Daha adil, daha insancıl, daha demokratik bir Türkiye uğruna mücadele ederken, Etimesgut CHP İlçe Kongresi sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu sonsuzluğa göçen Faruk Özdemir’in anısına saygıyla.
14 Mayıs seçimlerinin üzerinden yaklaşık üç aylık bir zaman geçti. Bu süre içinde, muhtemelen iktidar gücünün de etkisiyle, daha çok CHP konuşuldu, tartışıldı. Seçimin hemen ertesinde başlatılan “değişim” tartışmalarının aktörlerinin arasında, oturdukları koltukları korumak için bugüne kadar değişime direnenlerin varlığı meselenin daha derinlikli olduğunu görmemize vesile oldu. Değil mi ki “bir musibet, bin nasihattan yeğdir” demiş atalarımız. Seçimden önce Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olacağına ilişkin kanaat o derece güçlüydü ki hiç kimse kaybedebilme ihtimalini konuşmak daha istemedi. Halbuki bir yarışın iki sonucu var ve gerçeği tümüyle gören istediği sonuca ulaşır. Gerçek şu ki hiçbir seçim kanaatlerle kazanılmaz; seçimi kazandıran şey, onun gereğini yerine getirmekten geçer. Kanaatler, somut verilerin yerini alınca ortaya çıkan sonucu kabullenmek yerine kazanacağına ilişkin büyük anlamlar yüklediğimiz şahsiyeti suçlamak işimize geldi. İKTİDAR ŞANSI NEDEN KULLANILAMADI? Yeri gelmişken, Hyman G. Rickover’a ait olduğu söylenen ve hepimizin sıkça tekrarladığımız, “küçük insanlar, kişileri; normal insanlar, olayları; büyük kişiler ise fikirleri tartışır” aforizması, tam da CHP’nin bugünkü hâlini özetler niteliktedir. Halbuki CHP’nin en temel sorunlarından biri, AKP’yi doruğa taşıyan “tek adam zihniyeti”ne alttan alta de olsa gıpta ile bakmasıdır. AKP, tek adam partisidir ve bu konu tartışılamaz. Bununla birlikte “tek adam”ın yönetme anlayışının ülkeyi ne hâle getirdiğini yaşayarak görüyoruz. Otoriterliği tartışılmaz bir liderin kendince koyduğu kurallarla elde ettiği “başarı”, istenilen sonucu elde ettiği için tartışılmamakla birlikte geride bıraktığı bir çeşit enkazdır. Zamların hayatı çekilmez hâle getirdiği, hayat pahalılığının başını alıp gittiği, işsizliğin ve enflasyonun kol gezdiği bir ülkede, yaşadığımız her seçim öncesini “olağanüstü dönem” ilan edip, prensipleri konuşmaktan kaçınan bir parti, ayağına kadar gelen iktidar şansını kullanamaz. Nitekim kullanamadı. Aralarında güçlü liderler çıksa da sol partiler, lider partisi değillerdir. Solu dinamik kılan kadro hareketleridir; kadrolar da en geniş kitle içinde çıkar. Denilebilir ki çok uzun zamandır CHP’de sorumluluk üstlenebilecek, kitleleri yönetip yönlendirebilecek, onlara liderlik yapabilecek kadrolar yetişmiyor; bu belirleme doğru olmakla birlikte eksiktir. Çünkü o zemin uzun süredir dinamitlenmiş durumdadır. Deniz Baykal ile başlayan “küçük olsun, benim olsun” anlayışı, CHP ile müsemma bazı politik reflekslerin zayıflamasına ve giderek işlevsizleşmesine neden olmuş durumdadır. Bülent Ecevit, çarpıcı bir örnektir. UYAROĞLU SİYASETİNDEN ARINMAK CHP’nin malvarlığına el koyan DP iktidarını protesto etmek için 1953’de CHP’ye üye olan Ecevit’in, hiç “uyaroğlu” olmadığı; görüş ve düşüncelerini anlatmak ve yaygınlaştırmak için mücadele ettiği doğrudur ama partinin de bu zemini sağladığı unutulmasın. Ecevit’in İnönü gibi tarihi bir şahsiyetle yarışır hâle gelmesini sağlayan şey, oluşturulan politik zemindir. Kurtuluş savaşının önemli ismi ve Atatürk döneminin “ikinci adamı”dır İnönü. Bununla birlikte Ecevit ile partiyi tartışırken, bütün titrlerinden kendisini sıyırır. Ecevit’i, sonrasında Baykal’ı ve öyle ya da böyle Türkiye sosyal demokrasisinin tarihe kaydolmuş pek çok ismi bugün hatırlayabiliyorsak, görüş ve önerileriyle partilileri ayağa kaldırabilecek isimlere imkân veren bir bakış açısının var olmasındandır. Bugün ise bu zemin silikleşmiş, başta belediye başkanlığı olmak üzere pozisyon tutmak isteyen kimileriyse gündelik çıkarlarını elde edebilmek için “susmayı” tercih ettikleri için “insan kaynağı” kurur hâle gelmiştir.Evet, yaşadığımız açık bir yenilgidir ve müsebbipleri hesap vermelidir. Bunun kaçınılacak, gocunulacak bir tarafı yoktur; çünkü özeleştiri, devrimci geleneğin vazgeçilmez bir parçasıdır.Nedeni prensipsizliktir! 14 Mayıs’tan bu tarafa yazdığım yazıların tümünde, yaşadığımız yenilginin müsebbibinin tek kişi olmadığını belirttim; yeniden oralara girmek istemem. Evet, yaşadığımız açık bir yenilgidir ve müsebbipleri hesap vermelidir. Bunun kaçınılacak, gocunulacak bir tarafı yoktur; çünkü özeleştiri, devrimci geleneğin vazgeçilmez bir parçasıdır. Eleştiri ve özeleştiri, önümüzü açar; yapılan yanlışlardan arınılmasına vesile olur. Özeleştiri mekanizması işletilirse, isimleri değil, unutturulan prensipleri hatırlamak mümkün olur. PRENSİPLİ OLMAK Nedir o prensipler? Öncelikle ilçelerden başlayarak il parti kongreleri ve büyük kurultay, bir-iki güne sıkıştırılmaktan çıkartılmalıdır. CHP’nin geleneğine uygun bir biçimde, yerine ve zamanına göre 7-10 gün sürece kurultaylar, partinin dinamizmini artırır. Parti, farklı görüşlerin fikirlerini beyan ettiği ve yaşama geçirilmesi için mücadele ettiği bir yerdir. Bu nedenle uzun süredir CHP’de nükseden “anahtar liste”den vazgeçilmelidir. Bunun yerine tarafların görüş ve düşünceleri doğrultusunda, herkesin aldığı oy oranında yönetimlere yansıdığı “nispi temsil sistemi” benimsenmelidir. Ne yazık ki CHP, fikirlerin üstü kapatıldığı, tartışma zemini ortadan kaldırıldığı için yönetsel süreçlere hâkim olmak isteyen tarafların kendilerini etnisite, inanç yahut hemşericilik üzerinden ifade edip sonuç aldıkları bir parti durumuna düşmüş bulunuyor. Çıkış, fikirlerin yarıştığı bir zemin oluşturmaktan geçer. İki defadan fazla aday olmak; özel durumlar hariç her düzeyde ön seçim yapılmasını sağlamak için fikir ve görüşleri tartıştırabilecek; o tartışmalardan çıkacak sonuçlara sıkı sıkıya sarılarak siyaset yapmak esas olmalıdır. Ne diyor Nazım? “Hep bir ağızdan türkü söyleyip Hep beraber sulardan çekmek ağı, Demiri oya gibi işleyip hep beraber, Hep beraber sürebilmek toprağı, Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, Yarin yanağından gayrı her şeyde Her yerde Hep beraber!” Mümkün ve de gereklidir.