Cumhurbaşkanı Erdoğan da hepimiz gibi ve belki de hepimizden önce Türkiye’nin kocaman boşluğunu ya da sorununu görmüş durumda. Türkiye’nin bugün en büyük sorunu ekonomiden ya da diğer konulardan önce muhalefettir ve kocaman bir muhalefet boşluğumuz bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz hafta ekonomide sorunlar olduğunu, emekliye yapılmayan ya da yapılamayan zamların yanlışlığını ve bunlarla beraber de Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişmesini açık bir şekilde dile getirdi. Sanki kendileri yirmi yılı aşkın süredir Türkiye’yi yönetmiyormuş gibi öncelikle kendi politikalarını yumuşak ve de dolaylı bir şekilde eleştirdi ve sonrasında karşısında kendi dişine uygun bir rakip istediğini söyleyerek muhalefetin iç işlerine üst perdeden müdahil oldu. Bence dediklerinin hepsinde haklıydı ama bunları söylemek onu görevi miydi, bu konuda çok ciddi çekincelerim var. Ancak yılların kurt siyasetçisi Cumhurbaşkanı Erdoğan da hepimiz gibi ve belki de hepimizden önce Türkiye’nin kocaman boşluğunu ya da sorununu görmüş durumda. Türkiye’nin bugün en büyük sorunu ekonomiden ya da diğer konulardan önce muhalefettir ve kocaman bir muhalefet boşluğumuz bulunmaktadır. Bu durum sadece Türkiye içerisinden fark edilen bir durum da değil. Yıllardır yurt dışında görev yapan bir akademisyen olarak yabancı siyasilerin ya da devlet adamlarının Türkiye’deki iktidar kadar muhalefetle de ilgilendiklerini biliyorum, gözlemliyorum ve hatta bizzat birçok soruya da muhatap oluyorum. Ancak durum son seçimlerden sonra değişmiş durumda. Artık sorular Erdoğan’ın olası yeni adımları, ondan sonra yerini en güçlü adaylardan olan Hakan Fidan’ın doldurup dolduramayacağı ya da yakın vadede yerel seçimlerde iktidar bloğunun muhalefetten kaç tane büyükşehir belediyesi alacağı ile alakalı. Kısacası manzara-i umumiye Faik Öztrak’ın zekâmızla alay edercesine söylediği gibi ‘CHP Konya’yı da alacaktır’ şeklinde değil. Hatta tam tersi bir şekilde Türkiye’de artık bir muhalefetin olmadığı noktasında. Üzerinde bir de mecliste kurulabilecek bir sağ blok, ya da IYI Parti ile MHP’nin olası anlaşma ihtimalleri ya da kulis bilgileri düşünce, Türkiye’de muhalefetin ‘sarı muhalefet’ dahi olamadığını görüyoruz. Bu noktada CHP’de ve tüm muhalefette bir değişimi hedefleyen Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel ikilisine haksızlık ettiğim düşünülebilir. Aslında onlara, siyaset yapma kabiliyetlerine ya da kendi profillerine bir haksızlık etmiyorum. Her ne kadar çabalarının yarın için bir sonuç vermeyeceğini düşünsem bile her çabanın bir şekilde kıymetli olduğunu biliyorum ve esasında takdir de ediyorum. Ama hem muhalefet boşluğunu dolduracak çok önemli bir şeyleri hâlâ yok ve böyle giderse o olsa bile artık çok geç olmuş olacak. Ne mi o diye tanımladığım şey? Her insan ilişkisinde olması gereken ve insan ilişkilerinin bileşkesi olan siyasette de olmaz ise olmaz olan şey: Hikâye. Hikâyesiz herhangi bir ilişi olabilir mi? Ya da hikâyesi biten ilişkiler yaşayabilir mi? Elbette sonsuz bir hikâye yoktur ama farklı hikâyeler birbiri ile birleşerek hikâyelerden anlamlı bir zincir oluşturabilirler. Hikâye dediğimiz şey en temel motivasyondur ve bireyleri diğer bireylerden ayırarak içinde bulundukları duruma bağlar, onları özel ve seçilmiş hissettirirler. Herkes seçilmiş olmalı ve özel olmayı ister. Bu ikili ilişkiler için böyleyken siyaset için ise kaçınılmaz bir gerçek.
Delege hesabı yapmak, kâğıt üzerinde kusursuz gibi görünen planlar kurmak yerine, hikâye yazmaya ve bu hikâye üzerinden farklı kesimler ile ilişki kurmaya çalışmaları kanımca daha realistik ve de insani olacaktır.
Mustafa Kemal’in büyük bir hikâyesi vardı. Menderes’in ister sevin ister sevmeyin ciddi bir hikâyesi vardı. Tanıl Bora’nın Süleyman Demirel kitabını okudukça Demirel’in bitti denilen yerden yeniden bir hikâye üretip küllerinden defalarca yeniden doğduğunu hayranlıkla gördüm. Bülent Ecevit’in hep umut dolu bir hikâyesi olmuştu. Turgut Özal’a kızın ya da âşık olun, yepyeni bir Türkiye hayali ve hikâyesi ile vatandaşların karşısında çıktı. Necmettin Erbakan’ın hikâyesi dönüşerek yeni hikâyeler oluşturdu. Recep Tayyip Erdoğan ise çok ama çok büyük bir hikâye ile milyonları kucakladı. Hikâyesi şu an için bitmiş gözükse bile bu hikâyenin mirası onun hala gemisini yüzdürmesine olanak sağlıyor. Ama Türkiye’de uzun süre siyaset sahnesinde kalan ama hiç hikâyesi olmayan aktörler de oldu. Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Deniz Baykal ilk akla gelenler. Onların da en fazla ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu noktada Türkiye’nin sorunu ya da boşluğu olan muhalefetin mevcut aktörleri bir hikâye yaratabilirler mi? İmkansıza yakın. Peki İmamoğlu-Özel ikilisi? Belki. Ama bu belki ihtimali bile onların siyaseten heba olmaları için yeterli. Delege hesabı yapmak, kâğıt üzerinde kusursuz gibi görünen planlar kurmak yerine, hikâye yazmaya ve bu hikâye üzerinden farklı kesimler ile ilişki kurmaya çalışmaları kanımca daha realistik ve de insani olacaktır. Bir kere daha hatırlatayım. Türkiye’de bir muhalefet boşluğu ve de sorunu var. Bu sorunun çözümünü de böyle giderse iktidara bırakmak üzere birileri.