Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP, geçmişten ne kadar kopmuş olsa da, toplumun farklı kesimleriyle konuşabiliyor olsa da; Erdoğan’ın popülist siyasi dili ve bu dilin yarattığı siyasal kutuplaşma; partinin bu geçmişini toplumun bir kesiminde sürekli canlı tutuyor. “Bir önceki yazıda, Türkiye'de siyasi partilerin ideolojik farklılıklarına değinmiş ve siyasi yelpazedeki yerlerinin ne olduğunu analiz etmeye çalışmıştım.  Hatırlatmam gerekirse; i) Batı'da partiler ve siyasetlerini analiz etmede işlevsel olan "sağ-sol" ayrımının Türkiye'de işlevsel olmadığını, ii) Türkiye için "statüko-değişim" ayrımının daha açıklayıcı olduğunu,  iii) 2000'li yıllara kadar Türkiye'de toplumu, toplumsal talepleri temsil eden kurumsallaşmış parti/ler olmadığı için "Siyaset"in olmadığını,  iv) Türkiye'nin Siyaset ile büyük ölçüde AK Parti ile tanıştığını ve AK Parti'nin de makro düzeyde sürdürdüğü politikalar ile değişimci olduğunu,  v) AK Parti'ye siyaseten rakip olmanın ilk şartının ise onunla aynı düzleme yani statüko-değişim ayrımında değişimci olmakla başlayabileceğini ve son olarak da  vi) AK Parti'nin son zamanlardaki açıklamalarının muhafazakâr/sağ parti söylemi olduğunu ve bu söylemin ancak sağ-sol ayrımında anlaşılabileceğini ifade etmeye çalıştım. Bu yazı üzerine her zaman olduğu gibi gelen eleştiriler, "Neden AK Parti'yi hiç eleştirmiyorsun" ve "CHP'den ne istiyorsun?" ekseninde oldu. Kendimi solda, demokrat olarak tanımlayan biri olarak kendini muhafazakâr-demokrat tanımlayan AK Parti'yi ancak siyaseten eleştirebilirim. Son yazımda da kürtaj, sezaryen konularında farklı yerde durduğumu yazdım. Ve bu konularda kısıtlayıcı bir düzenlemenin de otoriter zihniyete denk geleceğini yazdım. AK Parti makro düzeyde değişimi temsil ettiği ölçüde, mikro düzeyde sağ-sol ekseninde siyaset yapmaktadır. O yazıda özel olarak CHP'yi eleştirmedim. Ama Türkiye'nin bugün yaşadıklarında, CHP'nin sadece geçmişi ile değil son iki yıllık Kılıçdaroğlu yönetiminin yapmadıkları ile de büyük bir sorumluluğunun olduğunu düşünüyorum. er Türkiye'de siyaset normalleşecekse bunda artık AK Parti'den çok diğer partilerin daha çok sorumluluğu vardır. Bunun için bu partilerden CHP'yi eleştiriyorum. CHP YA DÖNÜŞMELİ YA DA KAPANMALI Hemen ifade etmede de sakınca görmüyorum ki; CHP'nin bugün yapması gereken özeleştiri ve geçmişe mesafe alma konularında bir adım atmadıkça, bu partinin kapanmasının ya da marjinalleşmesinin Türkiye'nin normalleşmesinin olmazsa olmazı görüyorum. CHP'nin tarihselliği (yaşı) ve örgütlülüğü, soldaki alternatif arayışlarının en büyük handikapıdır. Çevremde pek çok insan biliyorum ki, yeni parti yerine hala "Acaba CHP dönüşür mü?" diye en ufak bir kıpırdanmada yelkeni CHP'ye açıyor. Yakın geçmişte alternatif arayış olan ve benim de bir süre Politika Geliştirme Kurulu (PGK) üyesi olarak bulunduğum "10 Aralık Hareketi" bugün büyük ölçüde Kılıçdaroğlu'nun CHP'sinde. Gündelik tartışmalara bakıldığında AK Parti'ye yönelik bu kadar eleştiriye rağmen bunun anketlere yansımaması, CHP'nin AK Parti karşısında siyasal bir güç, bir muhalefet partisi olamamasının temel sebebi iki partinin farklı siyasal düzlemde siyaset yapmalarıdır. Bu temel fark ortadan kalkmadığı sürece CHP'nin (ve ya başka parti/ler/in) AK Parti'ye siyaseten rakip olmaları, onu sandıkta yenebilmeleri mümkün değildir. Bu temel fark, AK Parti siyasetin meşruiyetini toplumdan alırken, CHP, hala bu meşruiyeti devlette, devletin bekasından alıyor. Yani CHP'nin hala eski Türkiye'nin statükosundan yanadır. Bugün CHP, AK Parti karşısında ciddi muhalif görüşleri ifade ediyor. Kürt sorununu çözme konusunda siyaset geliştiriyor, sendikal hakları savunuyor, temel hak ve özgürlüklerden dem vuruyor. Ama bunların hiç biri CHP'yi siyaseten AK Parti'ye rakip yapmaya yetmiyor. Çünkü bu politikaları savunan parti, en temelde meşruiyetini toplumdan değil, devlette arıyor. Devletin partisi olmayı erdem sayıyor. CHP'nin bugün yapması gereken tek şey var; kendisini statükodan değişime taşıyacak fikirsel bir yenilenme. Bunun iki yolu var, geçmişe mesafe alan bir eleştirel yaklaşım ve redd-i miras. CHP'nin temel meselesi kısa vadede Kürt sorunu, özgürlükler vs. değil bu olmalı. Toplumu/bireyi referans almayan bir siyasi parti ne kadar özgürlükleri savunsa da, Kürt sorununun çözümünde iddialı öneriler hazırlasa da; devleti savunduğu, statükodan yana olduğu sürece hem inandırıcı olmaz hem de toplum tarafından ciddiye alınmaz. Başbakan CHP'ye boşuna teşekkür ediyor sanmayın. Kısaca CHP'nin ilk işi kendini masanın üstüne koymak ve kendine mesafe alması olmalıdır. Bu çaba elbette maliyeti olan ve yapıldığında da partiyi küçültebilecek (ama sonra büyütecek) bir süreç olduğu aşikardır. Ama bu, aynı zamanda AK Parti'ye rakip olmanın da tek yoludur.”
CHP kendisine mesafeli olan toplumsal kesimlere yerelde kendi siyasal dili, kendi siyasal aktörleri ile ulaşamadığı, onları ikna edemediği ölçüde başarılı olma imkanı ne yazık ki yeni sistemle neredeyse hiç yok. O yüzden geçen yazıda ifade ettiğim yeni bir sol/sol sosyal demokrat parti ihtiyacını var olan tartışmalardan bağımsız olarak orta ve uzun vadede tartışılmasını ben önemli buluyorum
11 YIL SONRA AYNI YERDE OLMAK Yukarıdaki satırlar 3 Haziran 2012’de yayınlandı. Bir önceki yazımda ifade etmiştim; CHP’deki tartışmalara kaçınılmaz olarak CHP üzerine eskiden yazmış olduğum yazılara dönmemi sağladı. Geriye baktığımızda pek çok değişiklik olduğunu görüyoruz. Her şeyden önce dönemin iktidarı AKP, bugün toplumsal taleplerin değil devletin bir partisi. Türkiye 2018’den itibaren yeni bir siyasal sistemle yönetiliyor ve bu sistemde yürütme, yazama ve yargının alanının daraltarak alan genişletiyor ve siyaset büyük ölçüde devlet merkezli. Bütün bunlarla birlikte CHP lideri Kılıçdaroğlu 2012’ye kadar yapamadığı pek çok şeyi geride kalan dönem içinde yaptı. Ama ne yazık ki yaptıkları iktidar değişimine yetmedi. Bunda devlet gücü, devlet-parti eklemlenmesine, eşitsiz seçim koşulların kadar pek çok nedeni ileri sürebilirsiniz. Ancak 28 Mayıs sonrası CHP’de yaşanan “değişim”, “yenilenme” tartışmalarına baktığımızda CHP’de sorunun daha derin olduğunu görüyorsunuz. Buna ister yapısal, ister ideolojik, ister ideolojik diyelim ama hepsinde var olan partinin geçmişine yüklenen siyasi bagajlar. Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP, geçmişten ne kadar kopmuş olsa da, toplumun farklı kesimleriyle konuşabiliyor olsa da; Erdoğan’ın popülist siyasi dili ve bu dilin yarattığı siyasal kutuplaşma; partinin bu geçmişini toplumun bir kesiminde sürekli canlı tutuyor. CHP bu toplumsal kesime yerelde kendi siyasal dili, kendi siyasal aktörleri ile ulaşamadığı, onları ikna edemediği ölçüde başarılı olma imkanı ne yazık ki yeni sistemle neredeyse hiç yok. O yüzden geçen yazıda ifade ettiğim yeni bir sol/sol sosyal demokrat parti ihtiyacını var olan tartışmalardan bağımsız olarak orta ve uzun vadede tartışılmasını ben önemli buluyorum.