Kız çocuklarının karma eğitimde var olmaları ile ilgili akıl dışı demeçler verilen ülkemizde 34 yaş üstü kadınlara üniversitelerde ek kontenjan verilmesi abesle iştigaldir. Neden 34 yaş gibi ruhsal olarak yorgun bir yaş grubunda Haydi kadınlar okula” gibi bir göz boyama ile karşı karşıya kalıyoruz? Kaderin bir cilvesi midir, bilemiyorum ama geçen haftaki ağaç dalımda kadınların hem siyasi hem kamusal hem özel alandaki itilmişliklerini ele aldıktan sonra bu hafta sanki “Kadınlarımız için ne yapsak da onların ağzına bir parmak bal çalmış olsak?” diye düşünülmüşçesine, çok affedersiniz ama bence deli saçması bir adım atılarak, 34 yaş üstü kadınlar için üniversitelerde ek kontenjan uygulaması duyuruldu. Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın yaptığı açıklamaya göre “2023 YKS yerleştirme döneminde, 34 yaş üstü kadın adaylar için devlet üniversitelerinde önlisans düzeyinde 8 bin, lisans düzeyinde ise 13 bin olmak üzere 21 bine yakın ek kontenjan ayrıldı. Tercih döneminde, 34 yaş üstü kadın adaylardan yaklaşık 79 bin kişi tercih yaptı ve bu adaylardan 17 bin 665’i bir yükseköğrenim programına yerleşti.” İlk bakışta evet, her şey harika düşünülmüş ve uygulama pozitifin de pozitifinde bir ayrımcılık gibi duruyor. Pozitif bilimlerde yanlışlama” yöntemini ve sosyal bilimlerde tersinden okuma”yı çok severim; bu sevgim gündelik hayatımda karşılaştığım olaylar karşısında önüme çıkabilecek engelleri, bu engellerin gerçekleşme ihtimallerini, gerçekleşmesi durumunda neden olabilecek olumsuz durumları önceden tahmin ve analiz ederek, bazen de gereksiz yere önlem almamı sağlar. Bu faydasının yanında, tıpkı YÖK’ün aldığı bu kararda olduğu gibi olayların aslında lanse edilmeye çalışıldığı gibi veyahut son dönem hepimizin çok severek kullandığı o söz öbeği olan: yaratılmaya çalışılan algı’nın tersine “Aslında o olay öyle değil, bakın bu aslında böyle olmalıydı.” diyerek, durumun altında yatan olumsuzluğa odaklanmama neden olmakta. Bu şüphecilikte kendimi “Kapıcılar Kralı”ndaki apartman yöneticisi “Albay”ın sahip olduğu disiplin ve titizlikte yarıştırırım. Ve tam da bu yüzden, tüm şüpheci karakterimle YÖK’ün bu kararını çok yersiz ve geçen haftaki yazımda tam da dikkat çekmek istediğim şekilde, çok özür dileyerek iki yüzlüce buluyorum. Neden çünkü, gelin TÜİK 2021 Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanı’na bir bakalım: herhangi bir Anadolu Lisesi mezunu bir kız çocuğunun dönem kaybetmeden üniversiteye yerleştiğini ve en fazla 1 yıl kaybederek 4 yıllık bir fakülteden mezun olduğunu düşünürsek, 2021 TÜİK verilerine göre 25 yaş üstü okuryazar olmayan kadın nüfus oranı %6,1; 25 yaş üstü yükseköğretim mezunu nüfus oranı %20,9 gibi içler acısı verilerle karşılaşmaktayız.  Bu verileri kadının istihdamı, akademide ve yönetici pozisyonunda kadın oranı gibi benzer oranlar takip etmekte fakat öncelikli konumuz kadının eğitim ve öğretimdeki bebek adımları. Daha düne kadar kız çocuklarının karma eğitimde var olmaları ile ilgili akıl dışı demeçler verilen ülkemizde 34 yaş üstü kadınlara üniversitelerde ek kontenjan verilmesi abesle iştigaldir. Şayet biz, kadınların yükseköğretim mezunu olmasını bu kadar önemsiyorsak neden kız çocuklarının okumasına katkı sağlayacak daha verimli, ayağı yere basan, gerçekçi adımlar atmıyoruz da, 37 yaşında hâlen yüksek öğrenimine devam eden bir kadın olarak gönül rahatlığı ile yorum yapabilirim ki, hem bedensel hem ruhsal olarak en verimli çağımız olan dönemlerde okumamıza bir şekilde ket vurulurken 34 yaş gibi artık bedensel ve ruhsal olarak yorgun, mental açıdan maalesef ki kavrayış hızımızın düştüğü bir yaş grubuna dahil olmuşken “Haydi kadınlar okula” gibi bir göz boyama ile karşı karşıya kalıyoruz? Kadınların üniversite mezunu olması konusunda bu kadar hassas bir ülke isek bunu daha temelden sağlamamız gerekmez mi? Diğer bir soru ise şurada filizleniyor: Bu kontenjanlara yerleşmek için daha önce bir yükseköğretim programında yer almama şartı olduğunu görüyoruz. Bu şartın içimizi bir nebze olsun rahatlatması beklenmiş sanıyorum fakat, benim “Albay”lığım yine burada devreye giriyor ve bunu içten içe kabul etmiyorum, edemiyorum. Hani deriz ya bazen: “E, bir zahmet!” Tam da buraya yaraşır bir nida… Bir yanda gençliğinin en tatlı yerinde kim bilir nelerden fedakârlık etmiş, saatlerini dört duvar arasında belki de yalnızca test çözerek geçirmiş ve sonunda bu disiplin, çalışkanlık ve azminin meyvesini alarak istediği üniversitede istediği bölüme girmiş bir birey var. Bölümü kazanmak yetmiş mi, yetmemiş. Yurt çıkmış mı, çıkmamışsa nasıl ev tutacak? Evi paylaştığı arkadaşları ile anlaşabilecek mi? O genç yaşta bir evin sorumluluğunu alacak; kirası, faturası, ev sahibi vb. Bir yandan ders çalışması gerek, kimi salonda maç izlerken kiminin yarın finalleri başlayacak; kiminin memur babası ay sonunu getirememiş ama kız çocuğu gurbette parasız bırakılmaz. Size daha birçok örnek verebilirim yükseköğretimin yalnızca bir fakülteye yerleşmekten ibaret olmadığını anlatmak için, ki birçoğunuz ne demek istediğimi bir film şeridi gibi izledi bu satırları okurken, biliyorum.
Kimsenin hakkına girmedik.” diyorsunuz ya, mesela ben günde neredeyse bin soruya yakın soru çözüp ilimde sosyal bölüm birincisi olarak 1. Tercihine yerleşen bir birey olarak hakkımı helal etmiyorum ve hakkını helal etmeyecek birçok birey de tanıyorum.
Üniversite okumak, yalnızca bir yerleşkenin içinde bir binaya girip bir derslikte ders dinlemek değildir; üniversite okumak hayatı bazen çok zor şartlarda deneyimlemek, bazen hayattan çok sert tokatlar yemek, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek, sosyalleşmek, birey olmanın farkına varmaya başlamaktır. Bunu, 34 yaşından sonra hiç kimseye bu şekilde öğretemezsiniz; ben buna katılmıyorum. Çünkü alınan bu karar “zamanında çalışıp bu okulları kazanmanıza gerek kalmadı, siz de 34 yaşınızı bekleyip o lise yıllarında kendinden ne ödünler vererek bu okulları kazanan arkadaşlarınızın kazandığı bölümlere neredeyse yarı netle girebilirsiniz.” demek oluyor. Çünkü alınan bu karar öğretimi itibarsızlaştırmak oluyor. Çünkü alınan bu karar zamanında dişinden tırnağından arttırıp 3 kızını da üniversite mezunu yapan rahmetli dedeme ve benzerlerine biraz ayıp etmek oluyor. Çünkü okumak isteyen bir şekilde yine azmedip okuyor; bunu 5 yaşında çocuk sahibi 37 yaşında bir yüksek lisans öğrencisi olarak yazıyorum. “Kimsenin hakkına girmedik.” diyorsunuz ya, mesela ben günde neredeyse bin soruya yakın soru çözüp ilimde sosyal bölüm birincisi olarak 1. Tercihine yerleşen bir birey olarak hakkımı helal etmiyorum ve hakkını helal etmeyecek birçok birey de tanıyorum. Yine geçen haftaki yazıma “selam çakarak”, her ülke sistemi içinde var olması gereken kırmızı çizgilerden en önemlisinin kadınların değil kız çocuklarının okuması olması gerektiğini bir kez daha belirterek, herkese hakkı ile başarılar diliyorum.