Kadın meselesi ülkemizin en acı gerçeğidir ve bu soruna yönelik konuyu temelden alan devlet politikaları geliştirilmedikçe, kadına yönelik şiddet toplumun kanayan bir yarası olmaya devam edecektir. Hiç bitmeyen bir kadın meselesi var bu ülkede. Fırsat eşitsizliklerine maruz kalan, şiddete uğrayan, gereken tedbirler alınmadığı için canından olan kadınların yaşadıkları bir yana diğer taraftan bir de çarpık bir zihniyet sorunuyla mücadele etmek zorunda kalıyoruz ki bu hepsinden beter. Ciddiye alınacak bir şey yok, duymayalım diyoruz fakat öyle bir noktaya geliyor ki konu, bu zihniyet nedeniyle İstanbul Sözleşmesi feshediliyor, seçim pazarlıklarına bu zihniyet dahil ediliyor. O da yetmez gibi, bu pazarlıklarda 6284 Sayılı kanunda düzenlemelere gidilmesi şartını ortaya koyan karanlık zihniyet, mecliste temsil yetkisine sahip oluyor. ‘‘Hayır, o kadar da değil’’ demek istiyorsunuz fakat ‘’evet, işte o kadar’’ diye tokat gibi yüzünüze vuruyor gerçekler. Sanki her şey tıkır tıkır işliyormuş, kanunların uygulanışındaki eksiklerden dolayı bu ülkede her gün kadınlar ölmüyormuş gibi 6284 Sayılı ‘‘Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair’’ çıkarılan kanunun varlığından rahatsız oluyorlar. “Rahat olun, bu ülkedeki cinsiyetçi zihniyet nedeniyle zaten kanun gerektiği gibi uygulanamıyor’’ diyerek teselli etmek isterdik. Fakat tam olarak mücadele ettiğimiz şey, her yere sirayet eden bu çarpık zihniyetin kendisi olduğu için, bu zihniyetten kurtulana kadar mücadele etmeyi tercih edeceğiz. Neler yaşandığını kısaca hatırlayacak olursak; ‘‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011 yılında imzaya açılmış ve ilk imzalayan ülke Türkiye olduğu için İstanbul Sözleşmesi olarak anılmıştır. 8 Mart 2012 yılında Resmî Gazetede yayınlanarak Sözleşme yürürlüğe girmiş ve Sözleşme’nin iç hukukta karşılığını verecek olan 6284 sayılı ‘’Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’’ aynı gün kabul edilmiştir. Zira bütün bunların hızlı bir şekilde olabilmesi o dönem için önem arz etmiştir. Çünkü Nahide Opuz, defalarca şiddete maruz kalmasına rağmen yasaların kendini korumakta yetersiz kaldığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyette bulunmuş ve Mahkeme Türkiye’ye bu konuda acilen düzenlemeler yapması gerektiğini belirterek tazminat ödemesi gerektiğine karar vermiştir. Türkiye o sıralarda Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde olduğu için bozulan imajını düzeltebilmek adına gereken düzenlemeleri hızlı bir şekilde hayata geçirmiştir.  Hemen hemen hiç bir konuda uzlaşı içinde olamayan dönemin siyasi partileri İstanbul Sözleşmesi konusunda tam bir fikir birliği sağlamış, TBMM’de yapılan oylamada oturuma katılan 247 milletvekilinin tamamı ‘’evet’’ oyu vererek Sözleşme’yi kabul etmişlerdir. İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan hemen sonra Sözleşme’ye karşı çıkan bir kitle oluşmuş ve Sözleşme’nin geleneksel aile yapısını yok etmek üzere planlı bir şekilde ülkeye sızdırıldığı, eşcinsel ilişki biçimlerini meşrulaştırdığı, boşanmaları arttırarak kutsal aile yapısına zarar verdiği gerekçeleriyle yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Hatta konu öyle bir yere getirilmiştir ki İstanbul Sözleşmesi ülkenin bekasına yöneltilmiş en büyük tehdit olarak yorumlanmıştır. Saadet Partisi, HüdaPar gibi partilerin yanı sıra muhafazakâr görüşlü bir çok yazar bu konuda ki eleştirilerini kamuoyu ile paylaşmış ve yoğun bir propaganda yapmışlardır. İktidarın ise bu eleştirileri dikkate alması gecikmemiş 1 Haziran 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘’ İstanbul Sözleşmesi bizim için nas değildir. Bizim için ölçü değildir.’’ sözleriyle resmi boyut kazanmıştır. Sonrasında AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ‘’Nasıl sözleşmenin usulünü yerine getirerek imzalandıysa, aynı şekilde usulünü yerine getirerek bu sözleşmeden çıkılır’’ ifadeleriyle halkın beklentilerinin yerine getirileceğini belirtmiştir.  Oysa ki o günlerde yapılan araştırmalar (KONDA ve METROPOLL) İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğinden haberdar olan kişilerin çoğunluğunun sözleşmeden çıkmak istemediklerini belirttiklerini ortaya koymuştur. Üstelik iktidar partisi içinden bile Sözleşme’yi savunan kişiler olmuştur. Sonuç olarak, Sözleşme karşıtı yapılan propagandalar aynı düşüncelere sahip iktidar mensupları tarafından kabul görmüş, sözleşme bir güvenlik sorununa dönüştürülmüş ve nihayetinde de 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle feshedilmiştir. Kadınların her alanda güçlendirilmesini savunan, kadın erkek eşitliğini temel alan, kadına karşı şiddetle mücadelede devletin tüm kurumlarını ve sivil toplum örgütlerini iş birliğine zorlayan, şiddete neden olan tüm faktörlerin değerlendirilip toplumsal farkındalık ve eğitimle çözüme yönelik çalışmalar yürütülmesini isteyen, kapsamı çok geniş bir sözleşmeden, tüm gerekliliklerine rağmen çıkılmıştır.
Yapılan araştırmalarda, kadınlara uygulanan şiddet vakalarının, en çok aile içinde ve kadınların en yakınındaki kişiler tarafından meydana geldiği ortaya konulmasına rağmen, kadınların can güvenliği hiçe sayılarak, esas tehdidin aileye yönelik olduğu iddia edilmiştir.
Üstelik, yapılan araştırmalarda, kadınlara uygulanan şiddet vakalarının, en çok aile içinde ve kadınların en yakınındaki kişiler tarafından meydana geldiği ortaya konulmasına rağmen, kadınların can güvenliği hiçe sayılarak, esas tehdidin aileye yönelik olduğu iddia edilmiştir. Kadınların şiddetin her türlüsüne maruz kaldığı, hatta canlarından olduğu bir ailenin dahi kutsal kabul edilmesi gerektiğine karar verilmiştir yani. Oysa ki ortada aileyi tehdit eden, aile yapısını bozmaya yönelik bir tehlike de mevcut değil iken olmuştur bu. Kadınların tüm olanaklara sahip olarak kendilerini geliştirmesi, hukuki haklarının genişlemesi, şiddet karşısında korunmaları, aile yapısı için tehdit değil iyi bir gelişme olarak görülebilir sadece. PEKİ BUGÜN NEREDEYİZ? 2023 seçimlerinden kısa bir süre önce iktidar partisinin Yeniden Refah Partisi ve HÜDAPAR ile olacak olan ittifakları gündeme geldi. Ülkede konuşulacak başka hiç bir mesele kalmamış gibi konu yine tabi ki kadın meselesine geldi. Ülkede kadınlar şiddete karşı korunamıyor, kendilerini güvende hissetmiyor ve hâlâ kadın cinayeti sayıları artıyor, bu konuda neler yapabiliriz diye tartışmalarını beklemiyorduk elbette. Fakat kadınların kazanılmış olan haklarının peşlerine düşmeleri de her defasında bizi şaşırtıyor. Çünkü bu haklar yüzyıllardır süren bir mücadele sonucunda elde edilmiş haklardır. Kaldı ki başta da belirttiğim gibi sadece yasa çıkarmak yeterli olmamak da yasaların uygulanışında ülkede ki en temel sorun olarak zihniyet sorunu her daim karşımızda yer almaya devam etmektedir. Konuya dönecek olursak, kurulacak olan bu ittifaklarda Yeniden Refah Partisinin ittifak şartı olarak, 6284 sayılın kanunda ‘’ailenin bütünlüğünü bozucu maddelerin’’ düzenlenmesi talebi gündeme gelmiştir. İttifakın sağlanmasından da anladığımız üzere AK Parti tarafından kabul edilmiştir. Yeniden Refah Partisi’ni seçim çalışmalarında kullandıkları afişlerde, kadınların gölge resimlerine yer vererek, kadına olan bakışlarını zaten biliyoruz. HÜDAPAR’ı ise İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürüttükleri eleştiri kampanyalarından, bekâr kadınların sahiplendirilmesi gerektiğine varan parti politikalarından tanıyoruz. Şaşırılacak bir şey olmadığını düşünsek de böylesine ciddi ve bir çok kadının hayatını ilgilendiren bir konu nasıl oluyor da seçim pazarlığının konusu olabiliyor ve iktidar tarafından bir şart olarak ele alınabiliyor? Yeniden Refah Partisi’nin 6284’ün değiştirilmesi talebinin AKP tarafından kabul edildiği öne sürülürken Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, ‘’6284 sayılı kanunun ruhuyla ve mevcudiyetiyle varlığı son derece önemlidir. Varlığının tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez.’’ açıklamasını yaparken, AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin ise 6284’ün kırmızı çizgileri olduğunu vurgulamıştı.  AKP içinde başka her hangi bir yorum yapılmazken Fatih Erbakan, seçim sonrasında Özlem Hanımın sözlerinin hatırlatılması üzerine ‘’6284 haşa ayet değil’’ ifadeleriyle karşılık vermiştir.
YRP’nin web sayfasında İstanbul Sözleşme’si sonrasında cinayet oranlarında artıştan bahsetmişler. Evet tam olarak kadın cinayeti oranlarındaki bu artıştan bahsediyoruz hepimiz. Fakat bu artışın sorumlusu İstanbul Sözleşmesi değil o sözleşmeyi hiç bir zaman gerektiği gibi uygulamayan iktidardır.
Anlamak istedim, evet gerçekten böyle bir şey nasıl savunulur ve neden istenir anlamak istedim. Sonra daha detaylı bilgi alabileceğimi düşünerek Yeniden Refah Partisi internet sayfasına bakmaya karar verdim. Partinin MKYK Üyesi Av. Abdulkadir Yılmaz, detaylı bir açıklama yazmış bu konuda. Okudum ve okudukça kahroldum, inanamadım savundukları ve iddia ettikleri gerekçelere. 6284 sayılı kanuna ideolojik gerekçelerle, oy beklentisi ile değil tamamen rasyonel, sosyolojik ve hukuki gerekçelerle karşı çıktıklarını ifade etmişler. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğü girdiği 2012 yılından itibaren kadın cinayetleri ve boşanma oranlarında artış olduğunu, beyana dayalı sebeplerle evden uzaklaştırmaların olduğu ve bunların sorunları daha da derinleştirdiği, İstanbul Sözleşmesi’nin kadını, fakir, ikincil, güçsüz ve aciz gösterirken erkeği güçlü, zengin ve zalim gösterdiği asıl cinsiyetçiliğin de bu olduğu, Sözleşme’de geçen ‘’aile içi şiddet’’  tanımının kadın erkek tüm bireyleri kapsadığı ve bunun da ‘’suçun belirliliği’’ ilkesine ters düştüğü iddiaları yazıda yer almakta. Neymiş, (aynen alıntılıyorum) ‘‘bu sözleşmeye göre, evlilik arifesinde olan bir damat adayına, işinin ve kazancının sorulması bir psikolojik şiddettir. Aynı gelinin diğerlerinden bir miktar daha pahalı olan nişan yüzüğü istemesi ekonomik şiddettir’’ ve bunların da aynı kapsamda değerlendirilmesi gerekirmiş. Yahu siz aklınızı mı kaçırdınız? Bu ülkede her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddete uğruyor, gerekli cezalar verilmediği için kadınlar canlarından oluyor, faillere ceza indirimleri uygulanıyor, katiller, caniler aramızda dolaşıyor. Sözleşme sonrasında cinayet oranlarında artıştan bahsetmişler. Evet tam olarak kadın cinayeti oranlarındaki bu artıştan bahsediyoruz hepimiz. Fakat bu artışın sorumlusu İstanbul Sözleşmesi değil o sözleşmeyi hiç bir zaman gerektiği gibi uygulamayan iktidardır. Sözleşme yürürlüğe girdiği ilk günden itibaren sadece formalitede kalmış ve gereklilikleri yerine getirilmemiştir. Sözleşmenin izleme ve denetleme mekanizması olan GREVİO Komisyonu, Türkiye’ye bu konuda uyarıda bile bulunmuş fakat değişen bir şey olmamıştır. Şiddet ve cinayet oranlarını komisyonla paylaşmayan hatta bu verileri kamuoyunla bile paylaşmayan bir sistemden söz ediyoruz. Biz bugün bu verileri düzenli olarak Kadın Cinayetlerini Durduracağız gibi platformlardan öğrenebiliyoruz. Yeniden Refah Partisi’nin web sayfasında da bu platformun verileri kullanılmıştır. Peki neden resmî kurumlardan bu kadar hayati bir konunun verileri paylaşılmaz? Çünkü kadın cinayetleri görünür olsun istenmemekte, önemi azaltılmakta ve onun yerine aileye yöneltilen tehditler(!) önemsenmektedir.
Hangi aile bir insanın yaşam hakkından daha kıymetlidir? Ya da şöyle soralım, yaşam hakkını elinden alabilecek kadar sağlıklı olmayan kişilerin bulunduğu bir ortama aile denebilir mi? O ailede sağlıklı bireyler yetişebilir mi?
İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki uygulayıcısı olan 6284 sayılı kanun, her ne kadar bu cinsiyetçi tahakküm altında gerektiği gibi uygulamıyor olsa dahi, hukuki olarak büyük bir kazanımdır. Kadınların yaşadıkları şiddetin her türlüsünü (fiziksel, cinsel, psikolojik) ayrı ayrı ele alarak tanımlamış, şiddet karşısında koruyucu ve önleyici tedbirlerin alınmasına olanak sağlamıştır.  Fakat görülüyor ki ortada düpedüz bir kadın düşmanlığı söz konusudur. Kadınların hukuki olarak hakları olsun istenmemekte, yaşadıkları her türlü durum karşısında çaresizlik içinde aile içindeki rollerine devam etmeleri beklenmektedir. Boşanmaların artışındaki gerekçe olarak kadınların yaşadıkları şiddete itiraz etmeleri görülüp bu durumun önüne geçilmek istenmektedir. Hangi aile bir insanın yaşam hakkından daha kıymetlidir? Ya da şöyle soralım, yaşam hakkını elinden alabilecek kadar sağlıklı olmayan kişilerin bulunduğu bir ortama aile denebilir mi? O ailede sağlıklı bireyler yetişebilir mi? Eğer o ailelerde sorun genellikle erkek şiddetinden kaynaklanan bir sorun ise (araştırmalar böyle olduğunu gösteriyor), çözüm yalnızca kadınların haklarını ellerinden alarak onları çaresizliğe itmekten mi geçiyor? Bu sorunun birinci faili olan erkekler konusunda hiç bir öneriniz yok mu? Biz sorularımızı sormaya devam edelim onlar ise asla anlamamaya ve duymamaya devam etsinler. Bu ülkede ki en temel sorun, zihniyet sorunudur ve o sorun ortadan kalkmadığı sürece istediğiniz yasayı getirin meseleler çözüme kavuşmayacaktır. Gerekli olan o yasaların çıkarılması kadar uygulanabilir olmasıdır. Bu nedenle bütün bu tartışmalar bizi bir adım ileriye taşımadan hep aynı yerde saymamıza neden olmaktadır. Evet, kadın meselesi ülkemizin en acı gerçeğidir ve bu soruna yönelik konuyu temelden alan devlet politikaları geliştirilmedikçe, kadına yönelik şiddet toplumun kanayan bir yarası olmaya devam edecektir.