yapmış olduğu birden çok farklı politik hamleden dolayı büyük bir güven sorunu var.
Kısacası kurumsal olarak Batı ile çok önemli bağlara sahip ve bu bağlar ne normatif ne de pratik anlamda öyle kolay kolay koparılamaz. Bu istenilse bile yapılamaz. Ne hayalci Avrasyacılık ne de Rusya-Çin eksenli düşünceler bunun yerini tutamaz. Burada elbette Türkiye Batı’ya bağlı ve bağımlı olsun demiyorum ama Batı olmadan da çok zorlanacağını bilmesi gerek. Dahası Türkiye ve Batı ki bunun içerisinde sadece Kıta Avrupası girmiyor Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri de bu durumun önemli bir parçası, 2023 dünyası için birbirlerine jeopolitik ve jeostratejik olarak da bağlılar. Her ne kadar Kuzey Afrika’da Fransa ile Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile derin bir mücadeleye girseler de misal Ukrayna Savaşı’nda Karadeniz’de etkili olan hem Putin ile hem de Zelensky ile görüşebilen bir Türkiye tartışmasız değiştirilemeyecek bir aktör. Bunu son günlerde Tarım Koridoru olayında da görmekteyiz. Dahası Türkiye resmi sınırlarına hapsolmuş bir ülke de değil. Diasporası ve Diyanet başta olmak üzere diğer kendi sınırlarını aşan uluslararası devlet aygıtları ile Batı sokaklarında da etkili olabilen bir ülke. Bu bağlamda ne Batı Türkiye’den ne de Türkiye Batı’dan öyle kolay kolay kopamaz. Ancak kuşkusuz arada tek başlık altında toplayabileceğimiz önemli ve karşılıklı bir sorun var, ‘güven’. Tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de bütün karşılıklı çıkar odaklılığa karşın olmazsa olmaz olan ‘güven’. Batı ile Türkiye arasında iki tarafın da yapmış olduğu birden çok farklı politik hamleden dolayı büyük bir güven sorunu var. 2010’a kadar Türkiye bütün iyi niyeti ile başta AB olmak üzere Batılı aktörler ile yeniden bir ilişki tesis etmeye çalışırken Sarkozy’nin başını çektiği bir liderler grubunun kendisini yok sayması travmasını hâlâ atlatamıyor ve Batı’ya birçok nedenden dolayı güvenemiyor. Türkiye bu noktada çok da haksız sayılmaz.
Batı da 2013 sonrasında değişen ve dönüşen Türkiye devlet yapısı ile sorun içerisinde. Her konuya doğrudan çıkar, ticaret ve de ekonomik fayda gözüyle bakan Türkiye onlar için de rahatsız edici bir aktör.
Buna karşın Batı da 2013 sonrasında değişen ve dönüşen Türkiye devlet yapısı ile sorun içerisinde. Her konuya doğrudan çıkar, ticaret ve de ekonomik fayda gözüyle bakan Türkiye onlar için de rahatsız edici bir aktör. Bir yandan otonom dış politikayı ‘Türkiye Yüzyılı’ sloganı ile sunan bir Türkiye varken, bir çok konuda da ‘Kapalı Çarşı esnafı’ mantığı ile pazarlık yapan Türkiye kelimenin tam anlamı ile oksimoron bir yapı görüntüsü veriyor. Bu noktada Batı da haklı güven sorunu yaşamakta. Ancak güven sorunundan daha da önemli bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. O da aktörlerin kalıcılığı ve ilişki kurma zorunlulukları. Kabul edelim, Türkiye’de aktörler uzun süre değişmeyecek. Aktörlerin adı değişse bile düşün yapıları aynı kalacak. Yarın bir değişim olacak ve Erdoğan’ın yerine muhalefetten bir aktör gelecek demek hiç de akılcı bir öngörü olmaz. Görünen o ki Erdoğan sonrasında da bugün Erdoğan yönetiminde ‘santrafor’ oynayan aktörlerden birisi ana yönetici konumuna yükselecek. Aynı şekilde Avrupa-Atlantik siyasal hattında da aktörler değişse bile ana politika motivasyonları aynı kalacak. Kısacası iki yapının birbiriyle olan bağlantısı ve bağımlılığı öyle kolay kolay değişmeyecek durumda. Bu gerçekliği bilerek hareket etmek sanıyorum hem iki yapı için hem de bu yapıların içerisinde aktör olmak isteyenler için unutulmayacak bir unsur olmalı.