“Gerçeklikle, gerçekliğin kendi koşullarını anlayarak yüzleşemiyorlardı
çünkü bu koşulları anlamlandırmak için zihinlerinde onlara
her zaman ‘yardım eden’ paralellikler vardı.”
Hannah Arendt*
İktidarın bazen hiçbir şey yapmasına gerek kalmıyor. O kadar ki birçok konuda kendi kendinin kurdu gibi muhalif seçmen. Akademisyeninden, gazetecisine, yurttaşına kadar iktidara yaptıramadıklarını, dinletemediklerini, hatta 40 bin (şimdilik) insan enkaz altında ölmüşken bile asla yaptıramayacakları üzerinden muhalefete hesap sorma, gündemi bununla kaplama derdine düşebiliyor. Ne pahasına olacağına aldırmadan. CHP’li Hatay Belediye Başkanı Lütfi Savaş istifa etsin, tartışmasını kastediyorum. Kendi yankı odalarında kendi mahallesi için istifa derdine düşerken, dışarda bunu bırakın umursamayı, hakikati kendine göre inşa eden, kurgulayanların kendi söylemlerini ve stratejilerini hiç değiştirmeden uygulamaya devam ettiklerini görüyoruz. Hatta bu yaşananları tebessüm içinde izliyorlardır. Eleştirilerden kendini izole etme şansı çok yüksek olmayan Kemal Kılıçdaroğlu’na belediye başkanının hemen istifasını alması öğütleri verenler, bir yandan “zaten” iktidardan bunu niye isteyemeyeceklerini, “zaten” iktidarın bunu niye yapmayacağını, “zaten” siyasal kültürümüzde bunun olmadığını sıralamaktan da geri durmuyorlar. Zaten… Ve bu kitle ahlaki üstünlüğünü böyle sağlamaktan da rahatsız değil. Böylesi bir ahlaki üstünlüğünün aslında bir illüzyona dönüştüğünün farkında da değil, dilimiz döndüğünce anlatalım: Kıyasıya bir siyasal mücadele sürüyor. Ve iktidarın, hatta devletin tüm gücüne karşı muhalefetin büyük bir direnç göstermeye çalıştığı bir seçim sürecine girdik. Manzarayı umumiye seçim yapılır mı yapılmaz mı tartışmalarıyla gölgelenmişken, deprem yaşanan on kentin sekizini iktidar belediyeleri yönetirken, istifa tartışması en tepeden başlaması gerekirken, Şehircilik Bakanı yeni kentler sözü verirken, bütün bunlar olurken şu sözler edilebildi: CHP’li Hatay Belediye Başkanı’nın istifası çürümüş siyasal kültürümüzü faş eder, muhalefet örnek olur ve temiz bir sayfa açmak istediğini gösterir, ilk adımı muhalefet atıp ön alsın. 40 bin insan ölmüş, ilk iki gün depremzedeler, millet enkazlarda, kentlerde, köylerde avaz avaz yardım yok, kurtarma yok, vinç yok, nerde bu devlet diye çığlık çığlığa iken, daha bu çığlıklar yüreklerde beyinlerde yankılanırken, iktidarın eksikleriyle ilgili tek bir sorumlu ortada yokken, bizim belediye başkanı istifa etsin, örnek olalım, tüm seçmenlere farkımızı göstermiş oluruz, oy isterken yüzümüz olur naifliğini, kendi yankı odasından birbirini doldura doldura gündeme taşıyanlara, bu söylediklerinin siyasal gerçeklikten kopuk, ahlaki bir illüzyon olduğunu anlatmanın çok güç olduğunu görüyorum.Depremi siyasete alet etmeyelim, siyaset üstü mesele falan derken muhalefeti deprem üzerinden karalaya, karalaya ilerleyen bir kampanya ile karşılaşırsanız hiç şaşırmayın. “Türkiye tek yürek” diye bağış kampanyası düzenleyen iktidarın ana propaganda ekseninin “kutuplaştırma”, algıyı manipüle etme olduğunu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın.Çünkü bunun bir işe yarayacağını zannediyorlar. Kendi konfor alanında, mümkünse klavye başında içine dönüp kavgaya tutuşur, gündemi bununla kaplar, önünde kısıtlı süreyi, iktidar eleştirisi, çözüm önerileri, siyasal ikna ve yardım kampanyalarına odaklanmak yerine istifa ettin, ettirmedin tartışmasına boğulmakla geçirirse, buradan bir sonuç alabileceğini düşünüyor. Bırakın sonuç almayı, bu istifa gerçekleştiği anda kendi elinizle iktidara istediği gibi üstünde tepineceği bir "kurban" sunarsınız. Baştan sona Bakanlar, AFAD, devletin bütün kademelerindeki birçok yetersizliklerin, geç müdahalelerin sorumlusu yetkililer dahil istifa etmeleri gereken tek bir kişi, tek bir karar vermemişken üstelik… Tamamen savunmada kalması gereken, yaşanan korkunç felaketten 20 yıllık iktidarında yaptıkları yapmadıklarıyla, liyakatlı, liyakatsız yetkilileriyle sorumlu bir iktidar, bu anlamsız tartışmalarla birlikte daha kolay taarruza geçip bütün sorumlulukları muhalefetin üstüne daha kolay yıkabilir. Çünkü şimdiden bunun emareleri belirdi, “kentsel dönüşüme direnen muhalefet”i felaketten sorumlu tutan konuşmalar yapılmaya başlandı, “kentsel dönüşüme direnenler” hikayesi “Asrın Felaketi” algı yönetimiyle yarışır bir hale her an gelebilir. Şapkadan çıkacak, yeni daha ne kadar sorumlu varsa onları da kısa bir süre içinde görebiliriz. Türkiye’de artık sahte, gerçeği yerinden etmiş, medya ve devlet gücüyle kendini onun yerine geçirmiş, hatta artık referans bile olmuş durumdadır. Depremi siyasete alet etmeyelim, siyaset üstü mesele falan derken muhalefeti deprem üzerinden karalaya, karalaya ilerleyen bir kampanya ile karşılaşırsanız hiç şaşırmayın. “Türkiye tek yürek” diye bağış kampanyası düzenleyen iktidarın ana propaganda ekseninin “kutuplaştırma”, algıyı manipüle etme olduğunu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Sonuçta siz “haklı olarak” sorumlulardan biri gibi gördüğünüz bir belediye başkanının istifasını isterken, seçim arifesinde bu haklılığınızın nasıl kullanılabileceğini hesaplamak, düşünmek, sonuçlarını analiz etmek zorundasınız. Üstelik seçimde asıl sorunun artık kim/kimler olduğu değil, ne olduğunu, demokrasimizin geleceği olduğu gerçeğini unutmayalım. Kime yönelik olursa olsun istifa mücadelenizin zamanlaması, gündeme örtü etkisi, siyasal iletişimi, farklı seçmen gruplarındaki algısı, kararsızları ne kadar etkileyeceği, yeni söz söylemek yerine yaratacağı enerji, kaynak israfı ve daha birçok başlığa aldırmazken, yankı odanızda mutlu mesut birbirinize yorumlar döşenirken, bir süre sonra kendinizi, muhalefetin, bu depremin en büyük sorumlusu olduğu tezlerine birer kaynağa dönüşmüş olarak bulabilirsiniz. Geçmiş olsun! Gerçekten geçmesini istiyorsanız, yankı odanızdan çıkın, ahlaki üstünlük taslamayı bırakın, önceliklerinize dikkat edin, 3 ay kalan seçim mücadelesinin kendine özgü kurallarına göre oynayın, oynayamıyorsanız oynayanlara engel olmayın. *Hannah Arendt, Siyasette Yalan, 2018, Sel Yayıncılık, s.18