Halk deyip geçmeyin; geçtiğimiz Perşembe masayı devirerek, farklı bir kulvar açmak istediğini beyan eden Akşeneri de masaya geri gelmesini sağlayan halktır. Hatta masanın ikna olmasına sebep olan da halkın baskısıdır.  Hep mesafeli olmuşumdur Demirel çizgisine ama bir kez daha gördüm ki artık aforizma hâline dönüşen, “siyasette 24 saat uzun bir süre” sözü bir kez daha doğrulanmış oldu. Masa devrilmişken, yeniden ve bu kez daha sağlam kuruldu; Millet İttifakı, önemli bir engeli aşarak adayını deklare etti. Masa devrilirken nasıl bir infial olmuşsa yeniden inşa edilmesi de bir o kadar sevindirici oldu. Nazım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları” şiirinden şu dizeleri hatırladım: Birbirimize neye mal olduğumuzu anladık bu sefer. Hiç kavga etmeyiz gibi geliyor bana artık, Yoksa yine eder miyiz dersin?” Umarım artık kavga çıkmaz… KADERE BAK… Bir fotoğraf çekelim: Aday Kılıçdaroğlu, toplantı Saadet Partisi’nde; parti binasına Türk bayrağı ve Atatürk posteri asıldı ve daha da önemlisi adayı Temel Karamollaoğlu açıkladı. Fotoğrafa bakınca insanın aklına, “kadere bak, kimler kimlerle?” sözü geliyor. Sözü kimin ettiğini biliyorsunuz; Gelelim ülkede yapılan “tarz-ı siyasete” ve bu siyaset tarzlarının toplumsal hayatımıza etkilere. Her ne kadar Yusuf Akçura, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük’ten müsemma “üç tarz-ı siyaset”ten bahsediyor olsa da bizim siyaset geleneğimiz, iki belirgin politik hatla tanımlanabilir. Bu politik hatlardan biri, milliyetçilik sosuna bulanmış İslamcı “tek tipleştiricilik” üzerine kuruludur. Toplumu bölmek, insanı ayrıştırmak ve hatta coğrafyayı yaftalamaktır bu tarz siyasetin hareket noktası. Bu zihniyet, insanlığın evrensel birikiminin bir ürünü olan çoğulculuğu, el çabukluğuyla “çoğunlukçuluğa” dönüştürerek ve her daim şeytanlaştıracak birilerini bularak kendini var etmek derdindedir. Ceberuttur bu siyaset tarzı. İkinci belirgin politik hat ise farklılıkları zenginlik kabul eden gelenekten gelir. Voltaire’e atfedilen, “Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim” sözü özetler bunu.[1] Kime yapılırsa yapılsın, ne kadar haksız olursa olsun; bir insanın göz göre göre linç edilmesini de bir topluluğun şeytanlaştırılmasını da muktedire karşı sesini yükselttiği için birinin ebediyen susturulmasını da ilkesel olarak reddeder bu hat.
Mevcut iktidara uzun vadeli kredi açan halk, ilk kez, artık bu iktidardan kurtulmak istediğini açıkça göstermiş oldu. 72 saatlik dilim içinde siyasi rekabeti bir yana bırakıp, yan yana duracak özveride bulunmaları için partilere baskı yapan da halktır.
SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK Sinan Ateş örneğinde olduğu gibi… Ona dahi tahammül edemeyen bir muktedirler iktidarı var. Denilebilir ki bugüne kadar pek çok cinayet işlendi, faili meçhul gerçekleşti ama hiç birisi Sinan Ateş’in katledilmesi kadar tepki görmedi. Neden mi? Çünkü “susma, sustukça sıra sana gelecek” de ondan... Bu cinayetin karşısında kimin sustuğunu; kimin tepki gösterdiğini biliyoruz. Karşı çıkanların başında Kılıçdaroğlu geliyor. Pragmatik midir bu karşı çıkış? Bugüne kadar olmadığını biliyoruz; bundan sonra da olmamasını diliyoruz. Ötekileştirmek böler; bölücüdür. Ötekileştirilmek zorunda kalanlar içinse ağır bir yüktür bu. Ötekileştirilmiş bir toplumun içine doğan, ötekiyle yaftalanan bir kimliği ister istemez yanında taşımak zorunda kalan Kılıçdaroğlu’nun tam da böyle bir tarihsel dönemeçte Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olmasına “kaderin cilvesi” denilebilir. Öyle olmadığını biliyoruz. Her başarının ardından uzun yıllara sarih bir emek var çünkü. Emek, her zaman başarının içine gizlenir; bu nedenle ilk bakışta görülmez. Kılıçdaroğlu’nun başarısı da uzun yıllara dayalı bir emeğin ürünüdür. DAMDAN DÜŞEN BİRİDamdan düşen” biridir Kılıçdaroğlu; damdan düşenin hâlini anlar. Anlık tepkilerle siyaset yapmaması, attığı her adımı, gerçekleştirdiği her eylemi kırk dereden su getirircesine tartması bu yüzdendir. Bununla birlikte seçim yapılacağı belirtilen tarihe 70 günden fazla zaman var; bu süre içinde çok şeyin değişebilme riski olmakla birlikte artık aday Kılıçdaroğlu’dur. Her şey normal seyrinde giderse bundan sonra karar verecek olan halktır. Halk deyip geçmeyin; geçtiğimiz Perşembe masayı devirerek, farklı bir kulvar açmak istediğini beyan eden Akşener’i de masaya geri gelmesini sağlayan halktır. Hatta masanın ikna olmasına sebep olan da halkın baskısıdır. Mevcut iktidara uzun vadeli kredi açan halk, ilk kez, artık bu iktidardan kurtulmak istediğini açıkça göstermiş oldu. 72 saatlik dilim içinde siyasi rekabeti bir yana bırakıp, yan yana duracak özveride bulunmaları için partilere baskı yapan da halktır. Bu da gösteriyor ki halk değişime karar vermiş durumdadır. Karşısında durulacak gibi değil bu değişim isteği. Sonuç almak gösterilecek azme, kararlılığa, sabra, inada ve ısrara bağlıdır. Nazım’ın tarifi boşuna değildir: Hani öyle geliyor ki insana, burası bir dünyanın sonu bir dünyanın başlangıcıdır” -- [1] Bu arada sözün, Voltaire’e ait olmadığı; onun hayatını yazan Evelyn Beatrice Hâll tarafından Voltaire’i özetlemek için söylendiğini de not edelim.