Erdoğan ve tüm kadrosu, dış politikayı her zaman bir iktidar aracı olarak gördü. Bedeli ne olursa olsun, ilkelerden ve ulusal çıkarlardan azade biçimde kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onun peşinden gitti. Verili koşullarda bu durumun değiştiğini söylemek için hiçbir veri yok elimizde. Önceki MİT Müsteşarı ve yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bundan yaklaşık on yıl önce, Mart 2013’te, Middle East Policy’de yayınlanan makalesinde, Türk dış politikasının liberalleştiğini iddia ediyordu.  Fidan’a göre Türk dış politikası hem çok daha fazla aktörün siyasa yapımında etkili olması hem de dış politikada daha önce kullanılmayan liberal enstrümanların kullanılması nedeniyle liberalleşmişti. Fidan aynı makalesinde Türk dış politikasının ilkelerini de sıralamıştı. Bu ilkeler, çok taraflı diplomasi, işbirliği, komşularla sıfır sorun, vize serbestisi, kazan-kazan stratejileri, çatışma çözümü, ara buluculuk, demokratik ideallerin savunusu, adil bir uluslararası düzen talebi gibi ilkelerdi.  Fidan bu bağlamda, özellikle Türkiye’nin çatışma çözümü konusunda, çatışmalarda taraf tutmadan ve zorlayıcı yöntemlere başvurmadan diplomasiye ve diyaloğa dayalı bir yöntem izlemesini örnek gösteriyordu (Fidan, 2013:91) Evet bunlar şu an çok inanılmaz ve gerçek üstü görülse de o zamanlarda benzer analizler yaygın olarak yapılıyordu. Bu analizlere göre AKP proaktif ve yumuşak güce dayalı dış politikasıyla hem fırsat ve çıkarlar hem de tehdit algıları konusunda geleneksel Türk dış politikasının kodlarından tamamen kopmuştu. O dönemde bu, bazıları tarafından büyük bir başarı olarak görülüyordu. Fidan’ın bu makalesi yayınlandığında Mısır’da Sisi, iktidarı yeni ele geçirmişti. AKP ile ABD arasında PYD konusunda ciddi bir görüş ayrımı yoktu. İkili ilişkiler hâlâ “model ortaklık” kavramı üzerinden ilerletiliyordu. Barış Açılımı Süreci devam ediyordu. AB üyelik müzakereleri çıkmaza sürüklenmemişti. Rusya, Suriye’ye fiilen girmemişti. Suriye’de Esad karşıtları dezavantajlı konuma düşmemişti. Avrupa kapılarına akın akın Suriyeli dayanmamıştı. AKP, 7 Haziran mağlubiyeti sonrası iktidarını korumak için milliyetçilerle işbirliği yapmak zorunda kalmamıştı. Daha 15 Temmuz darbe girişimi olmamıştı. ABD ve AB ile AKP arasında serpilmeye başlayan sorunlar daha kristalize olmamıştı. AKP en başından beri Türkiye’de iktidar olma ve iktidarda kalma mücadelesini kuvvetli bir dış politika sütunu üzerine inşa etti. Bir yandan Türkiye içinde insan hakları ve demokrasi üzerinden liberal, sol, muhafazakâr, İslamcı ve Kürtçülerle mutabakat kurup muhaliflerini etkisizleştirirken diğer yandan yine demokrasi ve insan hakları ilkelerini kullanarak kuvvetli bir sınır ötesi seçkin ağı içerisinde kendilerine etkili bir konum edindi. Bu AKP açısından bir kazan-kazan ilişkisiydi. O dönemde ABD, Erdoğan ve kadrosunun en baş destekçisiydi. AB ilerleme raporlarında Erdoğan’ın politikalarını “devrimci” olarak niteliyordu. O günlerden bugünlere köprünün altından çok sular aktı. Fidan bugün bir makale yazsa Türk dış politikasını liberal ve demokrasi destekçisi olarak niteleyebilir mi? Sanmıyorum. Daha çok içişlerine karışmama ve toprak bütünlüğü gibi kavramlara dayandırır muhtemelen makalesini. Veyahut, sorunların barışçıl çözümü, arabuluculuk, işbirliği gibi kavramlar yerine “özgüce” ve İHA-SİHA teknolojisinin önemine vurgu yapar.
Türkiye uzunca bir süredir tek adam rejimi tarafından idare ediliyor. Kaldı ki Fidan’ın yükselişi de AKP’nin “yükselişinden” bağımsız değil. Bu koşullarda dış politikada Fidan’ın bir özerkliği olacak mı sorusu baki.
AKP’nin çıkarları Batılı ve Batıcı kliklerin çıkarlarıyla çeliştikçe AKP bambaşka bir yere savruldu ve dış politikayı artık iktidarda kalmanın bir aracı olarak çoğu zaman kısa vadeli beklentiler üzerine inşa etti. Tüm bu süreç Türkiye’ye pahalıya patladı. Şimdi uluslararası ilişkiler alanında yalnızca bizlerin değil, gelecek nesillerin de ödeyeceği bir bedelle karşı karşıyayız. Bölgeye yayılmış bir askeri güç, aşırı derecede güvenlikleştirilmiş bir dış politika yönelimi, ABD ve AB ile ilişkilerin kopma noktasına gelmesi, ekonomik kriz, Arap ülkeleriyle salt sıcak para akışına ve konut vs. satışına indirgenmiş bir ilişki biçimi… Daha nicesi. Erdoğan’ın “sır küpüm” dediği Hakan Fidan etkili bir isim olarak görülüyor. Fidan, askeri, diplomatik, bürokratik ve siyasal birikimleri olan bir isim. ABD’den Avrupa, Asya ve Ortadoğu’ya kadar geniş bir coğrafya da tanınıyor. Türk dünyasında ve uluslararası kurumlarda etkili konumda. AKP’nin bozulan diplomatik ilişkileri istihbarat düzeyinde sürdürülüyordu. O nedenle bu sürece hayli hâkim. Ayrıca, AKP gücünün temel bileşenleri arasında gösterdiği İHA-SİHA meselesinin önemli bir istihbarat ayağı var. Fidan bu açıdan da kilit bir pozisyonda. Fidan her ne kadar, Haaretz ve Wall Street Journal gibi platformlarda İran’a yakın olduğu iddia edilerek eleştirilse de önemli NATO görevlerinde bulunmuş, Oslo sürecinin kilit isimlerinden. Çok kilit görüşmelerde bulunmuş. Obama ile yapılan ve Kırmızı Oda görüşmesi olarak anılan görüşmeye de katılan az sayıda kişiden birisi. Tüm bunlara bakıldığında, yine agresif bir dış politika süreci bizi bekliyor gibi duruyor. Hakan Fidan üzerinden Suriye, Libya ve Mısır gibi sorunlu ülkelerde bir normalleşmeye gitme çabası öncelikle ele alınabilir. Fidan üzerinden ABD ile önemli bir sorun başlığı olan Kürt meselesine de bir açılım getirme buradan da diğer sorunları çözme beklentisi olabilir. Hatta bu yine Türkiye merkezli olmayan bir çözüm sürecinin başlatılmasını bile gündeme getirebilir. Gelgelelim Türkiye uzunca bir süredir tek adam rejimi tarafından idare ediliyor. Kaldı ki Fidan’ın yükselişi de AKP’nin “yükselişinden” bağımsız değil. Bu koşullarda dış politikada Fidan’ın bir özerkliği olacak mı sorusu baki. Özerkliği olacaksa bunu Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda mı yoksa Erdoğan iktidarının çıkarları doğrultusunda mı kullanacak? Aslında bu da retorik bir soru. Erdoğan ve tüm kadrosu, dış politikayı her zaman bir iktidar aracı olarak gördü. Bedeli ne olursa olsun, ilkelerden ve ulusal çıkarlardan azade biçimde kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onun peşinden gitti. Verili koşullarda bu durumun değiştiğini söylemek için hiçbir veri yok elimizde. Kısacası, Fidan dönemi, dış politikada yeni ama eski bir dönem. Sorunlar tüm aciliyetiyle karşımızda. Bedelini yalnızca bizlerin değil, gelecek nesillerin de ödeyeceği sorunlar…