Başarılı bir siyasetin temel hareket noktalarından biri, toplumun nabzını tutmak; tuttuğunuz nabza göre de şerbet vermek, yani vaatlerde bulunmaktır. Gene de kanaatler değil, toplumsal ihtiyaçlardır belirleyici olan ve toplumun neye ihtiyacı olduğunu saptamaktır aslolan…
Sık sık karşılaştığımız deyimlerden biri de “
nabza göre şerbet vermek”tir. Çoğunlukla da birini yahut bir topluluğu aldatma becerisini (beceri sözcüğüne yazık ama) gösterenler için kullanılan bu kavram, genellikle olumsuz bir çağrışım yapar.
Öyle midir?
Kötü maksatlı kullananlar da olabilir ama “
nabız” ile
“şerbet” arasında diyalektik bir bağ olduğu kuşku götürmez.
Gene de soralım; “
nabza göre şerbet vermek” ne anlama gelir?
Birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak davranışlar göstermek anlamına...
Aç biilaç düşmüş birine kilolarından kurtulmak için spor yapmanın önemini anlatırsanız hoşuna gitmez herhâlde.
SİYASET, NABIZ TUTMAYI GEREKTİRİR
Oturduğu evin kirasını ödemekte zorlanan asgari ücretliye, elde etmesi muhtemel KKM gelirini ne yapacağı sorulduğunda, kendisine küfür edildiğini düşünmesi işten bile değildir.
Buna mukabil, iktidar olduğunuzda ihtiyacı olan kırmızı mazotta indirime gideceğinizi vaat etmeniz, bir çiftçi için nabzına göre şerbet anlamına gelebilir.
Biriyle yahut bir toplulukla sağlam bir bağ kurup, istediğiniz mecraya yönlendirebilmeniz için öncelikle muhatabınızın düşüncesini, niyetini, eğilimini anlamaya çalışmanız, yani nabzını da tutmanız icap eder. Yoksa alimallah verdiğiniz şeker, muhatabınızın vücut sistemini alt üst edebileceği gibi muhatabınız sizden gelecek şekeri elinin tersiyle de itebilir.
Siyaset de böyledir.
Başarılı bir siyasetin temel hareket noktalarından biri, toplumun nabzını tutmak; tuttuğunuz nabza göre de şerbet vermek, yani vaatlerde bulunmaktır.
Gene de kanaatler değil, toplumsal ihtiyaçlardır belirleyici olan ve toplumun neye ihtiyacı olduğunu saptamaktır aslolan…
Bu açıdan bakıldığında, iletişim, tıp hekimliğine benzer.
Bir tıp hekimi, nasıl ki rahatsızlığı nedeniyle kendisine başvuran hastaya herhangi bir tanı koyup tedavi yöntemi belirlemeden önce bazı tahliller yapılmasını isterse siyasal iletişim uzmanı da strateji belirlemeden önce toplumun ihtiyaçlarını belirlemek için tomografisini çeker ve iktidara giden yolda muhatabının “
nabzına göre şerbet verir”.
“
Muhalefet neden kaybetti? Bunca yıpranmışlığına rağmen iktidar nasıl kazandı?” soruları, toplumsal tomografinin doğru çekilmesiyle ve toplumsal ihtiyaçların giderilebilmesi için seçmenin yüreğine dokunabilecek vaatlerin program hâline getirilmesiyle yakından ilgilidir.
Bir siyasi partinin iç dinamiği, toplumsal sorunları unutmadan kendi iç ilişkilerini geliştirmeyi gerektirir ve hep söylediğimiz üzere “hayat, tren kompartımanlarına benzemez”.
İLETİŞİM STRATEJİSİ YAPMAK, TIPTA TANI KOYMAYA BENZER
“Sana söz, yine baharlar gelecek” sloganı, umut veren, pozitif bir slogan ama nabzı düşük ya da yüksek atan seçmen açısından “
yüreğe dokunabilecek” ve dolayısıyla onu hareket ettirebilecek bir içeriğe sahip değildi.
Nitekim bir manivela işlevi görmedi.
Durumu kurtarmak amacıyla sosyal medyada paylaşılan kısa videolar da sıcak, sımsıcaktı ama görünen o ki sahadaki ölçümlerin sonucuna bağlı olarak değil de
“çok şey bilen” danışmanların
“kanaatleri” doğrultusunda hazırlanmıştı.
Biliyorum; içinizden, “
geçmiş geçmişte kaldı, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyorsunuz.
Zira yerel seçimler yaklaşıyor.
Zamların dur durak bilmediği, hayat pahalılığının önüne geçilemediği ve Türkiye ekonomisinin çöktüğü bir süreçte giriyoruz yerel seçimlere ve olup biten bunca olumsuzluğa rağmen iktidar, toplumun algısını yönetip yönlendirmek amacıyla yandaş medya üzerinden Ankara ve İstanbul’u tartıştırıyor.
Neden?
Ankara ve İstanbul’u alabilme umudu olduğu için mi?
Hayır!
Ne ellerinde böyle bir veri var ne de başta Ankara ve İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki seçmenlerde böyle bir eğilim.
Bununla birlikte toplumsal algıları yönetmek ve seçmeni kendilerine mecbur bırakacak hegemonik bir söylem tutturmak istiyorlar.
Çünkü karşılarında kimse yok!
CHP, kendi “
iç” tartışmalarıyla boğuşuyor. İYİ Parti ve diğerleriyse CHP’yi “
silkelemenin” kendilerine bir getirisi olacağı yanılsaması içindeler; oysa çok iyi biliyorlar ki bırakın aday çıkarabilmeyi, CHP’siz evlerinden dahi çıkabilecek durumda değiller.
O hâlde sorabilirsiniz; 14 Mayıs’ta beklediğini bulamayan “
iç” tartışma yapmasın mı?
Yapsın elbet; ancak bir siyasi partinin iç dinamiği, toplumsal sorunları unutmadan kendi iç ilişkilerini geliştirmeyi gerektirir ve hep söylediğimiz üzere “
hayat, tren kompartımanlarına benzemez”. Yani hiçbir olgu, diğerinden izole değildir ve nerede başlayıp nerede bittiği, hangi kesişim kümesi içinde yer aldığı önceden bilinemez.
Bu nedenledir ki her kim ki, yıllardır peşinden koştuğu iddiasından anlık olarak dahi vazgeçip, yanı başında saf tutan yol arkadaşına çelme takmayı aklından geçirirse sahip olduklarını da yitireceğini bilmelidir.
Her kim ki, yıllardır peşinden koştuğu iddiasından anlık olarak dahi vazgeçip, yanı başında saf tutan yol arkadaşına çelme takmayı aklından geçirirse sahip olduklarını da yitireceğini bilmelidir.
KİM BULDU İSTİRİDYEYİ?
Daha önce de bir vesileyle anlattığım masal ile bitirelim bu yazıyı.
Derler ki kumsalda gezinen iki arkadaş, bir tanecik istiridye görmüşler.
İştahla bakınmış ikisi de…
Sonra birbirlerine düşmüşler.
Biri, “
ilk ben gördüm”, diğeri de “
ilk ben dokundum” diyerek, başlamışlar tartışmaya.
Derken yanlarına ahkamcıbaşı gelmiş.
“Tamam” demiş, biri, “
ahkamcıbaşına soralım, onun kararına uyalım.”
“Neden olmasın?” demiş ikincisi de
; “o ne derse ben eyvallah derim”.
“Ey ahkamcıbaşı” diye sormuşlar, “
bu istiridyeyi, önce birimiz gördü; diğeri de önce dokundu. Kimin hakkıdır bu?”
Ahkamcıbaşı, önce şöyle bir gerinmiş; sonra da “
bu insanoğlu ne kadar açgözlü. Hırslarından elindekilerden de olacaklar. Şunlara bir ders vereyim” demiş kendi kendine.
Ardından “
bir karar veririm ama itiraz istemem” diye üstelemiş.
İkisi bir ağızdan, “
tamamdır” demişler. “
Sen ne dersen o karara uyacağız” diyerek, iradelerini teslim etmişler.
Ahkamcıbaşı, açmış hemen istiridyeyi; içinden çıkan şey o kadar cazipmiş ki dayanamayıp bir lokmada yutuvermiş.
İki arkadaş şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken, ahkamcıbaşı, istifini hiç bozmadan kabuklardan birini birine, birini de diğerine uzatmış: kararını açıklamış:
“
Gördüğünüz gibi istiridyeyi iki eşit parçaya böldüm Alın bunları, hadi evinize dönün”.
Mevcut 11 büyük şehrin yanında Balıkesir, Denizli, Manisa ve hatta Bursa’da muhalefetin kazanma potansiyeli var. Bir “
istiridye”yi nasıl pay edemeyeceklerini bilemeyen iki arkadaşın durumuna düşmemeleri için bugünden yarına akılcı bir yol izlemelerini öneririm.