Bir seçim öncesindeki heyecana, bir de şimdiki halimize bakıyorum. Aynı insanlar değiller dersiniz. Birçok insan; haklı bir şekilde muhalefetin, özellikle de ana muhalefetin ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun, destekçilerini yüzüstü bıraktığını hissediyor. Ve böyle hissetmeleri hiç şaşırtıcı değil. Bu yazı biraz duygusal ve kişisel noktalardan beslenen bir yazı olacak. Fakat siyasetin çoğu zaman en önemli belirleyicilerinden birinin duygular ve anlatılar olduğunu göz önüne alırsak siyasetin bu yönünü yeterince konuşmadığımızı düşünüyorum. Çevremde, birbiriyle hiç alakası olmayan farklı arkadaş gruplarımın her birinde, WhatsApp gruplarında ve okuduğum tweetlerde ortak duygular ve kanaatler hissedince bu yazıyı kaleme alma gereği hissettim. Seçim sürecinde elinden geleni ardına koymayan gençlerden biriydim. Yaşım 24. Yüksek lisansımı daha yeni, iki seçim arasında bitirdim. Aday açıklandığı günden itibaren kendime bir şiar edinmiştim. Muhalefetin kampanyasına bir taş da ben koyacağım. Elimden ne geliyorsa onu yapacağım. Yaptım da. Yurt dışında yaşadığım için çoğunlukla sosyal medyada kampanyaya destek olmaya çalıştım. Twitter ile sınırlı kalmak istemedim. TikTok videoları çektim. Muhalefetin TikTok’daki eksikliğine dikkat çekip birçok içerik üreticisi arkadaşı TikTok’a davet ettim. Instagram’da muhalefet kampanyası için çalışan ekiplerle işbirliği yaptım. Instagram’a özel videolar hazırladım. Kendimce muhalefetin kampanyasındaki eksiklikleri dile getirip ekstra hangi söylemlerin geliştirilebileceğine veya iktidarın söylemlerine nasıl cevaplar verilebileceğine dair yazılar yazdım. Kimi zaman siyasetçi eşrafı ile ilişkisi olan arkadaşlarım da bunların bir kısmını siyasetçilere ilettiğini söyledi. Yaptığım hiçbir şeyi maddi bir karşılık beklemeden yaptım. Kimseden tek kuruş almadım. Kendi zamanımı ve enerjimi harcadım. Bu benim hikayem. Ve biliyorum ki bu seçim sürecinde benim gibi milyonlar vardı. Kimisi iki seçim akşamı boyunca saatlerce müşahitlik yaptı, aç kaldı. Kavga etti, sahada siyasetin sert ve çirkin yüzünü gördü. Kimisi yakınlarını ikna etmeye çalıştı, Erdoğan’a oy veren akrabasına kendini anlatmayı denedi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ben bu mesajları sosyal medyadan yayıyorum, siz de çevrenize yayın sözünü gerçek bir sorumluluk gibi hissederek ulaşabileceği herkese ulaşmaya çalıştı. Kimisinin işi daha zordu. Sabah akşam A Haber izlenen bir evde muhalif kalmak bile yeterince önemli ve güçlü bir mücadeleydi onun için. Twitter mesaj kutum ailesi gibi düşünmediği bizzat kendi anne-babası tarafından terörist ilan edilen gençlerin bu konudaki haklı şikayetleriyle dolu. Bu ülkenin bir değişime ihtiyacı olduğunu düşünen herkes; samimi bir şekilde elinden, gönlünden ve zihninden ne kopuyorsa onu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanyasına koydu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanyası herkesten bir iz taşıyordu. Bu, Kemal Kılıçdaroğlu herkesi çok başarılı bir şekilde kapsadığı için gerçekleşmemişti. Ülkenin neredeyse yarısı değişimi gerçekten de çok derinden bir yerden arzuladığı için gerçekleşmişti. Herkes heyecan duydu. Bir şeylerin değişebileceğine inandı.
Genç arkadaşlarımda gözlemlediğim siyasetten tiksinme durumunun arkasında, umut duyulan seçimin yenilgiyle sonuçlanmasından daha çok, sonrasındaki sürecin muhalefet tarafından çok kötü yönetilmesi var…
Geçenlerde tweetlerimden birini buldum. 26 Eylül 2021 tarihli. Arkadaşlarımla Amsterdam’da bir parkta oturup saatlerce önümüzdeki seçimleri konuşup olasılıkları değerlendirdiğimizi yazmışım, Amsterdam’ı gezerken bunu yapmamıza ise sitemkar-mizahi bir dille dalga geçmişim. Hepimizin heyecanı, beklentileri ve düşünceleri seneler öncesinden başlamıştı. (Çoğunlukla da iktidar- ana akım muhalefet el ele verip siyaseti seçime indirgediği için.) Bütün o seçim öncesindeki heyecana ve bir değişim beklentisinden kaynaklı tedirginliğe bakıyorum. Bu kampanyaya da bir parça da ben destek olayım deyip müşahit olan, yakınlarıyla konuşan, heyecanlı bir şekilde çabalayan insanlara, özellikle de gençlere bakıyorum. Bir de günümüze geliyorum. Aynı insanlar değiller dersiniz. Seçim sürecinde çok heyecanlı olan ve bir şeyler yapmak için oradan oraya koşan hangi arkadaşımla konuşsam siyasetten yorulmuş, hatta tiksinmiş bir halde. Siyasete ve bu ülkeye dair inançları çok zayıflamış durumda. Bir seçim yenilgisinin ardından gemileri yakmanın abartılı, hatta gençlere özel bir şımarıklık olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat ülkenin problemlerinin bu kadar derinleştiği, gençlerin geleceğe baktıklarında kaygı ve belirsizlikten başka bir şey görmedikleri ve iktidarın en zayıf seçimine girdiği bu atmosferde dahi muhalefetin bu seçimi kaybetmesi yeterince can sıkıcı. Ama baharın kıpırtısıyla çarpan yürekleri bir kış uykusuna çeviren asıl sebep yenilginin ötesinde. Çevremde, özellikle de genç arkadaşlarımda gözlemlediğim siyasetten tiksinme durumunun arkasında, umut duyulan seçimin yenilgiyle sonuçlanmasından daha çok seçim sonrasındaki sürecin muhalefet tarafından çok kötü yönetilmesi var. Bu, seçim kaybetmek önemsiz demek değil. Bilakis, kazanmak siyasette en önemli şey. Fakat bazen kaybederken yaptığınız hatalarla daha çok kaybedersiniz ya, kurumsal muhalefet seçim sonrası süreci o kadar kötü yönetti ki kendisine dair derin bir hayal kırıklığı oluşturdu. Birçok insan; haklı bir şekilde muhalefetin, özellikle de ana muhalefetin ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun, destekçilerini yüzüstü bıraktığını hissediyor. Ve böyle hissetmeleri hiç şaşırtıcı değil. 28 Mayıs gecesi yaptığı birkaç dakikalık konuşmayı saymazsak, Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden sonra kamuoyunun karşısına geçebilmesi için yirmi günün geçmesi gerekti. İnsanların olup bitenleri derin bir hayal kırıklığıyla anlamaya çalıştıkları ve kaygıyla geleceklerini düşündükleri esnada başını Kılıçdaroğlu’nun çektiği ana muhalefet bu yirmi gün boyunca ölüye yattı. Kendilerinden muhalefetin neden kaybettiğine dair bir öz eleştiri, eksikliklere ve iyi yapılanlara dair samimi bir tahlil, yenilgiye dair sorumluluk alan bir lider profili ve kendisini desteklemiş 25 milyon seçmeni ayağa kaldıracak yeni bir siyasi hedef göremedik.
Muhalif siyasetçilerin kendi koltuklarını güvence altına almak uğruna değişim iradesini ortaya koymaması; muhalif saflarda bir güven bunalımı yarattı. Şimdilerde yaşıtlarımdan en çok duyduğum cümle "ben kendimi kurtaracağım, banane."
Şimdiye kadar bir tek HDP cephesinden yenilginin sorumluluğunu üstlenen ve başarısızlığın tahlili yapacak mekanizmaları kuracağını beyan eden açıklamalar geldi. HDP’nin şimdiki Eş Genel Başkanları olan Pervin Buldan ve Mithar Sancar, bir sonraki kongrede aday olmayacaklarını açıkladı. Ayrıyeten Halk Meclisleri ile siyasetin tekrar yerele ve halka döneceğini, tabandan yeni bir siyaset kuracaklarını söyledi HDP yönetimi. Millet İttifakı’nda ise aynı tas aynı hamam devam etme zihniyeti hakim. Kemal Kılıçdaroğlu, başta kendisinin pozisyonu olmak üzere CHP’de yıllardır görev alan ve başarısız olan kadroları değiştirmemekte kararlı görünüyor. Hatta bunun yerine MYK’da sözde değişiklikler yaparak ve Eren Erdem gibi toplumda antipatisi olan siyasetçileri MYK’ya alarak değişim iradesine de ket vurdu, beklentileri boşa çıkardı. Muhalefetin seçimi kaybetmesi, sorumluluk almaması, seçmenini yüzüstü bırakması ve kendi koltuklarını güvence altına almak uğruna değişim iradesini ortaya koymaması; muhalefete yakın olan toplumsal saflarda çok ciddi bir güven bunalımı yarattı. Bu derece duygusal kopuşu daha önce gördüğümü hatırlamıyorum ve muhalefet hala bunu tamir etmek, inisiyatif almak için bir şey yapmış değil. Şimdilerse ise yaşıtlarımdan en çok duyduğum cümle "ben kendimi kurtaracağım, banane." Hatta bu yazıda anlattığım duygusal kopuşu ve siyasetten tiksinmeye dair gözlemimi ilk bir tweetimde anlatmıştım. O tweetim üzerine gelen özel mesajı olduğu gibi kopyalıyorum. “Bu bahsettiğin insanlardan biri de benim. 2015’ten bu yana ülkeye dair hiçbir umudu olmayan sayılı gençlerden biriydim. Bu seçimde nedense(!) bunu kırdım ve kendimce destek olarak bir değişime inandım. Sonuç olarak müthiş bir hayal kırıklığı ve dipsiz bir umutsuzluk nüksetti. Bu tweeti bile daha fazla oku kısmına kadar okudum. Yoruldum, bıktım. Seçimden sonra o kadar ki; siyasi içerik paylaşan kim varsa hepsini takipten çıktım ve sessize aldım. Bir tek seni çıkmadım. Çok yoruldum artık. Bu saatten sonra maalesef(!) bana dokunmadığı sürece hiçbir şey umrumda olmayacak. Çünkü buna zorunda hissediyorum kendimi. Kendime ait ufak bir konfor alanı yaratıp, kısmen kendi standartlarımda yaşayabilmek tek hedefim artık.”
Türkiye ne kadar otoriterleşirse otoriterleşsin her zaman kuvvetli ve canlı bir muhalefete sahip oldu. Kurumsal muhalefetin kendi koltuğuna düşkün olduğu, toplumsal muhalefetin de öz güvenini kaybederek pasifleştiği bir Türkiye’nin geleceği hiç parlak gözükmüyor.
İşte muhalefetin basiretsizliğinin gençleri nereye sürüklediğinin en net göstergelerinden biri aldığım bu mesaj. Sadece benim çevremde bu mesaj gibi düşünen onlarca kişi var. Birkaç ay önce heyecanlanarak kolektif mücadele değişimin öncüsü olmak isteyen gençler, artık kurtuluşu anca kendimi kurtararak bulurum diyor. Çareyi bireysel kurtuluşta arıyor insanlar. Bunu yargılamıyorum. Ama bu imkanı olanların kendini kurtardığı, gerisinin ise gittikçe daralan şartlarda çırpındığı bir Türkiye demek. Daha kötüsü ise bu örgütsüzlükten ve atomize halden bir siyasi dönüşüm iradesi çıkmayacak olması. Kurumsal muhalefet içinde samimi bir yenilenmeye ihtiyaç duyuyoruz. İnsanlar, muhalefet siyasetçilerinin sorumluluk aldığını ve hatalarını üstlendiklerini görmek istiyor. Yeni yüzler ve isimlerin siyaseti yeni baştan inşa ettiğini görmek istiyor. Bu yenilik ihtiyacının temel adresi de Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP. Eğer muhalefet siyasetçilerinden aldıkları kararların sorumluluklarını alacaklarına ve öz eleştiri vererek yenileneceklerine dair bir mesaj gelmezse, bu umutsuzluk ve sessizlik halinin kalıcılaşma riski var. Ve asıl tehlike burada başlıyor. Türkiye ne kadar otoriterleşirse otoriterleşsin her zaman kuvvetli ve canlı bir muhalefete sahip oldu. Kurumsal muhalefetin kendi koltuğuna düşkün olduğu, toplumsal muhalefetin de öz güvenini kaybederek pasifleştiği bir Türkiye’nin geleceği hiç parlak gözükmüyor.