Sol cenahta zaman zaman pragmatizmin ne kadar kıymetli bir araç olduğu unutuluyor. Ortada bir mağlubiyet olmaması geleceğe dair ümit verici ve İspanyadaki sağ dalga -şimdilik- Pedro Sánchezin şahsında güçlü bir dalgakıran bulmuşa benziyor. Bu pazar günü, İspanya halkı sandık başına gitti. Ülkeyi 2018’den beri -sosyal demokrat çizgideki- İspanya Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero Español, PSOE) lideri Pedro Sánchez başbakanlığındaki hükümetler idare ediyordu. 2020 başından beri de -belki Syriza’nın İspanyol versiyonu olarak tanımlanabilecek- sosyalist ve sol popülist çizgideki Unidas Podemos, PSOE’nin koalisyon ortağıydı. Pazar günkü seçimleri ise merkez sağ çizgideki Halk Partisi (Partido Popular, PP) burun farkıyla önde bitirdi, fakat hükümetteki PSOE de oylarını az da olsa arttırmayı başardı. PP’nin % 33 oyuna karşı, % 31,7 oy alan PSOE’nin -seçim öncesinde mevcut olan oy kaybı beklentilerine karşın- aldığı -nispeten- başarılı sonuç kurulacak hükümeti öngörmeyi zorlaştırıyor. İspanya’nın son yıllardaki siyasi manzarasını şöyle özetlemek mümkün: iki büyük parti, merkez sağdaki PP ile merkez soldaki PSOE ile bunların sağında ve solunda kalan VOX ile Unidas Podemos (“Sumar” adı altında bir çatı partiye dönüştü, yeni adını Dr. Hikmet Kıvılcımlı jargonuyla “Derleniş” olarak Türkçeye çevirebiliriz) ile Katalan ve Bask partileriyle diğer bölgelerdeki federalist hareketlerden oluşan bir siyasi spektrum var. VOX için birkaç kelam etmek lazım: Bu parti Avrupa’da son yıllarda neşv-ü nema bulan sağ-popülist/aşırı sağ partiler arasında özgün hususiyetleriyle dikkat çeken partilerden biri. Bu parti doğrudan faşist, neo-nazi vs. bir angajmandan gelmiyor, ancak PP’den ayrılmış bir sağ kanadın örgütlediği bir hareket. Klasik neo-faşist partilerden farklı olarak Katolik ve ultra-muhafazakâr bir toplum tasarımını da ideolojisine dahil etmiş, ayrıca İspanya’daki milliyetler sorunu bağlamında, radikal bir merkeziyetçi/ulus-devletçi yapıyı savunuyor. Bu pozisyonlar çağdaş Avrupa aşırı sağının ideolojik kaynaklarından başlıcası olan Nouvelle Droite çizgisinin ideolojik örüntüsüyle uyuşmuyor. Zaten Franco diktatörlüğü İspanyol sağına, Avrupa’daki diğer sağ geleneklerle örtüşmeyen bir politik miras taşımıştır ki bilindiği gibi VOX’un ayrıldığı PP de aslında Fransisco Franco rejiminin “ılımlı” kanadını oluşturan kimi politikacıların kurduğu bir parti. Bu çizgideki devamlılıklar ve kopuşlar İspanyol siyasetini anlamak için son derece önemli. İspanya’daki milliyetler sorununu da burada anmak gerekiyor. Başta Basklar ve Katalanlar olmak üzere, İspanya’da merkezkaç politik unsurlar olarak tanımlanabilecek söz konusu milliyetlerin partilerinin kendi otonomist veya ayrılıkçı ajandaları paralelindeki siyasi pratikler hâlen belirleyici.
İspanyada PP güçlendi, fakat sağ genel itibariyle iktidara gelecek bir çoğunluk yakalayamadı. Hükümet formülleri üzerine çeşitli spekülasyonlar dillendiriliyor, bir tekrar seçim ihtimali de her zaman mevcut.
Bu minvalde 2017’deki Katalan bağımsızlık referandumu sadece İspanya için değil, Avrupa için de en travmatik olaylardan biriydi. Bastırılış şekliyle liberal demokrasinin sınırlarının sorgulanmasına neden oldu ve tüm Avrupa’da İspanya’nın sert eleştirilerle karşılaşmasına yol açtı. Öyle ki Franco rejiminden sonra demokrasiye geçişin en başarılı bir örneği addedilen İspanyol demokrasisi hakkında ilk defa soru işaretleri ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu meselenin artçı şokları hâlen geçmiş değil ve Katalonya’nın geleceği İspanya’daki politik kutuplaşmanın önemli unsurlarından biri. Tarihsel olarak Katalan milliyetçiliğine kıyasla daha fazla şiddet kullanmış olan Bask milliyetçiliği ise son yıllar itibariyle daha düşük bir profil çiziyor, ancak politik idealleri konusunda ısrarını koruyor. İspanya’nın Türkiye’yle bir başka paralel meselesi ise kaçak göçmenler. Türkiye nasıl Avrupa ile Asya arasında bir geçiş alanını temsil ediyorsa İspanya da Avrupa ile Afrika arasında benzer bir geçişi temsil ediyor. İspanya’nın Kuzey Afrika kıyılarında iki şehri var: Ceuta ve Melilla. Otonomi sahibi bu iki şehir ve etraflarındaki küçük adalar ve topraklar için İspanyollar Plazas de Soberanía (Egemenlik Kaleleri) tabirini kullanıyorlar. Bunlar gerçekten de birer kale! İki şehir de 2000’lerin başından beri olağanüstü güvenlik tedbirleriyle korunuyor. Şehirlerin etrafı milyonlarca euroya mal olan kat kat dikenli teller sistemiyle korunuyor. Fakat çok zaman olduğu gibi bu tedbirler göçü tamamen engelleyemiyorlar. İspanya hâlen Afrika’dan Avrupa’ya kaçak göçün en fazla kullanılan transit yollarından biri. Geçen yıl 24 Haziran’da Melilla’da gerçekleşen ve 23 göçmenin ölümüyle sonuçlanan çatışma hâlâ hatırlardadır. İspanya’da PP güçlendi, fakat sağ genel itibariyle iktidara gelecek bir çoğunluk yakalayamadı. Hükümet formülleri üzerine çeşitli spekülasyonlar dillendiriliyor, bir tekrar seçim ihtimali de her zaman mevcut. Avrupa’da sosyal demokratların gerilediği bir konjonktürde, PP’nin oylarını arttırmasını engelleyemese de kendi oylarını arttırıp bir PP-VOX parlamenter çoğunluğu engellemesi Pedro Sánchez için bir başarıdır. Türkiye’de pek fazla tanınmayan ve üzerine yazılıp çizilmeyen İspanyol başbakanı, popülizme kaçmadan veya sağa kaymadan sahih bir sosyal demokrat çizgiyi sürdürebilen son liderlerden biri. Bu seçimde gördüğümüz üzere yenemiyorsa yenilmemeyi de becerebilen başarılı bir stratejist. Sol cenahta zaman zaman pragmatizmin ne kadar kıymetli bir araç olduğu unutuluyor. Ortada bir mağlubiyet olmaması geleceğe dair ümit verici ve İspanya’daki sağ dalga -şimdilik- Pedro Sánchez’in şahsında güçlü bir dalgakıran bulmuşa benziyor.