Dünya o kadar çok topluluğu ve insanı kapsıyor ki, içinde yaşadığımız hayatlara düzen getirmek, olgulara belli ölçüler biçmek sadece tek tek bireylerin değil tüm toplumun sorumluluğu değil midir? Hasan geldi biraz önce. Hukuk Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi olan Hasan her memleket ziyaretine geldiğinde yaptığı gibi, yine bana küçük bir saksı menekşesi getirmiş. Yıllar önceki mahcup ve zekice parlayan bakışlarına artık gurur da yerleşmiş. 10 yıl önceydi. Yağmurlu bir günün sabahı, muayene odama gelmişlerdi. Hasan ve ailesi anne, baba, çocuktan oluşan sıradan bir çekirdek aile gibi görünüyorlardı. Ancak 8-9 yaşındaki çocuk, anne ve babasının yakınmalarını anlatmaya başlayınca durumun farklı olduğu belli oldu. Anne ve babası 30’lu yaşlarda, çekingen ama gayet sağlıklı görünüyorlardı. Sadece gözleri sürekli oğullarında, gerekli konuşmayı onlar adına yapmasını bekliyorlardı. Hasan gayet net ve emin bir şeklide 1 adım önlerinde duruyordu. Babasının arada baş dönmeleri yaşadığını ve bu sabah da yine başı döndükten sonra düştüğünü anlattı. Laf olsun diye söylenen "roller değişmiş" deyişinin net örneğini izliyordum. 8-9 yaşlarında ayağında birkaç beden büyük terliklerle karşımdaki çocuk, bir adım arkasındaki iki yetişkinin ebeveynleri gibi onlarla ilgili konuşuyordu. Sorularımı ısrarla anne ve babasına yöneltmem de durumu değiştirmedi. Babası omzuna dokunup "Hasan anlatır" dedi. Böyle kesişti Hasan'la yolumuz... O gün muayene sırasında, sonra babasından tetkikler için kan alınırken ve sonuçları konuşurken hep bu durum aynı devam etmişti. Elini tutup anlatıyordu, ağrımayacaktı, birazdan eve gideceklerdi. Sağlık kayıtlarını kontrol ettiğimde tek çocukları Hasan olan anne babanın ikisinin de "hafif mental retarde" raporlarının olduğunu gördüm. Yani ikisinde de hafif zekâ geriliği vardı. Bu durumun yetişkinlikte ayırt edilmesi zordur.  Genelde toplumsal yaşamda çekingen, izole, başarısız veya sakar gibi nitelendirilirler ve tanı almazlar. Dedesi ve nenesiyle beraber süren hayatlarına, onların ölümlerinden sonra üçü yalnız devam etmişler. Hasan bu ailenin tek ebeveyniydi... Yağmurda terlikli ayakları ıslanmış bu 9 yaşındaki çocuk, şaşırtıcı derecede kendinden emin ve zekice konuşuyordu... Bunu sıkça görüyoruz. Hafif zekâ geriliği olan kişilerin durumlarını aileleri kabul etmez ve gizlemeye çalışır. Hatta yine aynı şekilde zekâ geriliği vb. durumu olan bir diğer kişi ile evlendirilip büyük ebeveynlerin gözetiminde yaşamlarına devam etmeleri ve çocuk sahibi olmaları teşvik ediliyor. “Aynılar, birbirlerini idare ederler” diyerek karar verilen bu birlikteliklerin sonucunda doğan çocuklar, doğdukları anda kendilerine biçilmiş ebeveynlik rolleri ile yaşamayı normal olarak görüyorlar. Tıpkı Hasan gibi… O günden sonra Hasan’ı yakın takibime aldım. Ekonomik durumlarının da gayet kötü olduğunu öğrenmiştim.  Onu kırmadan gücendirmeden yardım etmeye karar vermiştim ama bu hiç kolay olmadı. Anne babası ile konuşmam çok anlamlı olmadı, Hasan’la konuş dediler. Hasan’a “sana destek olabilir miyim? Nitelikli bir eğitim almasına destek olmak istediğimi söylediğimde, “Neden?” demişti gayet net ve keskin bir gururla. Ona bilgisayar alırsam derslerinde ihtiyaç duyduğunda kullanacağını söylediğimde “ ihtiyacım yok, okulun kütüphanesindeki bilgisayarları kullanabiliyoruz” demişti. Bu kadar küçük yaşta, bir çocuğun hem bu kadar sorumlu hem de bu kadar onurlu davranmasını aklım almıyordu. Gel zaman git zaman, Hasan’la bir orta yol bulup anlaşabildik. O benim bursiyer öğrencim olacaktı ama ilerde o da büyüyüp işe başladığında, onun da burs verdiği öğrencileri olacaktı. Şimdi aradan 10 yıl geçmiş.  Bu arada Hasan herkesi şaşırtacak derecede istikrarlı ve başarılı bir öğrenci oldu. Geride bıraktığımız 10 yıllık yolumuzun öyküsü bir çocuğun hiç çocuk olamadan yetişkinliğe geçmesini anlatır.
Doğadaki besin zinciri gibi, bir noktasında eksilme olunca tüm diğer ast ve üst zincirlerin etkilenmesi misali; dünyadaki herhangi bir toplum/topluluk zarar gördüğünde tüm zincir yani tüm insanlık etkilenmez mi?
Annesi ve babası bu geçtiğimiz süre içinde, zamanla eklenen hastalıklarıyla ilgilenmek dışında, mevsimlik işçi olarak her yıl bir dönem tütün işçiliği yaparak yaşamlarını sürdürüyor. Geçen yıl annesi gelip “ben bebek istiyorum, Hasan vardı bir tek ama o gitti, artık yok madem bir bebeğim daha olsun istiyorum” dediğinde içten içe öfkelendiğimi itiraf etmeliyim. Bu kararı vermek bunu istemek hakkı olabilir ama doğacak çocuğun haklarını kim gözetiyor? Bunu bireylerin algılama ve yargılama kapasitelerine ve insaflarına bırakmak, toplumsal anlamda nasıl bir risk? Bir çocuğun doğması sadece iki insanın kararına bırakılabilir belki ama bir bireyin yetişmesi için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?  Sanırım insanların, inanışların, geleneklerin insafına bırakılamayacak kadar kıymetli olan bir bireyin yetişmesi büyümesi konusunda, her birimiz kafa yormalıyız. Dünya o kadar çok topluluğu ve insanı kapsıyor ki, içinde yaşadığımız hayatlara düzen getirmek, olgulara belli ölçüler biçmek sadece tek tek bireylerin değil tüm toplumun sorumluluğu değil midir? Doğadaki besin zinciri gibi, bir noktasında eksilme olunca tüm diğer ast ve üst zincirlerin etkilenmesi misali; dünyadaki herhangi bir toplum/topluluk zarar gördüğünde tüm zincir yani tüm insanlık etkilenmez mi? Popüler kültürde sıkça kullanılan “kelebek etkisi” misali…  Bugün sadece biyolojik bağı olan kişilerin insafına bıraktığımız hayatların yarın tüm toplumun yaşamına etkisini gerçekten öngörebilir miyiz? Ya da görmezden gelebilir miyiz?