İYİ Parti’nin seçimlere tek başına gireceğini açıklaması, süreci akamete uğratma riskini barındırıyor. Bununla birlikte başta Ankara ve İstanbul olmak üzere 11 belediye başkanının pandemi ve deprem sırasında ortaya koydukları performansın halkta bir karşılığı olduğu da biliniyor.HERKESİN BAŞKANI OLMAK “Divan” kavramı, manevi bir hatırlatmadır ve eğer davanın divana kalacağı kanaati hakimse yenilgi kabullenilmiş demektir. Yenilebiliriz. Yenilgilerin üstesinden gelebilmenin yolu, her seferinde, “düştüğümüz yerden kalkmasını bilmekten geçer”. Yani mücadele süreklilik ister. Önümüzde yerel seçim var ve görünen o ki bilindik adıyla “Millet İttifakı” dağılmış görünüyor. Bununla birlikte muhalefetin, özellikle de CHP’nin başta Ankara ve İstanbul olmak üzere 11 büyük şehir belediyesi bulunuyor ve kamuoyu araştırmaları bu belediyelerin ve bununla birlikte bazı başka büyükşehir belediyelerinin muhalefetin kazanacağını gösteriyor. İYİ Parti’nin seçimlere tek başına gireceğini açıklaması, süreci akamete uğratma riskini barındırıyor. Bununla birlikte başta Ankara ve İstanbul olmak üzere 11 belediye başkanının pandemi ve deprem sırasında ortaya koydukları performansın halkta bir karşılığı olduğu da biliniyor. İYİ Parti’nin “arayışı” ise kendileri açısından hüsranla sonuçlanabilir. Düşünün ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce “kazanacak aday” olarak isimlerini zikrettikleri ve her seferinde kamuoyu araştırmalarında adlarının önde çıktığını belirttikleri Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’na oy vermeyeceklerini söyleyecek kadar gözleri kararmış durumda. Evrensel kuraldır; siyaset tutarlılık ister ve seçmen güven sarsıcı hiçbir siyasetin peşinden gitmez. Öte yandan 31 Mart 2024, belediye başkanları açısından saçın kesilip öne düşeceği bir tarihsel andır. O ana kadar dengeleri koruyarak bugüne gelmiş belediye başkanları, elbette bir partinin adayı olarak seçime gireceklerdir. Parti aidiyetiyle seçimlere giriyor olmak, uygulamada “herkesin başkanı” olma titizliğini korumayı da gerektirir. Hatırlanacağı üzere 31 Mart 2019 seçimlerinden sonra Kılıçdaroğlu, başkanların uyması gereken yedi kuralını açıklamıştı. Kılıçdaroğlu’nun üstünde durduğu kurallar şöyleydi: “Bütün kimlikleri kucaklamak, Hizmeti, zümre kişi akraba yandaş için değil halk için yapmak, Yoksul mahallelere pozitif ayrımcılık yapmak, dezavantajlı guruplara öncelik vermek, Sosyal yardımlar yapılırken teşhircilikten uzak durmak, Harcanan her kuruşun hesabını vermek, Bürokratik atamalarda liyakate uymak ve Belediyeyi adaletle yönetmek.” DÜŞLERİNİN PEŞİNDEN GİTMEK Önümüzdeki seçimlere gidilirken başarının ölçütü, bu kurallara uyulup uyulmadığını test etmektir. Yüzyıllık bir geleneğe sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihinin derinliklerinde başarılara imza atmış pek çok belediyecilik modelinin ışığında son beş yılda yapılanlar halkın gönlüne taht kurmuşsa ittifaklı da-ittifaksız da sonuç alınacağı açıktır. Benim için sonuç almak, gündelik hayatları kolaylaştırılmış kentlilerle birlikte geleceği güvence altına alınmış kentler inşa etmek ve o kentte insana dair ne varsa sahiplenmektir. Birlikte! Yazının başında da değinmiştim; 12 Eylül’ün 43. Yıldönümü. Darbe olduğunda henüz 19’unda biri olarak, Nazım’ın, şu dizelerinin bizleri ve hayallerimizi anlattığına kim itiraz edebilir. “Yaşım altmış on dokuzumdan beri bir düş görürüm yağmur çamur yaz kış uykuda uyanık takılmış düşümün peşine yürürüm.”
Düşülen yerden kalkmasını bilmek
Yüksel Işık
Yüzyıllık bir geleneğe sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihinin derinliklerinde başarılara imza atmış pek çok belediyecilik modelinin ışığında son beş yılda yapılanlar halkın gönlüne taht kurmuşsa ittifaklı da-ittifaksız da sonuç alınacağı açıktır.
Biri iyi, biri kötü; iki tarihsel sürecin yıldönümü günlerinden geçiyoruz.
İyisi, yüzyıllık geçmişine ve kurtuluş ve kuruluş süreçlerinde üstlendiği baskın role sahip Cumhuriyet Halk Partisi’nin hala siyasi hayatımızda aktif bir konumda olmasıdır.
Bir devrin kapanıp başka bir devrin başlamasına neden olan kaç parti hâlen var yeryüzünde? Üstelik bahsettiğimiz iki tarihsel süreçten kötü olanı, bir diğer ifadeyle tarihimizin en karanlık günleri olarak bilinen 12 Eylül darbesi gibi tümüyle “uzaktan planlı” bir darbe ile kapatılmış olmasına rağmen fiilen varlığını koruyabileni yok gibi.
Yüzyıldır siyasal ve toplumsal hayatımızın ayrılmaz parçası olan CHP, son yıllarda, muhalif çevre ve partileri bir araya getirmek için de önderlik etti. Bu özelliği nedeniyle “muhalefetin amiral gemisi” tanımlaması yapıldı. 14 Mayıs seçimlerine de böyle gidilmişti.
Sonuçta Cumhuriyet’in yüzüncü yılında yapılan seçimde Cumhuriyet konseptine karşı olan siyasal İslamcılar galip geldi. Oy oranlarına bakıldığında, yüzde 7 gibi en anlamlı kayıp iktidar partisinde yaşandı. Buna rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazandı ve muhalefetin kazanacağına olan genel kanaat nedeniyle herkesin öfkesinin odağı, CHP, daha çok da Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu.
MÜCADELE SÜRÜYOR
Tepkilerin haklı bir tarafı olmakla birlikte bir gerçeğin de altını çizelim ki “yenilgi” hayatın bir gerçeğidir ve eğer ders çıkartılması mümkünse her şeyin sonu değildir. Bu nedenle artık “ah-vah etmeyi bırakmak” zamanıdır. Çünkü asıl yenilgi, mücadeleden vazgeçmekle gerçekleşir.
Tıpkı 12 Eylül darbesiyle devrimci geleneğin arasında yaşananlar gibi.
An itibariyle 12 Eylül Darbesi olalı, 43 yıl olmuş.
Öyle bir darbe ki Türkiye’nin yüzyılı aşkın demokrasi birikimini iğdiş etmiş; muhalefeti fiziksel olduğu kadar ideolojik olarak da yerle bir etmiş bir karşı devrimdi.
Herkes bu süreçten payına düşen zahmeti aldı ama asıl önemli olan önceleri “yeşil kuşak” olarak tanımlanan siyasal İslam’ı beslemiş ve söz konusu 43 yılın son 23 yılını, İslam coğrafyasında “Müslüman Kardeşler” olarak bilinen politik akımın Türkiye versiyonunun iktidarı alması için taşları döşemişti.
Söylem üstünlüğü ve ideolojik hegemonya, küresel güçlerin desteğiyle siyasal İslamcıların elinde olduğu için hiçbir vaat, özellikle taşra seçmeni açısından ciddiye alınmadı ve giderek, 12 Eylül’ün yarattığı karabasan, mevcut iktidarın tahkimatıyla neredeyse “divan”a kalacakmış gibi görünüyor.
Yorumlar