Yaşadıklarımız neden değil sonuç ve dahası gelebilir; onun için iş bize, seçmene düşüyor. Aklımızı başımızdan alan gündemin her 24 saatte bir değiştiği bir ülkede analiz yazan bir gazeteci olmak da o kadar zor, ama gündem değişse de sorunlar değişmiyor. Bakınız bundan önceki yazıma, “Okula giden çocuklarımıza ne okutuyorlar?” diye sormuştum, değil mi? Ve bırakın müfredatın yarısı dini konulardan oluşan imam hatip okullarını, normal Anadolu lisesi, fen lisesi gibi okullarda neredeyse müspet ilimler kadar İslam diniyle ilgili konuları seçmeli ders adı altında zorunlu olarak çocuklarımıza okuttuklarını, bu derslerin haftada 8 saati bulduğunu anlatmıştım. Bu sabahtan başlayarak gündemimizi alt üst eden delikanlı, adı üzerinde kanı deli akan bir ergen, elinde bu ülkenin kahramanı, devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bir fotoğrafıyla “edepsiz” görüntüler veriyor ve arkadaşları bunu videoya çekip sosyal medyada yayınlıyor. Bu olay, gündelik bir tik tok şakası değil, bir sonuçtur. Neyin sonucu? Öncelikle 20 yıllık iktidarın bilinçli “kindar ve dindar gençlik yaratma hedefi”nin sonucu. KİM ÖĞRETTİ? Benim çocuğum Atatürk’e saygı ve sevgiyi önce ailesinde öğrendi, sonra gittiği ana okulunda, sonra ilkokulda, sonra diğer eğitim kurumlarında. Aklımızı başımızdan alan bu delikanlıya Kurtuluş Savaşı kahramanı Mustafa Kemal’i dalga geçilecek biri gibi tanıtan önce ailesi, sonra da gittiği eğitim kurumlarıdır. İmam Hatip okullarıdır! İmam hatip okullarını, cenazemizi yıkayacak imam yok diye savunanlar, aslında onları laik eğitim veren eğitim kurumlarına ve eğitim birliği ilkesine karşı kullandılar, o okullarda genç kızlar başlarını örttü, o okullarda karma eğitim bitti. O okullarda Mustafa Kemal ve devrimleri tu kaka edildi. Sadece o okullar mı? Yatılı, gündüzlü, resmi ya da merdiven altı, kaçak Kuran Kursları, tarikat yurtları, tarikat okulları… Buralarda Atatürk ve laik cumhuriyet hedef gösterildi. Kindar ve dindar nesil yetiştirilirken toplum ikiye bölündü. O ergen delikanlıyı hedef göstermeyin, tutuklansın demeyin, zaten tutuklanmaz, yasaya göre çocuktur, hatta 18 yaşında olup içeri girse ne olacaktı, yatarı olmayan bir suç, daha da bilenmiş bir fanatik olarak çıkacaktı. CUMHURİYETİN 100. YILI Ne acı ki Cumhuriyetin 100. Yılını kutlayacağımız 29 Ekim’e bir ay kalmışken laik cumhuriyete düşman bir nesil yetiştirdiğimizi konuşuyoruz. Geçtiğimiz gün, İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatroları’nın tüm kadrosuyla gerçekleştirdiği “Bu Memleket Bizim” başlıklı görkemli gösteriyi gözyaşlarıyla izledim. Gösteride Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, yurdun işgal edilişi, Kurtuluş Savaşı ve TBMM’nin kararı ile Cumhuriyetin ilanı anlatılıyordu. Nutuk’tan, Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’ndan, Yakup Kadri’den, Erol Toy, İsmet Küntay, Samim Kocagöz’den parçalarla 600 kişinin emeğiyle oluşturulan eseri izlerken acı acı düşündüm: Acaba cumhuriyeti yaşatmak için yabancı düşmanla mı savaşmak daha kolaydı yoksa şimdiki gibi ülkeyi laik bir cumhuriyetten dindar ve kindar neslin egemen olacağı İslam Cumhuriyetine çevirmek isteyen zihniyetle mi? Demokrasiyi kullanarak, kimi zaman yasa dışı yollarla (referandumdaki damgasız zarfların kabulü ve sandıkların tümü sayılmadan sonucun ilanı gibi) ihlal ederek, anayasayı değiştiren, 20 yıllık iktidarında her türlü manipülasyonla iktidarda kalmayı beceren yönetim.  MUHALEFET YOK Demokrasilerde iktidar ve muhalefet vardır. Muhalefetin olmadığı sistem demokrasi değil, otokrasidir, diktatörlüktür. Bizimkisi ise muhalefetin varmış gibi olduğu bir rejim. Tıpkı Adaletin varmış gibi olduğu, tıpkı sağlık sisteminin işliyormuş gibi durduğu, tıpkı eğitimin işe yarıyormuş gibi olduğu! Biz hep “mış” gibi yapıyoruz. Ama bu sistemde en acıklısı muhalefetin de muhalefet ediyormuş gibi yapması!  Ama sadece birbirlerine muhalefet etmesi! Rezalete bakın! Mesele sadece seçimi kaybetmek değil, şimdi dökülüp saçıldıklarını dinlediğimiz zaman ortaya çıkan gerçek, aslında seçimi kazanmak için değil, adeta kaybetmek için çırpınmışlar, aslında birlik gibi yapmışlar ama hiç de bir ve beraber olmamışlar. SEÇMEN SİYASETE KÜSTÜ Şimdi en büyük sıkıntı seçmenin sadece muhalefeti “mış” gibi yapan siyasetçilere değil, siyasete de küsmüş olması. Bazı siyasetçilerin ne yüzünü görmeye ne sesini duymaya tahammülü kalmayanlardan biri de benim. Bütün meslek yaşamım boyunca siyasetle ilgilenmiş biri olarak şu geldiğim duruma bakın! Siyasete küsmeye hakkımız var mı? Keşke olsa. Ne yazık ki yok. Gerçekten keşke savaşmak zorunda olduğumuz dış düşmanlar olsaydı, birlik olur, silahı kapar cepheye koşar, yurdu korurduk değil mi?
Laik cumhuriyeti ve bu ülkenin kurucusunun onurunu korumak için siyasete küsemeyiz. Siyasetçilerden umut kalmadı, koruyacak olan yine biziz. Ayağa kalk ey Millet! Nasıl mı? Siyasetçileri değiştirerek, burada biz varız, diyerek.
Ama şimdi memleket elden gidiyor, laik cumhuriyetin her gün bir tuğlası çekiliyor, adım adım alkol yasağı geliyor, yakında sadece turistlere serbest kalacak, göreceksiniz! Zaten koyulan vergilerle çok pahalı, biz artık satın alamıyoruz. Laik cumhuriyeti ve bu ülkenin kurucusunun onurunu korumak için siyasete küsemeyiz. Siyasetçilerden umut kalmadı, koruyacak olan yine biziz. Ayağa kalk ey Millet! Nasıl mı? Siyasetçileri değiştirerek, burada biz varız, diyerek. Bizi ciddiye alacak siyasetçileri bulup seçerek. Başka yolu yok.