Daha AKP iktidara gelmeden çok önce, Türkiye gibi “piyasalaşmış gelişmekte olan ülkelerde” bu tip kaynaklar piyasa mekanizması üzerinden temin edilir hâle gelmişti bile.  Dolayısıyla Sayın Canikli’nin iddia ettiği gibi gelecek paraların İngiltere ekonomisiyle bir alakası olmayacak. Sayın Canikli, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomiye dair söylediklerine muhalefet yapmaya devam ediyor. Sanki AKP yönetimi tarafından bu iş için özellikle görevlendirilmiş gibi. Ne zaman Sayın Kılıçdaroğlu ekonomik bir vaatte bulunsa ortaya çıkıyor, doğru yanlış söylenenlere itiraz ediyor. Bunu da sosyal medyada uzun uzun yazdığı mesajlarla ve belli bir format içinde hazırlanmış metinlerle paylaşıyor. Kamuoyunda ilgi çekip, tartışma yaratabiliyor.  Ama her defasında, itirazlarına konuları ilgilendiren temel iktisat bilgilerde yaptığı yanlışlıklar dikkate çekiyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ne söylediğinden bağımsız olarak, Sayın Canikli’nin açıklamaları içinde iktisadın kavramsal çerçevesine uygun olmayan bazı bilgilerin yer alması, kamuoyunda hayretlerle karşılanıyor. Öyle ya, GSYİH’sı neredeyse 1 trilyon dolara ulaşmış bir ülkenin ekonomisinin yönetiminde söz sahibi olmuş kadroların, kavramsal bakımdan doğru olmayan bazı gerekçelere sığınarak, Sayın Kılıçdaroğlu’nun iddialarına itiraz etmeleri biraz garip görünüyor doğrusu. Sayın Canikli’nin bu kez itiraz ettiği konu, beş yıl içinde Sayın Kılıçdaroğlu’nun ülkeye 300 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye yatırımı getireceğini vaat etmesi. Kısacası “getiremezsin” diyor Sayın Canikli. Bir iktidar değişikliğinde Türkiye’ye yabancı sermaye geleceği açık. Bunun ne kadar olacağını bilmek zor. Belki 300, belki de 200 milyar dolar olur. Şu an için bunun önemi yok. Ancak ilginç olan, Sayın Canikli’nin bu çıkışları yaparken, konunun doğrudan muhatabı olan Maliye ve Hazine Bakanının bu iddiaları konu etmemesi ve sadece kendi seçim kampanyasıyla uğraşmasıdır.  Zira bizzat kendisi de uluslararası finans merkezlerinde, bugün Kılıçdaroğlu’nu eleştirdikleri yabancı yatırımcılarla toplantılar yapıp, konuşmuştu. Dolayısıyla oralardaki havayı Sayın Nureddin Nebati’den daha iyi kim bilebilir ki? Belki de Sayın Canikli, Seçim sonrası dönemde ekonominin başına geçecek güvenilir ve bir o kadar da bu işi bilen birini arayan Sayın Cumhurbaşkanının gözüne girmeye çalışıyor. Kim bilir, belki de seçimi kazanmaları hâlinde, bugün Sayın Nebati’nin oturduğu koltuğa gözünü dikmiştir.  Bu yüzden görünür olmak istiyordur.  Ama bu beklentisi gerçekleşirse, ilk yapacağı iş, şüphesiz batılı finans merkezlere uçup, o “tefeci” yatırımcılarla görüşecek olan da kendisi olacaktır. Bunları şimdiden bilmek çok zor. Şimdi gelelim Sayın Canikli’nin neden bu 300 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermayenin Türkiye’ye gelemeyeceği yönündeki itirazlarının gerekçelerine.  Kanımca burada asıl sıkıntı yaratan husus ortaya atılan bu gerekçelerin doğru olmaması. O yüzden de yapılan itirazlar havada kalıyor. Sayın Canikli dünya mali sisteminin ve İngiliz ekonomisinin içinde bulunduğu zor koşullar nedeniyle, bu boyutta bir paranın İngiltere’den elde edilemeyeceğini söylüyor. Bu paranın İngiliz ekonomisinden çıkacak olmasını da Sayın Kılıçdaroğlu’nun yabancı yatırımcılarla Londra’da görüşmesine bağlıyor. Oysa yapılan bu görüşmelerin konusu İngiltere hükümetinin bütçesinden Türkiye’ye aktarılacak bir para pazarlığı değil. Olamaz da zaten. Türkiye için bu şekilde kaynak arayışlarının zamanı geçeli çok oldu. Genellikle mali piyasaları yeterince gelişmemiş ülkeler için geçerli olabilecek bir yöntem bu. Her ne kadar AKP’nin yöneticileri kendilerinden önce ülkede hiç bir şeyin olmadığını iddia etseler de daha onlar iktidara gelmeden önce Türkiye bu yöndeki eksikliklerini gidermiş ve ekonomisinin dünya ekonomisine entegre edebilmişti.  Yani daha AKP iktidara gelmeden çok önce, Türkiye gibi “piyasalaşmış gelişmekte olan ülkelerde” bu tip kaynaklar piyasa mekanizması üzerinden temin edilir hâle gelmişti bile.  Dolayısıyla gelecek paraların İngiltere ekonomisiyle bir alakası olmayacak. Sayın Kılıçdaroğlu Londra’ya, oranın uluslararası yatırımcıların bulunduğu bir “finans merkezi” olduğu için gitti. Yani, tıpkı AKP’nin İstanbul’da yapmaya çalıştığı gibi bir finans merkezi olan Londra’daki yabancı fonların yönetimini elinde bulunduran kesimlerle görüşme yapabilmek için. Konunun hiçbir şekilde İngiliz hükümeti ve İngiltere’nin mevcut ekonomik koşullarıyla bir ilgisi yok. Umarım en kısa zamanda İngilizler de kendi ekonomik sorunlarını çözerler. Ama bizim sorunlarımız onlardan çok daha fazla.
Konunun hiçbir şekilde İngiliz hükümeti ve İngiltere’nin mevcut ekonomik koşullarıyla bir ilgisi yok. Umarım en kısa zamanda İngilizler de kendi ekonomik sorunlarını çözerler. Ama bizim sorunlarımız onlardan çok daha fazla.
Malum olduğu üzere, İngiltere hiçbir zaman Euro bölgesine dahil olmadı. 1993’deki mali çalkantıdan sonra Avrupa para sisteminden de çıkmıştı zaten.  Onlar kendi paralarını korumayı tercih ettiler; Euro meselesine hiç bulaşmadılar. Zaten Sterlinin, tarihte Eurodan çok daha gerilere giden bir “rezerv para” olma özelliği var. Dolayısıyla dolar ve Euro kadar olmasa da sterlin de uluslararası rezerv paralardan biridir. O yüzden de Londra doğal olarak bir finans merkezidir. Bu yüzden de böyle bir rezerv parası olan ülkenin ekonomisi konusunda, bizim gibi kaynak açığı olan ülkelerdeki siyasilerin endişe duyması da garip doğrusu. Bu arada Sayın Kılıçdaroğlu Londra’nın yanında dünyadaki diğer finans merkezlerinde de benzer görüşmeler yaptı. Bunlar arasında New York ve Frankfurt da vardı. Ama nedense buradaki görüşmeler pek konu edilmiyor. Sayın Canikli’nin itirazlarının bir nedeni de doğrudan sermaye yatırımı olarak gelen yabancı paraların kamunun harcamalarında kullanılamayacağıdır. Diyor ki “doğrudan yatırımlar devletin harcamalarını finanse etmez”. Bunda haklı Sayın Canikli. Burada devletin finanse edilmesi gereken harcamalarının ne olduğuna bakmak lazım. Bununla iktidarın devlet bütçesinden yapacağı tüketim harcamaları ile altyapı yatırım harcamaları kastediliyor. Bunlardan kamu tüketimi kamunun toplum için hizmet üretime olanak sağlasa da ülkenin sermaye birikimine katkısı olmuyor. Gelen para karşılığını düşünmeden harcanıp, gidiyor. Adı üzerinde; amaç tüketmek. Bu harcamaların başkalarının parasıyla yapılmasını, bir iktisatçı olarak ben doğru bulmuyorum. Sayın Canikli’nin bu konudaki itirazla, elin parasıyla zengin yaşamayı arzulamak gibi bir şeye karşılık geliyor. Vatandaşın tüketimi ve ulaşabildiği refah düzeyi ürettiği gelirle uyumlu olmalı. Kamunun altyapı yatırımlarının finansmanı ise çok farklı bir mesele. Malum olduğu üzere AKP, bu konularda da kamuoyunun karşısına çıkarak devletin parasının kullanılmadan bu yatırımları yapmakla övünüyordu. Uzun süredir ülkemizdeki kamu özel sektörü altyapı yatırımlar için para bulmada aracı olarak kullanılmaktaydı.  Başlangıçta AKP, TOKİ ve konut sektörünün bankalarla giriştiği işbirliği ile ülkeye yabancı sermaye çekilebilmişti. Bu politikanın sonuna gelindiğinde de bu kez kamu kesimi doğrudan kendi altyapı yatırımlarını özel sektöre ihale ederek yapmaya başladı. Bir de bu tüm topluma bir başarı olarak pazarlandı. İktidar açısından kamu ve özel sektör işbirliği ile yapılan altyapı yatırımlarının ana felsefesi yatırımın kendi finansmanının özel kesimin tarafından dışarıdan sağlanmasıdır. Bu modelin sürdürülebilirliği yapılacak yatırımların getirilerinin özel sektör cazip gelmesidir. Bunun da yolu özel kesimin hiç bir risk almadan, garanti gelirlere erişimini sağlamaktır.
Bir ülkenin sanayisinin üretim kapasitesini değiştirmenin en önemli yollarından biri yabancılarla kurulacak ortaklıklar ve onların ülkemizde kuracakları ve ülkenin üretim ve istihdam kapasitesinin artmasına yardımcı olacak tesislerin kurulmasıdır. Bizim gibi ülkelerde bu zorunludur.
Acaba Sayın Canikli’nin kastettiği gelecek olan paralarla bu garantilerin verilemeyeceği midir? Ülkenin ödemekte güçlüğe düşülen bu garantilerle yapılmış altyapı harcamaların Türkiye ekonomisine ne kattığının iyice düşünülmesi lazım. Belki de ödeyebileceğimizin ötesinde bir yükün altına girerek, şimdilik yapılmasında ekonomik manada fayda olmayan bazı yatırımlar hayata geçirilmiştir. Peki ne için? Sadece gösteriş için... O zaman geriye memur ve emekli maaşları ile kamu kurum ve kuruluşların kamu hizmeti üretmek için gereksinim duyduğu harcamaların finansmanı kalıyor. Bu konuda da sorulması gereken soru, bir iktidarın kamu hizmetlerini yabancıdan temin edeceği paraya güvenerek yapmasının doğru olup olmadığıdır. Hani millilik ve yerlilik. Millet bu hizmetler için vergi ödüyorlar zaten. Şimdi gelelim doğrudan yabancı yatırımlarına. Bir ülkenin sanayisinin üretim kapasitesini değiştirmenin en önemli yollarından biri yabancılarla kurulacak ortaklıklar ve onların ülkemizde kuracakları ve ülkenin üretim ve istihdam kapasitesinin artmasına yardımcı olacak tesislerin kurulmasıdır. Bizim gibi ülkelerde bu zorunludur. Öncelikle bizim gibi piyasalaşmış gelişmekle olan ülkelerde ciddi bir tasarruf açığı vardır ve bu da ülkemizde zaman zaman sermaye birikim süreçlerinde tıkanıklıklara neden olmaktadır.  Bunu aşmanın yolu da dışarıdan bu şekilde yatırımlar çekebilmektir.
Bu tip sermaye, tüketimin finansmanında kullanılabilecek bir sermaye değildir. O tarz sermayenin adı “sıcak paradır”. Bu ise, olsa olsa “soğuk para” olarak tanımlanabilir. Zira girince bir ülkeye, kolay kolay çıkamaz.
Aynı zamanda yabancı sermaye teknolojik olarak üretimin yapısını değiştirmenin de yoludur. Günümüz dünyasının teknolojileri ile yükselen yeni değerlerini kamuoyuna sunmak için de bu sermayeye ihtiyacımız var. Bu tip sermaye, tüketimin finansmanında kullanılabilecek bir sermaye değildir. O tarz sermayenin adı “sıcak paradır”. Bu ise, olsa olsa “soğuk para” olarak tanımlanabilir. Zira girince bir ülkeye, kolay kolay çıkamaz. Mutlaka bir tortusu kalır ekonomide. İşte o tortu ekonomik yapımızda bıraktığı izdir. Ülkeye katma değerli yeni üretim kapasiteleri yaratmanın yolu yabancı sermaye ile böylesine işbirliklerinin geliştirilebilmesidir. İşsizlikten mustarip bir ülkede, “kaliteli” istihdam imkânı sağlamanın da yegâne yoludur. Bu aynı zamanda, CHP gibi AKP’nin de çok uzun zamandır arzuladığı bir şeydi. Ama olmadı. Burada asıl üzerinde durulması gereken husus, neden AKP çok uzun zamandır böyle bir sermaye girişinin yaşanmasını arzuladığı hâlde, Türkiye’ye yabancıların ilgi göstermediğidir.